Uluslararası Araştırma Merkezlerinin En Önemli Yayınları / Ekim’in ikinci yarısı 2020

Rusya, Suriye’ye konvansiyonel güçler gönderebilir
Savaş Araştırmaları Enstitüsü, Rusya’nın Suriye’de konvansiyonel güçleri konuşlandırması olasılığına ilişkin bir makale yayınladı:
Rusya, Türkiye ile müzakerelerde nüfuz kazanmak ve Esed yanlısı saldırılara katılabilmek için Suriye’ye konvansiyonel kara kuvvetlerini konuşlandırabilir.
Rusya ve Türkiye, muhalefetin elindeki İdlib vilayetiyle ilgili müzakerelerde kendi haklarından taviz vermesi için birbirine baskı yapıyor.
Konvansiyonel bir Rus askeri konuşlandırması hala olası görünmüyor, ancak son haftalarda aksayan bazı hamleler Moskova’nın buna hazırlandığını gösteriyor.
Böyle bir konuşlanma, Rusya’nın Suriye’deki varlığı açısından bir dönüm noktası ve Rusya-Türkiye çekişmesinde bir tırmanma olacaktır.
Lübnan-İsrail Anlaşması
Geopolitical Futures, Lübnan-İsrail ilişkileriyle ilgili bir makale yayınladı:
14 Ekim’de Lübnan hükümetinden bir heyet helikopterle İsrail-Lübnan güney sınırındaki Rosh Hanikra kasabasına gitti ve Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Geçici Kuvvetleri karargahına girdi. Burada, İsrailli yetkililer, iki ülke arasında onlarca yıllık bir deniz ihtilafını tartışmak için bekliyordu.
Bu dönüm noktası niteliğinde bir olaydı – İsrail ve Lübnan 1990’dan beri sivil bir mesele hakkında ilk kez yüz yüze görüşmeler gerçekleştirdi. Ancak aralarındaki resmi ve diplomatik ilişkilerin bulunmaması göz önüne alındığında, İsrail ve Lübnan temsilcileri birbirleriyle yalnızca ABD ve BM arabuluculuğuyla 1 saat bile sürmeyen kısa bir görüşme yaptı.
İlk bakışta, toplantının zamanlaması tuhaf görünebilir. Sonuç olarak Lübnan ekonomik bir krizin ortasında. Ayrıca Lübnan-Suriye sınırı boyunca Hizbullah ile İsrail arasında çatışmalar devam ediyor.
Bazı zorunluluklar İsrail ve Lübnan’ı müzakere masasına oturttu, ancak öncelikli hedef barış değildi. Bunun yerine İsrail, Beyrut zayıf bir durumda iken ve lider boşluğu yaşanıyorken; Lübnan’da İran’a baskı yapmak ve potansiyel bölgesel müttefiklerden puan toplamak için bölgeyi bir fırsat penceresi görüyor.
Lübnan için müzakereler mali açıdan motive ediliyor. Artan borç (GSYİH’nın yüzde 170’inden fazlası), zayıflayan bir para birimi ve kasvetli bir kredi notu göz önüne alındığında, ülkede ciddi bir nakit ihtiyacı var. Lübnan, deniz sınırlarını kendi lehine yeniden çekmeyi başarırsa, Akdeniz’deki zengin doğalgaz rezervlerinden yararlanarak yabancı yatırım çekebilir.
Filistinlilerin ABD seçimlerine bakışı
Kudüs Halkla İlişkiler Merkezi, Filistinlilerin ABD seçimleriyle ilgili görüşleri üzerine bir makale yayınladı:
Filistin Yönetimi artık Başkan Trump’a yönelik küçümsemesini gizlemiyor ve açık bir şekilde Joe Biden’ın ABD başkanlık seçimlerini kazanmasını umuyor.
Filistin yönetimindeki üst düzey kaynaklar, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın Joe Biden’dan Trump yönetiminin Filistinlilere karşı aldığı bir dizi önlemi, özellikle de “Yüzyılın Anlaşması” planını iptal etme sözü aldığını belirtiyor.
Abbas’ın umudu, Joe Biden’in seçilmesidir. Biden’in bir sonraki ABD başkanı olması halinde, Filistin yönetiminin siyasi ve ekonomik durumunu anında değiştireceğine inanıyor.
Biden seçilirse, İsrail ile ilişkilerin Arap ülkeleri tarafından normalleştirilmesine destek vermeye devam etmesi bekleniyor. Ancak İran’la nükleer anlaşmaya geri dönme ve Trump yönetiminin İran’a uyguladığı yaptırımların bir kısmını kaldırma arzusu Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinde büyük endişe yaratıyor. Buna ek olarak, üst düzey Filistinli yetkililer, Biden’ın Beyaz Saray’a gelmesi halinde, Arap ve Müslüman ülkeler arasında İsrail ile ilişkileri normalleştirme sürecinin, yeni ABD politikası netleşene kadar dondurulacağını öne sürüyorlar.
Aynı zamanda, bazı Filistinli yetkililer, Biden’ın seçildiği takdirde İsrail-Filistin çekişmesine dahil olmak için acele etmeyeceğini tahmin ediyor. Biden, koronavirüs salgını ve ABD’deki derin ekonomik krizle başa çıkmak zorunda kalacak ve Filistin sorunu birincil endişesi olmayacak.
Aynı yetkililer, geleneksel Amerikan siyasi sisteminin İsrail’in bölgesel statüsünün güvenlik açısından korunmasını desteklediği konusunda uyarıyor. Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail arasındaki ilişki, iki ülke arasındaki stratejik bir ittifaktır ve Abbas, Biden ile İsrail hükümeti arasında bir sorun yaratmada son derece zorlanacaktır.
Bu kaynaklar, sonuçta Donald Trump’ın Filistin yönetimine istediğini vermediğini söylüyor. Filistin’in istediği; başkenti Doğu Kudüs olan 1967 sınırlarında bir Filistin devleti ve mülteci sorununa bir çözüm. Joe Biden da başkan seçilirse Filistinlilere istediklerini veremeyecek.
Asya’ya yönelmek sizi Orta Doğu’nun dışına çıkarmaz
Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS), Asya ile Orta Doğu arasındaki ortak çıkarlar ve bunların ABD üzerindeki etkileri hakkında bir makale yayınladı:
ABD Başkanı Donald Trump’ın tüm dış politika fikirleri arasında en geniş genel fikir birliğine sahip olanı ABD’nin Orta Doğu’ya fazla bağlı olduğu düşüncesidir. Bitmeyecek gibi görünen ABD askeri çatışmaları, inatçı problemler ve enerjinin kendi kendine yeterliliğinin artması, çok sayıda Amerikalıyı, Pasifik’e odaklanma düşüncesine itiyor.
Bu argümanla ilgili sorun, ABD’nin Asya’daki müttefikleriyle konuştuğunuzda ortaya çıkıyor. Enerji için neredeyse tamamen Orta Doğu’ya bağımlılar ve ABD’yi bölgeden uzakta yeniden dengelemenin onları huzursuzluğa itmesinden ve hatta Çin baskısına karşı daha savunmasız bırakacağından korkuyorlar. Daha basit bir dille ifade etmek gerekirse, ABD’nin Orta Doğu pahasına Çin’e daha fazla odaklanmasının kendi kendini yenilgiye uğratacağından endişe ediyorlar. Çünkü ABD’nin Orta Doğu’yu terk etmesi Çin’i Asya’da daha hegemonik hale getirecektir.
Enerji bu meselelerin tam merkezinde; hem Amerika Birleşik Devletleri hem de Çin için büyük bir sorunu teşkil ediyor. ABD dünyadaki en büyük enerji tüketicisidir ve Çin ikinci sırada yer almaktadır.
Asya ise çok farklı bir yerde. Güney Kore, fosil yakıtlarının yüzde 98’inden fazlasını ithal ediyor. Güney Kore ham petrol ihtiyacının yüzde 70 ila 80’ini, Japonya ise yüzde 90’ını Ortadoğu’dan karşılıyor. Bölgeden yapılan büyük miktarda doğal gaz ithalatı, Asya’nın Ortadoğu ile olan bağlarını daha da derinleştiriyor.
Çin ise ham petrol ihtiyacının yaklaşık yüzde 50’sini Ortadoğu’dan karşılıyor.
Çin – ABD dahil – yeni tedarik ilişkileri geliştirirken dahi, Ortadoğu en büyük petrol kaynağı olma özelliğini koruyor.
Çin, şu ana dek Ortadoğu’daki ilişkilerini ABD askeri varlığının gölgesinde geliştirmekten dolayı razıydı. Zira Pekin hırslarının mütevazı kapsamını açıklayarak herkese karşı dostça davranmaya çalıştı. Şüphesiz bu yaklaşım akıllıcaydı.
Amerika Birleşik Devletleri, Ortadoğu’dan çekilmek isteyebilir, ancak Asya orada hayati çıkarlar gördüğü sürece ABD’nin Asya’daki geleceği Ortadoğu’da da bir geleceğinin olmasını gerekli kılacaktır. Bu geleceği Amerikan çıkarlarına hizmet edecek şekilde şekillendirmek, Ortadoğu ve Asya’daki hükümetlerle birlikte çalışan Amerikalılara kalmıştır.
ABD politikası ve DEAŞ’ın Irak ve Suriye’de yeniden ortaya çıkışı
Ortadoğu Enstitüsü, ABD politikası ve DEAŞ’ın Irak ve Suriye’deki olası yeniden canlanışı hakkında bir makale yayınladı:
DEAŞ saldırılarının hem Irak’ta hem de Suriye’de artmasıyla birlikte, yaklaşan ABD başkanlık seçimleri, ABD dış politikasının DEAŞ’ın yeniden ortaya çıkış ihtimallerini nasıl ele alacağına dair bir dönüm noktası sunuyor. Bu makale, bu büyüyen sorunu tanımlıyor ve Kasım seçimlerinin sonuçlarıyla sınırlı olacak bir politika öngörüyor.
DEAŞ’ın Irak ve Suriye’deki saldırıları 2020’de çarpıcı bir şekilde artarak örgütün toprak, nüfuz ve kaynaklarını yeniden kazanma yeteneğini ve istekliliğini gösteriyor.
Covid-19’un ve ABD güçlerinin kademeli olarak geri çekilmesinin ardından güvenlik zaafları daha kötü bir hal aldı ve DEAŞ’ın daha özgürce hareket etmesine, DEAŞ’lı mahkumların hapishaneden kaçmasına, daha sofistike saldırılar gerçekleştirmesine ve sınır ötesi kaçakçılık yapmasına olanak sağladı.
Yaklaşan ABD başkanlık seçimleri aynı zamanda iki aday arasında farklı bir seçim hakkı sunuyor: Biri tutarsız ve parçalanan statükoyu koruyacağını, diğeri ise bölgede DEAŞ’ın geri kalanına karşı hafif ama etkili bir ayak izi süreceğini iddia ediyor.
İran’la yüzleşmek için bireysel bir misyondan uzaklaşan ABD hükümetinin koalisyon ortaklarını bölgede yatırım ve eğitim için harekete geçiren ve önce diplomatik yaklaşım dahil olmak üzere Iraklı ve Suriyeli ortaklarını desteklemek üzere çabalarını yoğunlaştıran bir dış politika izlemesi gerekiyor.
Trump yönetimi hüküm sürmeye devam ederken DEAŞ’ın yayılmayı sürdürmesi ve Irak ile Suriye’de daha fazla saldırı gerçekleştirmek için ekonomi ve sağlık sorunlarından faydalanması bekleniyor.
Seçim kampanyası sürecinde verdiği mesajlardan anlaşılacağı üzere; Biden yönetimi koalisyonu yeniden canlandıracak, ABD liderliğini yeniden kuracak ve yapılan anlaşmalara geri dönecek ve DEAŞ’ın geri kalanının temel küresel çıkarları tehdit etmesini engelleyeceği sonucu çıkarılabilir.
Mısır Biden’ın olası bir zaferine hazırlanıyor
INSS, Mısır’ın Biden’in zaferi olasılığına hazırlandığını anlatan bir makale yayınladı:
Yaklaşan ABD başkanlık seçimleri Mısır’da endişeye yol açtı. Medya kuruluşunun açıklamalarından da anlaşılacağı üzere asıl endişe, eski Başkan Yardımcısı Joe Biden’in seçilirse izleyeceği politikadır.
Biden, Mısır’da demokrasi ve insan haklarına daha fazla odaklanmayı planladığını zaten belirtti. Biden, Kahire’de Müslüman Kardeşler’e sempati duyan insanları kendi yönetimindeki kilit pozisyonlara atayabilecek biri olarak tanımlanıyor ve muhtemelen İran’la nükleer anlaşmaya geri dönecek.
Mısır’ın Donald Trump’ı Biden’a tercihine rağmen Kahire, adaylardan herhangi birine destek olarak yorumlanabilecek resmi bir tutum sergilemekten kaçınıyor. Bu arada, hem Mısır hem de ABD, Biden’ın seçilmesi durumunda aralarındaki gerilimi azaltmak ve ikili ilişkileri sürdürmeye önem vereceklerini belirtiyor.
İsrail’in ise gelecekteki herhangi bir yönetimde Kahire ve Washington arasındaki stratejik ilişkilerin sürmesine ilişkin çıkarları bulunuyor.
Biden’ın seçilmesi halinde İsrail’in Mısır ile ilişkileri için hem fırsatlar hem de riskler sağlayacaktır. Mısır’ın ABD ile ilişkilerindeki kargaşa, Kahire’nin, Washington’a giden yolun Kudüs’ten geçtiğine inandığı için İsrail’den yardım istemesine yol açacak gibi görünüyor.
Öte yandan Mısır ile ABD arasında ciddi bir sürtüşme yaşanırsa İsrail tehlikeli bir pozisyona girecektir. İsrail’in Kahire ile Washington arasındaki uzun vadeli stratejik ilişkinin sürmesinde menfaati vardır.
Gereklilik halinde İsrail, Mısır’ın Rusya ve Çin ile yakın ilişki kurmasının ABD ile ilişkilerini tehlikeye atmayacağına ikna etmesine yardımcı olabilir.
İsrail, Mısır’da demokrasiyi ve insan haklarını geliştirme çabalarının Müslüman Kardeşleri güçlendirmemesi için Washington’u ikna etmeye de yardımcı olabilir.
Ortadoğu’da kaydettiğimiz ilerlemeyi kaybedebilir miyiz?
American Enterprise, ABD’nin Ortadoğu’ya yabancılaşmasının etkisi üzerine bir makale yayınladı:
Açıkça söylenmese de, Obama’nın başkanlığının ilk günlerinde Beyaz Saray’daki ulusal güvenlik personeli Ortadoğu’ya zıt bir bakış açısına sahipti. Bakış açılarına göre, ABD’nin Sünni Arap güçleriyle yapacağı ittifaklara odaklanması, teröristlere ve diktatörlere karşı çok az somut ilerleme ve çok az barış getirdi. İlk olarak Şii politikasını uyguladı.
Buna ek olarak, hem Obama yönetimi hem de ardından gelen Trump yönetiminin açık bir zorunluluğu vardı: Ortadoğu’da yeni bir savaş olmayacak. Elbette bölgenin uluslararası ilişkilerde oy kullanma hakkı bulunuyor. Arap Baharı kargaşasının ortasında Obama, Libya diktatörü Muammer Kaddafi’yi devirmek için savaşa katıldı. Obama, görev süresi boyunca ABD kuvvetlerini Irak, Suriye ve Yemen’e gönderdi. Trump, askeri güçleri sahada konuşlandırmaya daha az meyilli olmasına rağmen, Suriye diktatörü Beşşar Esed’in kimyasal silah kullanmasına yanıt olarak İngiliz-Fransız-Amerikan ortak bombardımanını dikkate değer ölçüde denetledi. Obama gibi bazı ülkelerde ABD kuvvetlerinin varlığını önce güçlendirdi sonra zayıflattı.
Nitekim Donald Trump, Barack Obama ve ABD seçmeni; sorunlarla dolu Ortadoğu’dan uzaklaşarak önceliklerini başka bölgelere vermek istediler. Bu da ABD’nin çizgiden çıkışı anlamına geliyor.
Sünni Araplar ve Yahudilerin Şii İran ve kendisine vekalet edenlere karşı olan Ortadoğu’nun yeni görüntüsü, hem Obama’nın hem de Trump’ın politikalarından kaynaklanıyor. Ancak bölgede gelecekte daha kötü şeylerin olacağına dair korkular var. Seçimlere haftalar kaldı, ancak Arap liderler Biden başkanlığının kendileri için ne anlama gelebileceğinden daha şimdiden endişe içindeler.
Aslında, daha ciddi tehlike, birçok Obama müzakerecisinin yaptığı gibi, Biden’ın Ortadoğu danışmanlarının İran İslam Cumhuriyeti’ne umutsuzca sevmesi değil. Aksine, İran’ın Ortadoğu’yu kontrol etme çabaları ile ABD’nin eski müttefiklerinin güvenliğini kendi kontrolüne alması ve bunun da tehlikeli sonuçlara yol açması karşısında hiçbir şey yapmayacak olması.
İflasın eşiğindeki Sudan, İsrail’le barıştan ziyade ülke içindeki sorunlarla karşı karşıya
Wilson Center, Sudan’ın iç sorunları ve İsrail ile ilişkilerinin normalleşmesi üzerine bir makale yayınladı:
Sudan, bu yıl İsrail ile ilişkileri normalleştiren üçüncü Arap hükümeti olacağını tek bir nedenden ötürü kabul etti: Sudan kırıldı ve iflasın eşiğinde. Sudan, tamamen Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelen milyarlarca dolarlık yardıma bağlı. Bununla birlikte, İsrail açılımı ayrıca bir tartışma konusu olan Sudan’da, devletin askeri yönetimden sivil yönetime geçme konusundaki son girişimlerini hayal kırıklığına uğratabilir.
Sivil demokratik yönetim, ülkenin kronik ekonomik ve politik sorunlarıyla başa çıkmada askeri diktatörlükten daha başarılı olmadığını kanıtladı.
Sudan’daki mevcut karma askeri-sivil yönetim, dayanılmaz bir gıda, ilaç ve benzin kıtlığına yol açan, ekonominin bir başka felaket askeri kötü yönetiminden doğan bir projedir. İşler o kadar kötü hale geldi ki, binlerce Sudanlı genç, İran destekli Husi isyancılara karşı Yemen’de Suudi destekli hükümet adına savaşan paralı askerler olmak için kayıt yaptırdı.
Ağustos 2019’da kurulan askeri-sivil geçiş hükümeti, güç paylaşımına yönelik riskli bir girişimi teşkil etmeye devam ediyor ve başka bir ayaklanmayı tetiklemeden zorlu ekonomik reformları gerçekleştirme gücü belirsizliğini koruyor. Sudan’daki geçiş hükümeti, birçok büyük siyasi partinin, demokrasi yanlısı aktivistin, İslamcıların ve geçen yıl sokağa dökülen gençlerin karşı çıktığı İsrail ile normalleşmeyle başa çıkmakta da zorluk çekecek.
Sudan’daki geçiş hükümetinde siviller ve ordu arasında gelecekteki herhangi bir çatışmada, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, askeri yönetimi tercih ettikleri ve Sudanlı generallerin İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye daha meyilli olduğuna inandıkları için orduyu destekleyecektir.
Devrimden bir yıl sonra: Irak’ta göstericilerle ilgili görüşler
Chatham House, Iraklılarıların protestoculara ilişkin görüşlerini içeren bir makale yayınladı:
Irak’ta 2003 sonrası rejimde belirgin hale gelen yolsuzluklar, ekonomik gerileme ve bitmek tükenmek bilmeyen şiddetli çatışmaları kınayan yaygın protestoların patlak vermesinin üzerinden bir yıl geçti. Protestoların yıldönümünde sokağa dökülen binlerce Iraklı, şikayetlerini dile getirmek ve kendilerini hayal kırıklığına uğratan siyasi sınıfa karşı devrim çağrısı yapmak için Bağdat meydanlarına ve güneydeki meydanlara indi.
Ancak, 2019 yılında aylarca meydanlarda kalan protestocular, bu sefer toplanıp evlerine döndü.
Iraklıların çoğu protestolarla ilgili ne düşünüyor? Halkın protesto hareketine ilişkin görüşlerini daha iyi anlamak için, Chatham House Irak Girişimi projesi kapsamında 1200’den fazla Iraklı üzerinde bir anket başlattı. Yanıtlar, halkın büyük çoğunluğunun protestolara sempati duyduğunu ve mevcut rejime karşı aynı şikayetleri paylaştığını gösteriyor ki bu, son görüşmeler ve toplantılarla desteklenen bir bulgu.
Iraklılara, protestocular hakkında ne düşündükleri sorulduğunda, yanıt verenlerin yüzde 83’ü ya hepsinin haklı olduğunu ya da çoğunun haklı olduğunu belirtirken, sadece yüzde 10’u protestoların tamamının ya da çoğunun “sabotajcı” olduğunu düşünüyor. Bu ifade ise siyasi kesimden bazı isimlerin protestocuları itibarsızlaştırmak için kullandığı bir ifade.
Ulusal düzeyde, hükümette yolsuzlukla mücadele; en yaygın gerekliliktir. Bunu iş fırsatları sunma ve iyileştirilmiş hizmet anlayışı izler. Kerkük; ankete katılan bölgeler arasında yolsuzluk meselesi yerine hizmet şartlarının iyileştirilmesi ve iş fırsatlarının sağlanmasını talep eden tek bölge idi. Bu durum; Kerkük’teki tehlikeli insani durum göz önüne alındığında sürpriz değildir. Özellikle de bölgenin fakir olan güney kısımlarında.
İlginç bir şekilde, yapılan anketteki tüm bölgelerde, cinsiyetlerde ve yaşlardaki halkın gözünde öncelikler listesinin en altında seçim reformu ve erken seçimler yer alıyor. Anketlerin çoğunun erken seçim önerisi ortaya atılmasından önce; Temmuz ayında yapıldığını belirtmek gerekir.
Nüfusun çoğunluğu, hükümetin aynı rejimi ve seçkin kesimi güçlendiren seçimlerden ziyade yolsuzluğu hedef alan reformlara yoğunlaşmasını tercih ediyor gibi görünüyor.
Suudi Arabistan ve İsrail ile normalleşme
INSS, Suudi Arabistan ve İsrail ile ilişkilerin normalleşmesine ilişkin bir makale yayınladı:
Suudi Arabistan Krallığı, İsrail’e karşı tavrını kademeli olarak değiştiriyor ve tam manasıyla ikili ilişkilerle sonuçlanabilecek bir sürecin temelini atıyor. İsrail, kendi askeri üstünlüğünde bir erozyona yol açmadığı sürece; Suudi Arabistan Krallığı’nın ekonomik, dini ve politik önemi nedeniyle normalleşme konusunda ilgi gösteriyor.
Bununla birlikte, Riyad’ın çeşitli iç ve dış tabularının yanı sıra bir dizi özel hassasiyetleri de bulunmaktadır. İsrail ile ilişkiler meselesi, Suudi Arabistan Krallığı için öncelikle Krallık’ın iç istikrarı ve bölgesel statüsü ile ilgilidir.
Şu anda İsrail ile tam normalleşmenin çok uzak bir adım olarak görülmesi olası bir durumdur. Özellikle İsrail’le normalleşmeye hala çoğunlukla karşı çıkan kamuoyuna rağmen “Yavaş ilerleyen normalleşme”ye eşdeğer kısmi icraatler de dahil böyle bir anlaşma için hazırlıkların yapılmadığı anlamına gelmiyor.
Her halükarda, anlaşmayı değerlendirirken, Suudi Arabistan iki ana kriteri test etmeye çalışmalıdır: Normalleşme (Abraham) anlaşmalarının başarısı ve İsrail ile Filistinliler arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi.
Normalleşmeyi teşvik etmesi beklenen muhtemel diğer faktörler ise ABD’nin Suudi Arabistan’a gelişmiş silahlar satma anlaşması ve Krallık’taki iç değişikliklerdir.