Araştırma

Biden döneminde ABD-Türkiye ilişkilerinin ön okuması

PDF OLARAK PAYLAŞ
PDF'i indirmek için tıklayınız

Özet

  • Biden’ın başkanlığının ilk döneminde, Covid-19 salgını, ekonomik sorunlar gibi ABD’nin iç meselelerine öncelik vereceği açıktır.
  • Dış politika açısından, ABD’nin meşgul olduğu diğer dosyalara kıyasla Ortadoğu’nun öncelikli olması beklenmiyor. Bu dosyaların başında ise; Çin, Rusya, Avrupa Birliği ile ilişkiler ve ABD’nin uluslararası sistemde yeniden konumlandırılması geliyor.
  • Türk-Amerikan ilişkisini belirleyecek önemli faktörlerden biri, Türkiye’nin bugün dünyayı meşgul eden birçok konuda uluslararası veya bölgesel bir aktör olarak oynadığı roldür. Çin, Rusya veya Avrupa Birliği gibi büyük güçler bu rolün taraflarından biridir.
  • ABD ile Türkiye arasındaki ilişkiler karmaşık ve değişkendir. Nitekim geçtiğimiz birkaç yıl, bir yandan Türkiye’nin neler yapabileceğinin gerçek bir sınavıydı, öte yandan ABD ve Batı için Türkiye’nin rolünün önemini ortaya çıkardı.
  • Her iki tarafın da açıkladığı eğilimlere göre ABD ve Türkiye -en azından- birçok stratejik hedefi paylaşıyor. Ancak, bu hedefler üzerinde çalışmak için uygun mekanizma kurma konusunda iki tarafta başarısız oldu.
  • Türkiye açısından Obama dönemi, ABD’nin Türkiye’ye benzeri görülmemiş ihmallerin ve kabul edilemez ihlallerin yapıldığı bir dönemdi. Trump yönetimi bölgedeki çoğu konuda Türkiye ile daha çok etkileşim halindeydi. Ancak Trump’ın bu etkileşimi her zaman olumlu değildi. Çoğunlukla olumsuz olan bu etkileşim iki ülke arasındaki güven seviyesini önemli ölçüde düşürdü.
  • Hem ABD hem de Türkiye, Soğuk Savaş’tan bu yana dramatik bir şekilde değişmiş olsa da o zamandan beri birbirlerine ilişkin intibaları değişmedi. Türkiye hala ABD’yi iç politikalarını kontrol etmeye çalışan bir unsur olarak görürken ABD Türkiye’yi kendi jeopolitik mücadelesinde bir araç olarak görüyor.
  • Biden’ın karşılaşacağı gerçeklikler, Obama dönemindeki gerçekliklerden farklıdır. Dolayısıyla çoğunluğun düşündüğü gibi Biden’ın Ortadoğu politikasının Trump’ın politikalarının tamamlayıcısı veya benzeri olması beklenmeyebilir. 

Giriş

Biden’ın ABD Başkanı olarak görevini üstlenmesi ve adaylık döneminde Trump ve Biden’ın sergilediği tutumun gözden geçirilmesiyle, 2020 sonrasında ABD dış ilişkilerinde paradoksal bir fark olacak gibi görünüyor. 

Ankara, Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz gibi Türkiye’nin rolünün öneminin ortaya çıktığı uluslararası meselelerde iki taraf arasındaki iş birliği fırsatlarını sınırlayan bağımsız bir dış politika izliyor. Biden yönetiminde; Rusya, İran, göç meselesi ve batı ilişkiler de iki ülke arasında ele alınacak konular arasında yer alıyor. 

Dolayısıyla bugün Türk-Amerikan ilişkileri ile ilgili önemli soru şu:

Türkiye’nin yükselen uluslararası rolü ve Biden yönetiminin Beyaz Saray’a gelmesiyle Türk-Amerikan ilişkilerinin eğilimleri ve karşı karşıya olduğu zorluklar nelerdir?

Ortak paydalar ve çetrefilli dosyalar 

Siyasi analistler, Türkiye’nin Batı için ne kadar önemli olduğunu tekrar edip durdular. Ancak son birkaç sene, bir yandan Türkiye’nin neler yapabileceğinin diğer yandan ise ABD ile Batı için Türkiye’nin rolünün öneminin gerçek bir sınavı idi.

Her iki taraftan sorumluların da belirttiği gibi ABD ile Türkiye arasındaki ilişkiler karmaşıktır. Uzun yıllardır devam eden ittifaklarına büyük değer veren iki ülke, Irak’tan DEAŞ’a ve Balkanlar’a kadar uzanan birçok konuda iş birliği yapmaktadır. Ancak aynı zamanda birbirlerine yeterince güven(e)meyen bu ülkeler, bazen birbirlerini cezalandırıyor, alenen kınıyor ve Kürtlerden NATO’ya, İsrail’e kadar bir dizi meselede sürekli savaşıyorlar.

Aslında Türkiye, demokrasiyle yönetilen; Müslüman çoğunluğa sahip tek laik ülkedir ve serbest piyasa ekonomisini benimser. NATO gibi Batı merkezli kurumlarla nispeten eski bağlara sahiptir. Nitekim Türk Silahlı Kuvvetleri, NATO’nun en büyük ikinci askeri gücüdür. Bosna, Somali, Kosova ve Afganistan’a kadar uzanan savaş bölgelerindeki çok taraflı çatışmalarda istikrarın sağlanması için barış operasyonları düzenleyerek modern savaş deneyiminde etkileyici bir geçmişe sahiptir.  ABD ve Türkiye arasındaki ortaklığın temeli, ikili ticaret ve  yatırıma ek olarak, NATO, güvenlik ve Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası çevredeki ekonomik, askeri ve kültürel etkisi gibi diğer meselelere dayanmaktadır. İklim değişikliği tehdidi, salgın hastalıklar ve Türkiye’nin Karadeniz’i Ortadoğu, Balkanlar ve Güney Kafkasya’yı birbirine bağlayan Avrasya coğrafyasındaki kritik konumu da iki ülke arasındaki ortaklığın temellerindendir. Tüm bu meseleler, ABD ve Türkiye arasındaki ikili iş birliği ve ittifak için önemli bir temel oluşturmaktadır.

Suriye meselesi gibi daha detaylı bir düzeyde iki ülkenin vizyonlarının kesişmesi, birlikte yakın çalışmaya yol açacaktır. Nitekim hem Washington hem de Ankara; Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyan, Rus askeri hareketini kısıtlayan ve sivillere yönelik daha fazla zulmün önüne geçmek için Esed’siz bir siyasi bir geçişi savunmaktadır.

Her iki tarafın da beyan ettiği eğilimlere göre ABD ve Türkiye’nin -en azından- birçok stratejik hedefi paylaştığı söylenebilir. Ancak, bu hedefler üzerinde çalışmak için uygun mekanizma kurma konusunda anlaşma sağlayamadılar.

Siyasi ve ekonomik açıdan bakıldığında, iki ülkenin kısa ve uzun vadede hedeflerine ulaşmak için çalışma ile geçen uzun bir geçmişe sahip olduğunu söylemek mümkündür. Her iki hükümet de kısa vadeli hedeflerinden bazılarına pozitif ikili iş birliği olmadan ulaşabilirken, birbirinden ayrı çalışmanın maliyeti her iki taraf için de yüksek olacaktır.

Örneğin, Mart 2003’te Bush yönetimi Türk parlamentosunu kuzey Irak’ta cephe açması için kuvvet konuşlandırmaya ikna edemeyince, Amerikalılar bu kararın askeri ve ekonomik maliyetlerini üstlenmek zorunda kaldı. ABD güçleri nihayetinde Saddam Hüseyin’i ve rejimini devirmeyi başardıysa da, Türk iş birliği olmadan daha büyük zayiat verdi, daha fazla maliyet harcandı ve en önemlisi, uzun vadede istikrarlı bir Irak hedefi kaybedildi. İran, ABD-Türkiye iş birliğinin başarısızlığından kaynaklanan boşluğu doldurdu ve tüm dünya hala bu sonucun olumsuz dış etkilerinden muzdarip durumda.

Bugün Suriye, Libya, Yemen, Lübnan ve Doğu Akdeniz çatışmalarla dolu bölgeler haline geldi. Türkiye ve ABD birlikte çalışsa ve birbirlerinin meşru endişelerini anlarsa, tüm bu çatışmaları yönetmek daha kolay olurdu.

Washington, PKK ile bağlantılı Kürt milislerle çalışmaya devam ederken, Türklerin kendi sınırında bu milislerden oluşan bir askeri güç fikrini zamanla kabul etmelerini umut etmiştir. Ancak Washington tarafından uygulanan bu strateji genellikle doğru bir strateji olmamıştır. Öte yandan, Türkiye’nin Rus yapımı savunma sistemlerini satın alması, Batılı bir alternatif üzerinde anlaşma sağlanamamasına bir tepkidir. Türkiye’nin Beşşar Esed’i ve Suriye’deki rejimi desteklemesine rağmen Rusya ile ilişkisini üst düzeye çıkarması Türkiye açısından da doğru bir yaklaşım gibi görünmüyor ve ABD’nin çıkarlarına hizmet etmiyor.

Ortak bir zemin bulmak her iki ülkenin de çıkarınadır. Aksi halde bölgedeki çoğu kargaşa daha fazla maliyete ve karmaşıklığa sebep olacak demektir. İki taraf arasındaki ilişkiyi zorlaştıran çetrefilli konular arasında şu meseleler yer almaktadır:

S-400 meselesi

Biden’ın niyetinden bağımsız olarak bu konu şu anda Biden için Türkiye ile ilgili en ivedi karar olarak görülüyor. Türkiye’nin, NATO’nun S-400 sistemini harekete geçirme konusundaki endişelerini gidermek için ABD ile teknik tartışmalar yürütmeyi teklif ettiğini unutmamalıyız. Bu teklif; Rusya’nın S-400 aracılığıyla yeni nesil F-35 savaş uçakları hakkında istihbarat toplama olasılığını da içerir. S-400’ün varlığının F-35’lerin Türkiye’ye ihracatının engellenmesi anlamına geldiğini vurgulayan Trump’ın reddettiği mesele de buydu. Son zamanlarda ABD’nin bu konuyla ilgili Türkiye’ye uyguladığı yaptırımlar bulunuyor ve ABD tarafında bariz bir gerginlik var. Aynı zamanda, pek çok Amerikalı politikacının gereksiz bir taviz olarak nitelediği ABD’nin Türklere tatmin edici bir alternatifi sunmadıkça Türkiye bu konuda kayıtsız bir tutum sergilemeye devam ediyor ve geri adım atmayacak gibi görünüyor.

Suriye meselesi

ABD’nin Türkiye ile gerginlik yaşaması beklenen bir diğer konu ise Suriye. 2014 yılında Obama’nın ikinci döneminde ABD, DEAŞ’a karşı savaşta Suriye Demokratik Güçleri ile bağlantılı YPG’yi (Halk Koruma Birlikleri) desteklemeye karar vermişti ve Trump döneminde ABD bu milisleri doğrudan silahlandırdı. Türkiye ile uzun yıllardır savaş halinde olan bu milis ve gruplara yönelik bu ilişki ve destek, PKK’yı terör örgütü olarak sınıflandıran Türkiye ile ilişkilerde büyük gerilim yarattı.

Türk medyası, ABD’nin Ekim 2020’ye kadar bu milislere çoğunluğu güvenlik ve askeri teçhizattan oluşan 400 milyon dolarlık yardım sağladığını iddia ediyor.

Türkiye açısından sorun; ABD’nin Suriye’ye müdahalesi veya varlığı değildir. Türkiye; Suriye meselesinde kendisini herhangi bir taraftan destek almaya ve koordinasyon sağlamaya yetkili bir ortak olarak görmektedir. Ancak ABD’nin destek aldığı bu taraf, yalnızca Türkiye tarafından değil, ABD ve birçok Avrupa Birliği ülkesinde terörist listesinde dahil olduğu için sorun teşkil etmektedir. 

Özellikle Türkiye’nin Suriye’deki krizin başlangıcından beri bölgede olup bitenlerden büyük ölçüde etkilendiğini, topraklarında terör saldırıları ve sınırlarındaki çatışmalardan muzdarip olduğunu anlamamız gerekiyor. Eylül 2014’te ABD liderliğindeki koalisyona katılan ve 2015 yılında Amerikan güçlerinin DEAŞ’a saldırması için üslerini açan Türkiye, birçok DEAŞ saldırısına maruz kaldı. Bu nedenle Türkiye’nin ABD tarafından en güvenilir ortak olarak görülme hakkına şaşılmamalıdır. Ancak ABD, Türkiye’yi; Türkiye’nin görmesini istediği gibi görmemektedir. 

Akdeniz’de Türk-Yunan çekişmesi

Yunanistan ile Türkiye arasındaki çekişme, her iki tarafın da giderek daha agresif bir söylem benimsemesi ve deniz sınırlarıyla ilgili anlaşmazlıklar nedeniyle son dönemde yoğunlaştı. Avrupa Birliği ve NATO aracılığıyla yapılan diplomatik müdahale, gerginliğin geçici olarak yatışmasına yardımcı oldu. Şimdi Biden’ın bu bölgedeki politikasını tüm müttefiklerinin istikrarını ve güvenliğini güçlendirmeye yoğunlaştırması gerekiyor. Bu amaçla hem Ankara hem de Atina’daki politika yapıcıları kalıcı bir çözüm için müzakereye çağırmalı.

ABD, her iki başkentle ilişkilerinden yararlanarak onları müzakerelere oturmaya ikna etmenin bir yolunu bulmalı. Arabuluculuğa hazır olan üçüncü taraf Avrupa Birliği ülkeleridir. Mesela Almanya. Ancak Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne üyeliği ve AB ile Türkiye arasındaki ilişkinin niteliği göz önüne alındığında, Almanya bu konuda tarafsız görünmüyor. Aynı şekilde, Fransa gibi bazı ülkelerin müdahalesi tansiyonu yükseltti. ABD’nin güçlü müttefiki İsrail de bu meseleye müdahil oldu. 

Türkiye açısından, bu bölgede üzerinde çalışılacak herhangi bir çözüm, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki uluslararası karar mekanizmalarına katılımını içermelidir. Bölgenin en büyük ekonomisi ve büyüyen bir güç olarak Türkiye’nin bu organlardan herhangi bir şekilde dışlanması, bölgedeki doğalgaz kaynaklarının yatırım ve ihracatını riske atacak. Türkiye’nin dışlanmayı kabul etmeyeceği ve buna boyun eğmeyeceği açık. Türkiye’ye bu statüyü verebilecek tek güç ise ABD.

Libya’daki çatışma

Libya meselesi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını yakından ilgilendiren çetrefilli konulardan biridir. 2020’nin başında Türkiye, Libya’ya Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin yanında yer alarak müdahale etti ve Hafter ile mücadelenin gidişatını değiştirdi.

Libya’da durumu karmaşık kılan, Libya’daki ABD politikasının net olmamasıdır. ABD yönetimi genel olarak Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni desteklerken, Trump, General Hafter hakkında kendisine yakın ve güçlü bir lider olma konusunda olumlu mesajlar verdi. 

Biden yönetiminin Hafter ve Libya’daki duruma ilişkin daha akılcı bir tutum sergileyerek özellikle birçok insan hakları ihlali ve zulüm yapmakla suçlanan Hafter’e destek söyleminden vazgeçip vazgeçmeyeceği henüz bilinmiyor.

İhmal döneminden ‘güvensizlik’ dönemine

Obama ve Trump döneminde Türkiye’ye yönelik diyalog yaklaşımını karşılaştırdığımızda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bazı büyük ABD gazetelerinde yayınlanan makalelerinde belirttiği gibi; Türkiye’nin Obama döneminde olduğu kadar, askıda bekleyen acil dosyaların ABD tarafından büyük bir soğukluk ve ihmal hissettiği dönem olmadı. Trump dönemi ise- iki ülke arasındaki ilişkilerin doğasına hâkim olan kişisel temaslara rağmen – düşük güven dönemi olarak değerlendirilebilir. Nitekim iki taraf arasındaki güven seviyesi, daha önce görülmediği kadar gerilemiştir. 

Örneğin, Türkiye için hassas konulardan biri olan Filistin meselesi ve Türkiye-İsrail ilişkileri konusunda, ABD her zaman Türkiye ile İsrail arasında arabuluculuk rolü oynamış ve Nisan 2013’te Obama’nın müdahalesi Netanyahu’yu cevap vermeye zorlamıştır. Netanyahu, Mavi Marmara’ya yapılan saldırı sonrası öldürülen Türk vatandaşları için özür dilemiştir. Bu müdahale, ABD’nin oynadığı rolün biçiminin önemli bir örneğidir. ABD liderliğindeki görüşmelerde gizli bir taraf olduğu da bilinmektedir. ABD, 2016 yılında Türkiye-İsrail yakınlaşmasına vesile oldu. Öte yandan Trump yönetiminin Amerikan büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı ile sonuçlanan yaklaşımı Türkiye tarafında güven kaybına yol açmıştır. Trump’ın Golan Tepeleri’nin İsrail’e ilhak edilmesine ilişkin bir karara daha imza atması, aynı güven kaybını yenilemiştir. 

Türkiye-ABD ilişkilerinde güven problemi olduğunu gösteren bir diğer örnek, Washington’un ilişkilerini yönetme şekli ve Körfez bölgesindeki rolü ile ilintilidir. Trump yönetimi, Riyad ve Doha arasındaki kriz sırasında 2017’de Suudi Arabistan Krallığı ve Birleşik Arap Emirlikleri yanlısı bir politika izleyerek, Trump Katar’ı “Yüksek düzeyde terörizm finansörü” olarak tanımlamıştı. Türkiye ise Katar’a birliklerini göndererek bu güçlerini askeri üslerde konuşlandırdı. Türkiye, Katar ile arasında çeşitli alanlarda iş birliği seviyesini yükseltti.

Üçüncü örnek ise, Türkiye’nin Trump döneminde ABD ile ilişkilerinde büyük sorunlar yaşadığı ve Trump yaklaşımının Türk ekonomisi üzerinde çok kötü bir etkisi olduğu için ticari ilişkilerin yönü ile ilgilidir. Trump döneminde alınan kararlar ve yaptırımlar hatta Başkan tarafından atılan tweetler Türk Lirasının çöküşüne ve Türk ekonomisinin zayıflamasına yol açmıştır.

Tüm bu örneklere rağmen birçok çevrede hakim olan Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşarak, Batı’dan ve ABD’den uzaklaştığı algısı yanlıştır. Çünkü Suriye, Libya ve Karabağ’da rejimlere karşı muhalif olan ve İran ve Rusya’ya karşı savaşan tek güç Türkiye’dir. Türkiye, Sadece Ortadoğu ve Akdeniz’de değil, Karadeniz ve Kafkasya’da da Ukrayna ile askeri ortaklığını derinleştirerek; Gürcistan ve Azerbaycan ile üçlü iş birliği yaparak Rusya’nın saldırganlığını püskürtmeye hazır olduğunu göstermiştir. Türkiye, tüm bunları Batı desteği olmaksızın gerçekleştirmiş ve Rusya ile olan sorunlarının çoğunu çözmüştür. 

Biden’ın öncelikleri ve Türkiye ile ilişkileri

Gözlemciler, görev süresinin ilk günlerinde Biden’ın Covid-19’dan ekonomik toparlanmaya, ekonomik çarkın geri dönüşüne ve genel olarak yaşam çarkına öncelik vermesini ve dış politikanın; iç sorunların ardından gelmesini bekliyor.

Dış politika söz konusu olduğunda dahi, Ortadoğu, Hint-Pasifik, Çin, Avrupa, Güney ve Kuzey Amerika ile transatlantik ilişkilerin canlandırılması meselesine kıyasla Biden’ın birincil odak noktası olmayabilir.

Biden ve Erdoğan aynı tür bir siyasi pragmatizmi paylaşıyor. Bu nedenle, Biden Dışişleri ve Pentagon gibi Amerikan kurumlarındaki teknik uzmanların görüşlerini takip etme eğiliminde, S-400 savunma sistemi gibi konularda Türkiye’ye karşı daha sert duruşlar sergileyebilecek olmasına rağmen iki lider iyi bir şekilde iş birliği yapabilir. 

Bu, Biden’ın 2019 sonlarında Erdoğan’ın görevden alınmasıyla ilgili açıklamalarındaki saldırgan tavrına ve 2020’de Türkiye’nin Yunanistan ve Kıbrıs ile deniz sınırı anlaşmazlıkları ve Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaş bağlamında Türkiye’yi “şımarttığı” ifadeleriyle Trump’ı suçlayan tavrına gerekçe olabilir. 

Tüm bunlara rağmen, Başkan Biden’ın Türkiye ile NATO arasındaki ilişkinin stratejik önemini er ya da geç fark etmesi bekleniyor. Özellikle de Türkiye ile Ukrayna arasında savunma sanayi alanında yapılan askeri gemi, uçak ve insansız hava araçlarını içeren anlaşmaların önemini idrak etmesi bekleniyor. Türkiye aynı zamanda Gürcistan’ın NATO üyeliğinin sadık destekçilerinden biridir.

Öte yandan ABD şu anda büyük güçlerle (Çin ve Rusya) yoğun rekabet dönemlerinden birini yaşıyor. Bu rekabet şu ya da bu şekilde yeni Amerikan yönetiminin dünyaya bakış açısını oluşturacak. Bu durum, Biden’ın Pekin ve Moskova ile İran ve Kuzey Kore gibi diğer daha küçük düşmanlarını dizginlemek için yetenekli müttefiklere ihtiyaç duyacağı anlamına geliyor.

Kuzey Kore, Çin ve diğer ülkelerle olduğu gibi, tanımlanmış ulusal çıkarlara dayalı ikili ilişkiler yoluyla çetrefilli sorunları ve farklılıkları ele alma eğiliminde olan Başkan Trump ile karşılaştırıldığında – Biden konuşmalarında ve önerilerinde her zaman dış politika hedeflerine ulaşmak için “müttefiklerle iş birliği”, “çoğulculuk” ve “değerlere odaklanmanın” önemine vurgu yaptı. Bu durum Türkiye ile ilişkilere olumlu yansıyabileceği gibi, Türkiye’nin benzersiz katma değerinin çok kutuplu küresel sistemde uluslararası kuruluşlar tarafından tanınmasını sağlayacak önemli bir yaklaşımdır. Dolayısıyla, sadece çıkar odaklı ikili ilişkilere yoğunlaşan bir ortamdan ziyade; değer odaklı bir ortamda Türkiye’nin masaya getirdiği kültürel ve dinsel çeşitlilikten yararlanmak daha kolay olacaktır.

Öte yandan, ABD’deki belli bir siyasi tabakanın demokrasinin “kurtarılması” gerektiğine ve Amerikan yönetiminin bunu yapması gerektiğine inandığı Türkiye’de, yeni kurulan Biden yönetimi, Türkiye’de insan hakları ve demokrasi dosyasını yeniden açmak zorunda görünüyor. Ancak gerçek şu ki, ABD müdahalesinin sınırları var. Sürekli bir reform vurgusu yapmanın dışında, Washington’un Türkiye’de bir iç değişim unsuru olması beklenmiyor. Daha doğru bir tabirle, Amerika Türkiye’de bazı sınırlı meselelerde fark yaratabilir. ABD konsolosluğu çalışanlarının tutuklanması gibi belirli sorunlarda sesini yükseltebilir, ancak muhalefeti yeniden şekillendiremez, seçimleri etkileyemez veya egemen sınıfın yerine geçemez. Ancak seçimlerde daha fazla şeffaflık ve yönetimde daha sağlam demokrasi vurgusu yapabilir.

Sonuç ve çıkarımlar

Biden, ABD dış politikasının Trump döneminde zarar gördüğüne gerçekten inanıyor ve bunu düzeltmek istiyorsa, ABD dış politikasında gerçek bir değişim yaratması gerekiyor. Böylece Washington bölgede daha dengeli bir rol oynayabilir. Hem ABD hem de Türkiye, Soğuk Savaş’tan bu yana önemli ölçüde değişmiş olsa da, o zamandan beri birbirleriyle ilgili imajı değişmedi. Türkiye hâlâ Amerika’yı kendi iç politikalarını kontrol etmeye ve “Yöneticileri ve iktidarları belirleyen” rolünü oynamaya çalışan bir unsur olarak görürken, ABD Türkiye’yi kendi başına uluslararası bir aktör yerine hâlâ büyük jeopolitik mücadelesinde bir araç olarak görüyor.

Biden’ın Türkiye ve Ortadoğu politikasına ilişkin tahminlerin çoğuna göre, yeni başkanın Obama’nın yaklaşımından çok farklı olmayacağı varsayımına dayanmaktadır. Ancak Biden’ın bugün karşı karşıya olduğu gerçekler, Obama’nın dönemindeki gerçekliklerden farklı. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler Obama dönemindekinden çok daha ileriye gitmiş durumda. Türkiye’de idari, ekonomik ve siyasi anlamda pek çok gelişme yaşandı. Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası konumlanmaları büyüklük ve nicelik bakımından Obama dönemine göre büyük ölçüde farklılık gösteriyor. Özellikle de Suriye ile ilgili olarak, son dönem, Türkiye’nin müdahalesinin Beşşar Esed güçlerinin ilerlemesini durdurmayı ve bölgedeki tırmanışı azaltmayı başardığını kanıtladı. Ancak şu ana kadar kabul edilebilir bir nihai çözüme ulaşmayı başaramadı.

Bu, ABD’nin Ortadoğu veya Türkiye’ye yönelik dış politikasının temellerinin değişeceği anlamına gelmez. Biden yönetimi Türk-ABD ikili ilişkilerini etkileyen çok sayıda meseleyi nasıl ele alırsa alsın, Türkiye, ABD’nin çok taraflılığından ve değerlerine daha fazla odaklanmasından uzun vadede stratejik olarak kesinlikle fayda sağlayacaktır. Çünkü bu yöntem, Türk çıkarlarının işleyişi açısından daha faydalıdır.

Tüm bunlara rağmen, iki taraf arasında pek çok çetrefilli mesele bulunuyor. Biden’ın dış politika yaklaşımının iki ülke arasındaki ilişkiler açısından birçok olumlu yönü olabilir. Ancak bu yaklaşımı Kongre içinden veya kendi yönetiminden gelen “Türkiye’de demokrasiyi kurtarma” çağrılarıyla da uyumlu hale getirmek zorunda kalacak ve bu çağrılar, iç politikadaki öncelikler gibi bir mesele haline gelecektir.

İki taraf arasındaki ilişkiyi çeşitli düzeylerde ele alacak olursak; örneğin Türkiye için önemli bir husus olan ekonomik boyutu- ikili ticaret veya serbest ticaret anlaşması kapsamında belirlenen 100 milyar dolarlık hedefe doğru pratik ilerleme yavaşlayacaktır. Bu hedefe yakın zamanda ulaşılmasını beklemiyoruz.

Dolayısıyla: Türkiye’nin Biden’dan ve yeni ABD yönetiminden umabileceği şey en fazla Trump’ın pervasız yaklaşımı sürdürmemesidir. Aynı zamanda Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerde genişleyen bir uçurumun oluşmasına neden olan Obama yönetiminin ihmalkar yaklaşımı gibi de olmayacaktır.

Bir başka deyişle, ABD’nin Biden dönemindeki Türkiye ile ilişkileri, çoğunlukla Obama döneminden daha etkili ve daha az çatışmacı; Trump döneminden ise daha pragmatik olacaktır.

Diğer bir deyişle: 

Obama döneminden daha dinamik, Trump döneminden daha az dramatik olacaktır. 

Anadolu Yakın Doğu Araştırma Merkezi

Anadolu Yakın Doğu Araştırma Merkezi

İlgili Makaleler

Bir Cevap Yazın

Başa dön tuşu
%d blogcu bunu beğendi: