Rapor

Uluslararası Araştırma Merkezlerinin En Önemli Yayınları / 1-15 Aralık 2020

PDF OLARAK PAYLAŞ
PDF'i indirmek için tıklayınız

Arap Baharı’nın 10’uncu yılı: Devrimler arkasında ne bıraktı?
3 Aralık 2020
Yazar: Kali Robinson / Kelime Sayısı: 665/ Dil: İngilizce/ Kaynak: CFR 

Dış İlişkiler Konseyi (CFR) 10 yılın ardından Arap Baharı’nın perde arkasına ilişkin bir makale yazdı. 

  • Demokrasi

Arap Baharı’nda protestocular birçok sebeple harekete geçmişti. Ancak analistler ortak temanın haysiyet ve insan hakları olduğunu belirtiyor. Pek çok ülkede dini gerilimler de önemli bir rol oynadı. Bu arada, derin mezhep ayrılıkları Bahreyn, Suriye ve Yemen’de hükümet karşıtı hareketlerin alevlenmesine katkı sağladı. Mısır geri adım atarken, yalnızca Tunus kalıcı bir demokrasiye geçiş yaptı. Libya, Suriye ve Yemen ise uzun soluklu iç savaş ülkelerine dönüştü.

  • Yaşam standartları

Orta Doğu’da pek çok vatandaş, siyasi tabakanın zenginleşmesine rağmen petrol fiyatlarının düşmesi nedeniyle işsizlik oranlarının yükselmesiyle beraber ekonomik açıdan olumsuz etkilendi. Yoksulluk oranları özellikle kırsal kesimde oldukça yüksekti. Devrimlerden bu yana hiçbir ülkede yaşam standardı belirgin ölçüde iyileşmedi. Hatta çatışmaların yaşandığı bölgelerde daha geriye gitti.

  • Basın özgürlüğü

Bölgede basın özgürlüğü, devrimlerden önceki yıllara göre bugün çok daha kötü durumda. Birçok devlet, medyadaki her türlü eleştiriyi bastırmak için agresif bir şekilde hareket etti. Mısır, Abdülfettah El-Sisi’nin 2013’te cumhurbaşkanlığı görevine gelmesinden bu yana dünyanın en büyük gazeteci hapishanelerinden biri haline geldi.

  • Göç 

Libya, Suriye ve Yemen’deki ayaklanmaların ardından ülkelerin sürüklendiği iç savaşlar kitlesel göçlere neden oldu. Yabancı askeri müdahaleler ise şiddet ve huzursuzluğun artmasına yol açtı. Yalnızca Suriye’deki savaş, yurtdışına göç eden 5 milyon mülteci ve ülke içinde göç eden 6 milyon mültecinin ortaya çıkmasına neden oldu.

  • İnternet özgürlüğü

İnternet ve sosyal medya, Arap Baharı protestocularını harekete geçirmek ve devletlerin zulmünü belgelemek için kritik araçlardandı. Takip eden yıllarda Mısır gibi ülkeler ‘siber uzay’ üzerindeki hakimiyetlerini sıkılaştırdılar. Yalnızca Tunus internet özgürlüğünü artırdı.

  • Yolsuzluk 

Tunus gibi bazı ülkeler, protestocuların; yönetimin iyileştirilmesi çağrılarına kulak vermek için çaba harcadı. Yine de bölge genelinde yolsuzluk hala devam ediyor.

  • Kadının güçlendirilmesi 

Arap Baharı’nın odaklandığı ana meselelerden biri kadının cinsiyet eşitliği değildi, ancak kadınlar cinsiyete dayalı şiddet tehdidine rağmen protestolarda liderlik rollerini üstlendi. Son 10 yılda, bazı ülkelerde kadınların yönetimdeki temsilinde belli bir artış görüldü, ancak genel olarak bölgede kadınların statüsünü iyileştirmek için kayda değer adımlar atılmadı. Bunun yanı sıra Mısır ve Tunus gibi ülkelerde kadınlar maruz kaldıkları adaletsizliğe karşı seslerini daha çok yükseltiyorlar.

Arap dünyasında protestodan değişime: Uzun ve zahmetli bir süreç
7 Aralık 2020
Yazar: Marina Ottaway / Kelime sayısı: 2525/ Dil: İngilizce/ Kaynak: Wilson Center

Wilson Center, Arap dünyasındaki protestoların karşı karşıya kaldığı zorluklara ilişkin bir makale yayınladı:

  • Ortadoğu ülkeleri 2011’den bu yana art arda patlak veren protesto dalgalarına sahne oldu. Bu tür protestolar bölgenin sosyal, siyasi ve kültürel yapısı üzerinde etkili oldu. Ancak neredeyse hiçbir yerde demokrasi ve sosyo-ekonomik adalet yolunda ilerlemeye yol açamadı. Protestoların çoğuna öncülük eden gençlerin tamamı öfke ile doluydu. Bu öfke anlaşılabilir olsa da başarıya ulaşamamaları şaşılacak bir durum değildir. Nitekim protestoların çoğu derin ve kalıcı bir değişiklik getirmez, bu değişim genelde uzun sürer.
  • Arap dünyasının iç siyasette değişim yaratmayı amaçlayan hareketlerle deneyimi henüz çok yenidir. Bu nedenle uzun vadeli bir zemin sunmaz. Bu nedenle, protestoların zaman içinde nasıl geliştiğini anlamak üzere diğer ülkelerin deneyimlerine bakmak faydalı olacaktır.
  • Arap ülkelerindeki protestoların analizine ilişkin 3 önemli nokta, ABD’deki kadın hakları ve vatandaşların protesto hareketleri tarihi incelenince ortaya çıkıyor. Birincisi, bu hareketlerin herhangi bir başarıya ulaşması uzun zaman aldı. Bu başarı sadece kısmi bir başarıydı ve birbirini izleyen protesto dalgalarına yol açtı. İkincisi, protestolar talepleri, örgütlenmeleri, liderlikleri ve yapıları açısından sürekli gelişiyordu. Üçüncüsü, muhalefetlerine hoşgörü gösterilmese bile, iktidardaki otoritelerle güçlü bağlar kurma hususunda asla başarılı olamadılar, çünkü en nihayetinde değişim her zaman yukarıdan gerçekleşir. Halkın çabalarına inanan protestocular ve destekçilerinin değişimin zirveden gerçekleştirildiği çıkarımını kabul etmesi zor. Popüler hareketler bir katalizör görevi görür, ancak devrimci değişikliklere uğramış ülkelerde bile değişim zirveden gelir. Protesto sistemi istikrarsızlaştırabilir, ancak onu yeniden inşa etmek için organize bir güç gerekir.
  • Arap hareketlerinin taktik geliştirmesiyle, ABD’deki gösteriler ile benzerlikleri ortaya çıkmaya başladı. En bariz olanı; 2018-2019’da ortaya çıkan ikinci nesil protesto hareketlerinden bazılarında göstericiler (özellikle Cezayir ve Sudan’da) taktik değişikliğine giderek, hızlı sonuçlar beklemeksizin uzun bir çaba ile protestolara hazırlandılar. Buna karşılık, 2011’deki protestolarda göstericiler hızlı bir zafer bekliyorlardı. Dolayısıyla hedeflerine zarar verecek değişiklikleri kabul etmek durumunda kaldılar. Protestoların gelişmekte olduğunu gösteren bazı olumlu işaretler olsa da çok fazla unsur değişmedi. Protesto hareketlerinin çoğu düzensiz gösterilerdi ve liderleri yoktu.
  • Sudan’dakiler hariç Arap protestocular, yetkililere ulaştığına ve büyük değişikliklerin ancak zirveden gelecek kararlar doğrultusunda gerçekleşebileceğine dair işaretler gösteriyor. Burada sorun tamamen protestocularda değil. Arap dünyasının demokratik gelenekten yoksun olması, yetkililerin diyalog kurmak yerine baskı yapma eğiliminde olduğu manasına geliyor. Şu ana kadar Arap ülkelerindeki siyasi sınıfın hesaplamalarında gerçek bir dönüşüme tanık olmadık. Protestocuların iktidar tarafı ile bu dönüşümü fiiliyata dökmek için gerçekçi bir girişimine de tanık olmadık.
  • Arap dünyasındaki protesto hareketlerinin geleceği şu anda biraz kasvetli görünüyor. Nitekim şu anda protestolar birçok ülkede uyku halinde. Bununla birlikte, ekonomik, siyasi ve sosyal düzeylerdeki memnuniyetsizliğin boyutu göz önüne alındığında, protestoların yeniden patlak vereceği kesindir. Yeni protesto hareketlerinin gelecek dönemde nasıl bir yol izleyeceği hala belirsiz. Daha iyi bir örgütlenmeyi mi seçecek, yönetimi mi kabullenecek ya da iktidar ile muamele için bir yol mu bulacak? Önümüzdeki yıllarda protestocuların hedeflerini nasıl belirleyeceklerini ve nasıl organize olacaklarını tahmin etmek imkansız. Ancak yalnızca ABD’nin değil, diğer ülkelerin deneyimleri, siyasi değişiklikler gerçekleşmeden önce birçok değişiklik görebileceğimizi gösteriyor. Öyle bile olsa, başarı kısmi olacak ve hareketler tekrar tekrar canlanacak.

Kuveyt Emiri’nin ölümü Ortadoğu’daki ilişkileri daha karmaşık hale getirir mi?
7 Aralık 2020
Yazar: Anna Nadibaidze/ Kelime sayısı: 685/ Dil: ingilizce/ Kaynak: Global Research Insights

Global Research Insights, Kuveyt Emiri’nin ölümünün Ortadoğu’daki ilişkiler üzerindeki etkisine ilişkin bir makale yayınladı:

  • Kuveyt Emiri Sabah el-Ahmed el-Cabir’in ölümü, bölgedeki diplomatik görüşmelerin geleceği hakkında soru işaretleri uyandırıyor. Şeyh Sabah el-Ahmed el-Cabir es-Sabah, bölgede ‘Bölgenin Bilge Adamı’ olarak biliniyordu ve Ortadoğu’da arabuluculuk hususunda önemli bir rolü vardı. ABD Başkanı Donald Trump, ölümünden bir hafta önce Şeyh Sabah’a “Çatışmalardaki arabuluculuk çabası” için prestijli bir ödül verdi ve Şeyh Sabah’ın Ortadoğu bölgesindeki arabuluculukta oynadığı rolün altını çizdi.
  • Veliaht Prens Şeyh Nevvaf el- Ahmed el-Cabir es-Sabah, Kuveyt’in yeni emiri oldu. Şeyh Nevvaf’ın göreve gelmesi, Kuveyt’in arabulucu rolüne ilişkin endişeleri artırıyor. Ayrıca, 100 binden fazla Covid-19 vakasının bulunduğu ülkede yeni bir yönetime geçiş zor olacak gibi görünüyor. Ancak Şeyh Sabah’ın bölgedeki yatıştırıcı rolü düşünülürse, ölümünün bölgenin gelecekteki çatışmaları çözmeyi nasıl etkileyeceği belirsizliğini koruyor. 
  • Uzmanlar, Şeyh Nevvaf’ın deneyimden ve “pozitif tarafsızlıktan” yoksun olduğuna inanıyor. Bu ikisi ise Kuveyt’in mevcut ve gelecekteki çatışmalarda başarılı bir şekilde arabuluculuk yapma yeteneğini sürdürmesine olanak sağlayan temel unsurlar. Şeyh Nevvaf, Kuveyt’in Irak’la uzun süredir devam eden anlaşmazlığının yanı sıra Kuveyt’in İran’la yakınlık meselesini de ele almak zorunda kalacak.
  • Şeyh Sabah’ın ölümü özellikle ABD başta olmak üzere Kuveyt’in yakın müttefiklerinin endişelerini artırıyor. Kuveyt, dış politika hedeflerinin örtüşmediği durumlarda bile ABD’nin yakın müttefiki olmuştur. Tarihi açıdan bakıldığında ABD, Kuveyt’in Körfez anlaşmazlıklarında tarafsızlığına ve en önemlisi Şeyh Sabah’ın bu anlaşmazlıklarla muamele becerisine güvenmiştir. Analistler, Şeyh Sabah’ın ölümüne rağmen iki ülke arasındaki yakınlaşmanın devam edeceğine inanıyor. Ancak bu, Şeyh Sabah ile Veliaht Prens’in aynı role ve etkiye sahip olacağı anlamına gelmez.

Gelecek savaş Covid-19 ve siyaset için bir şey bırakmayacak
7 Aralık 2020
Yazar: Gal Perl Finkel / Sayfa sayısı: 4/ Dil: İngilizce/ Kaynak: INSS

Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü (INSS), siyaset ve salgın kısıtlamalarına rağmen gelecek savaşla ilgili bir makale yayınladı: 

  • İsrail ordusu ile Hizbullah arasında kuzeyde uzayan gerginlik şunu gösteriyor: Her iki taraf da tam manasıyla bir savaş çıkmasına yalnızca birkaç adım uzaklıkta olduğunun farkında ve gelişmeler İsrail’in ihtiyaç duyduğu hazırlığı sağlayabilmesi için vakit kazanacağı yönünde uyarılar vermekte.
  • İsrail aynı zamanda, Covid-19 krizi ve ordusunun ana güçlerinin belirlenmesini geciktiren uzun süreli bir siyasi krizle boğuşuyor. Özellikle de uçak ve savaş sistemlerinin teminatı ve bütçesi ile İsrail ordusunun eğitim programı üzerinde anlaşma sağlanamıyor.
  • Siyasi kriz, İsrail’in hem güç birliği hem de güç kullanımı konusunda karar alma kabiliyetinin önemli bir bileşeni olan hükümet ve ordu arasında devam eden diyaloğu da bozdu.
  • Salgına ve siyasi krize rağmen – son olarak İsrail ordusunun Golan Tepeleri’ne yerleştirilen patlayıcılara yanıt olarak Suriye’ye misilleme yaptığını vurgulaması gibi-  İsrail ordusu, koronaya yakalanma riskine rağmen savaşa hazır olmak için teyakkuzda olmalıdır.

Irak: Covid-19 sürecinde kırılgan devlet 
8 Aralık 2020
Yazar: John Calabrese/ Kelime sayısı: 3076/ Dil: İngilizce/ Kaynak: Ortadoğu Enstitüsü

Ortadoğu Enstitüsü, Irak’ın Covid-19 sürecine ilişkin bir makale yayınladı:

  • “Kırılgan devletler” terimi, özellikle iç ve dış şoklara karşı savunmasız olan ülkeleri ifade eder. Kırılgan devletlerin artan risklere karşı azalan baş etme kapasiteleri vardır. Bu nedenle, kırılgan bir ülke bir şok yaşadığında birden fazla sektör bu şoktan etkilenir. Daha önce eşi benzeri görülmemiş Covid-19 salgını kırılgan devletlerde eşitsizliği, yoksulluğu ve güvensizliği artırıyor ve Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine yönelik ilerlemeyi tehdit altında bırakıyor.
  • Irak; ekonomik, siyasi, toplumsal, çevresel ve güvenlik alanında kırılgan ölçülere sahip bir ülkedir. Covid-19 krizinin patlak vermesinden önce bile ülkenin yüzleşmeye hazır olmadığı bir dizi ciddi zorluk bulunuyordu. Nitekim, pandemiden önce, bazı analistler Irak’ın sadece kırılgan bir devlet değil, başarısız bir devlet özellikleri gösterdiğini belirtmişti. Dünya Bankası, Eylül ayı sonunda yayınlanan araştırmasında “Irak’ın felaketin eşiğinde olduğu” uyarısında bulundu. Irak savaşından yaklaşık 20  yıl sonra, ülke bir kırılganlık tuzağına sıkışmış durumda. Irak, bugün siyasi istikrarsızlık, parçalanma, jeopolitik riskler, toplumsal huzursuzluk ve devlet ile vatandaş arasında derinleşen bir bölünmeyle karşı karşıya.
  • Iraklı yetkililer, salgının etkileriyle başa çıkmak için birtakım önleyici ve iyileştirici tedbirler aldı. Bununla birlikte, Haziran başından bu yana, koronavirüs vakalarının sayısının yükselmesiyle beraber, iş kayıpları ve yüksek fiyatlar ulusal yoksulluk oranında artışa neden oldu. Özellikle Irak nüfusu içindeki üç güruh -zorla göç eden insanlar, kadınlar ve çocuklar – Covid-19’un genel sağlık ve sosyoekonomik yansımalarından etkileniyor.

Tunus: Devrimden 10 yıl sonra birçok krizle karşı karşıya
9 Aralık 2020
Yazar: Marina Ottaway/ Kelime sayısı:893/ Dil: İngilizce/ Kaynak: Wilson Center

Wilson Center, devrimden 10 yıl sonra Tunus’un karşı karşıya olduğu krizlerle ilgili bir makale yayınladı: 

  • Arap ülkeleri, 10 yıl önce ayaklanmalara tanık oldu. Tunus, bu ayaklanmalar sonrasında demokratik bir siyasi sistem kuran tek ülkeydi. Ancak ne yazık ki, demokratik tavizler, tatminsizlik ve ekonomik durgunluk nedeniyle ağır bir bedel ödedi. Tunus, şimdi eş zamanlı olarak 3 krizle karşı karşıya kalmış durumda.
  • Birincisi, ekonomisi kötü durumda. Son 10 yıldır olduğu gibi tünelin sonunda ışık görünmüyor.
  • İkincisi, İslami ve laik partiler arasındaki ilişkiler. Geçmişte gönülsüzce anlaşan bu partilerin ilişkileri, gün geçtikçe şüphe uyandıran bir hal aldı.
  • Üçüncüsü, geçiş sürecinde önemli rol oynayan İslamcı parti El-Nahda, küresel bir liderlik kriziyle karşı karşıya. İdeolojik esnekliği ve siyasi gerçekçiliği geçiş sürecini defalarca kurtaran parti lideri Raşid Gannuşi, ikinci döneminin sonuna yaklaşıyor ve partinin kuralları istifa etmesini gerektiriyor.
  • El-Nahda’nın iç krizle başa çıkma şekli, ülkenin karşı karşıya olduğu diğer tüm sorunları etkileyecektir. Gannuşi’nin yeniden seçilmesi, El-Nahda’nın demokratik bir devlet siyasetinde yeri olmadığını iddia eden partilere bir bahane oluşturacaktır. Üstelik, diğer partilerin de dahili bir demokrasiye sahip olmamasına rağmen. El-Nahda içinde ve rakip partilere karşı siyasi savaşlar daha fazla istikrarsızlığa yol açacaktır. Bu, parlamentonun dikkatini reformdan daha da uzaklaştırır ve ekonomik sorunları çözme şansını ciddi oranda azaltır. Dolayısıyla 10 yıl sonra, Tunus’ta demokrasi kriz yaşıyor.

Fas’ın İsrail ile ‘Büyük Ortadoğu’ anlaşması ne manaya geliyor?
11 Aralık 2020
Yazar: Philip H. Gordon/ Kelime sayısı: 857/ Dil: İngilizce/ Kaynak: CFR 

Dış İlişkiler Konseyi (CFR), Fas-İsrail anlaşmasına ilişkin bir makale yayınladı: 

  • Edinilen bilgiye göre, İsrail-Fas anlaşması, iki ülke arasında doğrudan uçuşlara izin vermenin yanı sıra, iki ülkenin salgından etkilenen ekonomileri için turizm ve ticaret anlaşmalarını genişletecek. Aynı zamanda İsrail’in diplomatik izolasyonunu azaltan anlaşma, İsrail hükümetleri ve vatandaşları için uzun vadeli ‘meşruiyet’ hedefine hizmet ediyor. İsrail’de büyükelçilik açmayı taahhüt etmeyen Faslı yetkililer, anlaşmanın Arap-İsrail yakınlaşmasının sınırlı olduğunu vurgulayarak tam diplomatik ilişkiler içerdiğini reddediyor. 
  • Her ne kadar Fas Kralı ihtiyatlı gibi görünse de İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu alenen ağırlamış olan Umman’ın yolunda ilerlediğine dair birçok spekülasyon yayılıyor. Ancak İsrail için en büyük hediye, komşularını takip etme niyetini yalanlayan Suudi Arabistan tarafından tanınması olacaktır.
  • Fas’ın şu 2 konuda karar verdiği açıktır: İsrail ile ekonomik ilişkilerini geliştirmek ve ABD’nin Batı Sahra’daki Fas egemenliğini tanımasını sağlamak. Özellikle de İsrail’i tanımayı reddetmesinin hiçbir etkisi yoktur. Fas, İsrail’i tanıyan diğer Arap ülkeleri gibi, bu kez İsrail’i boykot etmek yerine iki devletli çözüm için çalışma konusunda ısrarcı görünüyor.

Lübnan’da dışlanan toplulukların önemi
14 Aralık 2020
Yazar: Natasha Hall/ Sayfa sayısı: 10/ Dil: İngilizce/ Kaynak: CSIS 

CSIS, Lübnan’da dışlanan topluluklar hakkında bir rapor yayınladı:

  • Yüz binlerce Lübnanlıyı yoksulluğa sürükleyen bir krizin gölgesinde, -ülkedeki mülteciler ve yabancı işçiler- yaklaşık 7 milyonluk Lübnan nüfusunun dörtte birinden fazlası büyük zorluklarla karşı karşıya. Ayrımcılık ve yasal koruma eksikliğinin yanı sıra, sınırlı işler ve kaynaklar noktasında katı bir rekabetle karşı karşıya kalıyorlar.
  • Dışlanan toplulukların iyiliğinin teşvik edilmesi sadece insani bir eylem olarak değil, aynı zamanda göçün etkileri, Lübnan toplumu arasında yayılan yolsuzluk, suç ve ayrım gözetmeyen şiddetin zorluklarını derinleştireceği için gereklidir.
  • Lübnan’a yardım eden taraflar, insani yardım ve kalkınma çabalarını genişleterek – nakdi yardım, sağlık hizmetleri, eğitim ve koruma programlarını- sürdürmeleri ve böylece dışlanan topluluklara ulaşmaya devam etmeleri sağlanmalıdır. Yerel sivil toplum kuruluşları ve liderleri  bir araya getirerek bu programa dahil etmek, programın etkisini artırarak, istifade edenleri destekleyecek ve toplumsal gerilimleri de azaltacaktır.
  • Lübnanlıların birçoğunun temel ihtiyaçlarının karşılanamadığı ve sisteme daha fazla baskı uygulandığı göz önüne alındığında, ek bir destek almaksızın Lübnanlı olmayanlara yardım etmek, çatışmayı artıracaktır. Lübnan hükümetinin, halkın ihtiyaçlarını karşılamasını sağlamak için gereken reformlar yavaş ilerlese de dışlanmış toplulukların acil insani ihtiyaçlarının karşılanması hayat kurtaracak, sosyal gerilimleri azaltacak ve çatışmaları önleyecektir. Lübnan yönetimi, bu topluluğun korunması için baskı yaptığı uluslararası topluma güveniyor. Dışlanan grupların korunması için devlet düzeyinde reformlar yapılmasının gelecek müzakerelere dahil edilmesi, yaşanabilir bir Lübnan devleti için de çok önemli olacaktır.
  • Bağışçı ülkelerin insani gerekliliğin ötesine geçen bir menfaati bulunuyor. Modern Lübnan  tarihinin, toplumlararası şiddete yol açan mezhepsel, sosyal ve ekonomik gerilimlerin küresel sonuçlarına dair bir vaka çalışması olması bir paradokstur. Lübnan, kendi vatandaşlarının yalnızca küçük bir kısmına ev sahipliği yapmaktadır. Çoğu, ülkedeki 15 yıllık iç savaş sırasında kaçtı.
  • Lübnan’da mezhepsel gerilimler yeniden alevlenirse, ülkede yaşayan ve vatanlarına dönme seçeneği olmayan diğer vatandaşlar düşmanlardan korunma talep edebilir.

Kudüs’teki Tapınak Tepesi: Dini Çatışmadan Dini Normalleşmeye
14 Aralık 2020
Yazar: Nadav Shragai/ Kelime sayısı: 7307/ Dil: İngilizce/ Kaynak: Kudüs Halkla İlişkiler Merkezi

Kudüs Halkla İlişkiler Merkezi, İsrail ile dini normalleşme üzerine bir makale yayınladı:

  • İsrail’in Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn ile yaptığı barış anlaşmasının içerdiği en büyük değişikliklerden biri, İsrail ile resmî ilişkileri olmayan ülkelerden Kudüs ve Harem-i Şerif’e yapılacak olan İslami turizmdir. Yeni anlaşmalara göre, Yahudilik ve İslamiyet arasında yıllardır devam eden çatışmanın temel noktalarından biri olan Tapınak Dağı; iletişim ve bağlılığın simgesi olacak. Nitekim, burası Yahudi ve İsrailli ziyaretçiler ile BAE’den ve hatta belki Suudi Arabistan, Fas ve diğer İslam ülkelerinden gelen turistlerle bir arada bulunduğu kutsal bir yer.
  • Eski ABD Başkanı Donald Trump ve danışmanı Jared Kushner’a göre İsrail ve BAE, İsrail’e bir İslami turizm akışı yaratmayı kabul etti. Elbette, bu turistlerin asıl meşguliyetleri, İsrail topraklarında yer alan İslam’a göre kutsal mekanların ziyareti. Yahudiler için en kutsal mekan, Müslümanlar için Mekke ve Medine’den sonra üçüncü kutsal mekan olan Harem-i Şerif’teki Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s Sahra. Kutsal bir şehir olarak Kudüs, Mekke ve Medine gibi İslami geleneklerle doludur ve Müslümanların ziyaret etmesi gereken üç destinasyondan biridir.
  • Anlaşmaların imzalanmasıyla yaşanan son gelişmeler, İslam ve Arap dünyasında eski bir acı tartışmayı yeniden canlandırdı: İslam Şeriatı açısından veya siyasi açıdan; Müslüman olmayanların özellikle de İsrail’in egemenliği altında iken Tapınak Dağı ve Kudüs’ü ziyaret etmek doğru ve caiz midir? Bir başka deyişle; bu tür ziyaretler, İslam dünyasının bazı kısımları tarafından geçersiz sayılan normalleşmeyi mi teşvik ediyor, yoksa normalleşmeye ve İsrail ile imzalanan son anlaşmalara karşı çıkan Filistinlileri mi güçlendiriyor?

Anadolu Yakın Doğu Araştırma Merkezi

Anadolu Yakın Doğu Araştırma Merkezi

İlgili Makaleler

Bir Cevap Yazın

Başa dön tuşu
%d blogcu bunu beğendi: