Analiz
Trend

Süleymani Suikastı: Ucu açık sorular

Giriş

3 Şubat 2020 Cuma gecesi saat 1 sularında 2 drone Bağdat Havalimanı’ndaki tören salonundan yeni çıkan küçük bir konvoyu bombaladı. Konvoyda İran, Şam’dan gelen önemli bir heyet ile onları karşılayan Iraklı isimler yer alıyordu.

Bombardıman, İran Devrim Muhafızları’nın önemli komutanı Kasım Süleymani ve beraberindekilerin öldürülmesiyle sonuçlandı. Mehdi Mühendis lakabıyla bilinen Cemal Cafer Muhammed Ali Al-İbrahim (Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı ve Irak’taki en etkin isimlerdendi), Samir Abdullah (2008’de suikaste uğrayan önemli Hizbullah liderlerinden İmad Muğniye’nin yakını) Kasım Süleymani’nin kızının eşi (ismi zikredilmedi), Muhammed Rıza El-Cabiri (Haşdi Şabi Heyeti’ndeki Protokol Sorumlusu), Hasan Abdulhadi (Haşdi Şabi Heyeti, Muhammad El-Şeybani (Haşdi Şabi Heyeti) Haydar Ali (Haşdi Şabi Heyeti)

Bu isimlere ek olarak, Süleymani’ye eşlik eden İranlı 4 subay da suikasta kurban gidenler arasındaydı: Tuğgeneral Hüseyin Caferi, Albay Şehrud Muzafferi, Binbaşı Hadi Taromi ve Yüzbaşı Vahid Zamanyan.

Süleymani ve beraberindekilerin öldürüldüğü operasyon -Mavi Şimşek- olarak anılmaya başladı. Büyük bir savaş çıkacağına yönelik korkuya neden olan bu operasyon, büyük ölçüde bölgeyi istikrarsızlaştıracak, çok büyük kayıplara yol açacaktı.

Operasyon, İran’ın bu tür bir saldırı karşısında askeri yetenekleri ve yanıt verme kabiliyeti hakkındaki teorileri test etmek için uygun bir fırsattı. Ancak, İran’ın ABD ve müttefiklerine karşı çıkarlarını savunmak için gerçek bir savaş yürütme yeteneğinin beklendiği kadar büyük olmadığı ortaya çıktı. Dahası, İran’ın oldukça sert olan medyatik askeri tepkileri de hiçbir zaman sahada gerçek bir adım atılarak fiiliyata dökülmedi.

İranlı siyasi ve askeri yetkililerin tehdit ve intikam dolu açıklamalarının ardından, İran’ın tepkisi, Irak’taki ABD üslerinde önemli bir kayıp vermeden sınırlı sayıda füze atmakla sınırlı kaldı. (Amerikalılar, füzeler nedeniyle bazı askerlerin beyin sarsıntısı yaşadığını ancak, ABD Başkanı Trump’a göre, tedavi edildikten sonra sadece “baş ağrısı” çektiklerini açıkladı.)

Ne Amerikalılar-İran’ın yanıt vermeye karar vermesi ihtimaline karşılık tüm tedbirleri almasına rağmen- ne İranlılar ne de bölgedeki ya da dünyadaki herhangi bir ülke bu savaşın patlak vermesini istemiyor. Bazı ülkeler, iki taraf arasında herhangi bir askeri çatışma çıkması halinde müdahale edecek kadar bu savaştan korkuyor, İran’a sükûnet çağrısı yaparak savaştan kaçınması gerektiğini söylüyor. (Örneğin Birleşik Arap Emirlikleri, en azından medyada İran karşıtlığı yapıyor)

ABD ile İran arasında olup bitenlerle ilgili ‘savaş ihtimali’ gerçek bir senaryo değilse, ABD’nin Süleymani’ye düzenlediği suikast hangi bağlamda değerlendirilebilir ve bu sürecin geleceğe yönelik yansımaları nelerdir? İran’a gelince, Süleymani’nin öldürülmesinden ve ülke içinde yaşadığı olaylardan sonra, rejimi kurtarma veya bölgede genişleme projesinde ilerleme seçeneği hala önünde mi?

Kasım Süleymanî kimdir?

Kasım Süleymani, 1957 yılında Kum şehrinde doğru. İran’ın güneydoğusundaki Kirman bölgesinde fakir bir ailenin çocuğu olarak büyüdü. Eğitim hayatı ortaokul seviyesini geçmedi.

İş hayatına inşaat işçisi olarak başladı, daha sonra Kirman Belediyesi Su İşleri’nde görevli olarak işe başladı. Daha sonra İran Devrim Muhafızları’na katılarak Kudüs Gücü’ne komutan olarak atanıncaya dek çeşitli mevkilerde görevlendirildi. Süleymani’nin komutan olarak atandığı, İran Devrim Muhafızları’nın dış kolu Kudüs Gücü, İran’ın Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen başta olmak üzere pek çok ülkedeki hareket için birinci aracı olarak görülüyor.

Süleymani, 1998 yılında Kudüs Gücü Komutanlığı görevini üstlenmesinin ardından İran’ın bölgedeki birçok ülke ve sıcak noktalarda oynadığı önemli rolün bir sonucu olarak, İran hükümeti için büyük bir değer kazandı.

Süleymani’de İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney’le yakın ilişkisi de dahil olmak üzere ülkede değerini yükselten bazı özellikler vardı. Bu yakın ilişki, Süleymaniye’ye İran’da karar alıcıları önemli ölçüde etkileyen ve böylece ülkenin geleceği için önemli sonuçlar doğuracak birçok adım için rol oynamasına yeşil ışık yaktı. Bu adımlardan en önemlileri, İran dini liderine bağlılık duran, İran’la aynı safta savaşan çok uluslu bir Şii silahlı hareket kurulması projesiydi. Hamaney’, tam sadakat gösteren Süleymani’yi ‘yaşayan bir şehit’ olarak tanımlıyordu ancak Süleymani, dini lidere yakınlığı nedeniyle bu lakabı değiştirerek, kendisinin ‘sadık askeri’ olarak anılmasını istemişti.

Süleymani’nin sahip olduğu bir diğer meziyet, sahadaki varlığı ve risk alma özelliğiydi. Komutanlık ettiği savaşçılar arasında yer almaktan geri durmayan Süleymani, Irak, Suriye ve diğer sıcak bölgelerdeki kamplar, dış kuvvetler ve Amerikan istihbarat servisleri ile aynı alanlarda bulunmaktan korkmadı. Bu husus Irak, Suriye, Lübnan ve hatta Yemen’de milis gücü kurarak ilerlemede büyük katkıda bulundu. Süleymani’de bulunan üçüncü önemli özellik; silahlı eylemin ortasında bulunarak sıradışı bir rol-model olmasıydı.

Süleymani’nin kişiliği, özellikle uluslararası ilişkiler kurması açısından otorite ve nüfuz sahibi olması ve medyatik yönü eklenirse, ilham verici bir model oluşturdu.

Bunların yanı sıra gerçekleştirdiği görevlere bağlılığı ve ciddiyetine ek olarak – Süleymani’ye binlerce Suriyeli ve Iraklının öldürülmesinde rol oynadığı suçlaması yöneltildi. Yaptığı işte bağlılık ve ciddiyeti, 20 yıl boyunca yaptığı Kudüs Gücü Komutanlığı görevinde onu farklı kılan unsurlardan biriydi.

Süleymani Suikastı Eşi Görülmemiş Bir İhlal Mi?

Süleymani’nin öldürülmesine ilişkin önemli gerçeklerden birisi de operasyonun doğrudan ABD Başkanı Donald Trump’ın talimatı ile başlatılmasıydı.

Operasyonun Irak topraklarında gerçekleşmesi ve Iraklı bazı isimleri de hedef almasına bakılacak olursa, Irak’ın operasyonun gerçekleşmesi konusunda uzlaştığını göz önünde bulundurmak gerekir. Özellikle, Irak topraklarında ABD güçlerinin bulunması ve hareket etmesine ilişkin yapılan güvenlik anlaşmasının yanı sıra, Irak hükümetiyle önceden koordinasyon yapılmadan, Irak hava sahasında bu tür bir operasyonun gerçekleştirilmesi mümkün değil. Ancak Irak hükümeti bu iddiaları reddetti. Irak parlamentosu ise, bu söylentileri ülkedeki ABD varlığına son verilmesini öngören yasa çıkararak şiddetle yalanladı.

ABD Savunma Bakanlığı’nın ilk açıklaması operasyonun, İran saldırılarını caydırmayı amaçladığı yönünde olmuştu. Açıklamada İranlı Askeri Komutan Süleymani’ye ilişkin “Amerikalı diplomatlara saldırmak ve bölgedeki ABD güçlerini hedef almak için aktif olarak çalışıyordu” ifadelerine yer verildi. Daha sonra, ABD Başkanı Trump da dahil olmak üzere ABD’li yetkililer Süleymani’nin ‘yakın zaman için saldırı planladığını’ savundu.

ABD yönetimi ve yetkililer tarafından operasyona ilişkin kullanılan ‘yakın saldırılar’ kavramı, saldırıyı yasal zemine oturtmak açısından önemli. Çünkü ABD’nin düzenlediği operasyonun yasal çerçevede makul görünmesi için ‘Gelecekteki saldırı planlarına karşı düzenlenen bir operasyon’ olarak değil, ‘Planlanan yakın saldırılara karşı meşru müdafaa’ olarak sunulması gerekir.

Süleymani’nin ölümüyle sonuçlanan hava saldırısı, Washington ve Tahran arasındaki ilişkilerde daha önce benzeri olmayan bir tırmanışı temsil etmesine rağmen, ABD operasyonun meşruiyeti konusunda endişeli görünmüyor. ABD hükümeti- en azından şimdilik- herhangi bir ayrıntıyı kamuya açıklamamış olsa da Trump yönetimi Kongre’deki önemli isimlere bu konuda istihbarat ile önemli rakamlar verdiğini söylemekle yetindi.

Her halükârda, ABD’nin bu tavırları yeni değil, bilakis 11 Eylül saldırılarından bu yana tekrar ediyor. Obama döneminde dünyanın farklı yerlerinde yakın olduğu kanıtlanmamış saldırılara karşı ‘meşru müdafaa’ gerekçesiyle operasyonlar düzenlenmişti.

İran’ın Yanıtı Nasıl Değerlendirilebilir?

Genel olarak, İran’ın Süleymani’nin öldürülmesine verdiği tepkinin -en azından şu ana kadar- bir dizi başarısız adım olduğu söylenebilir. Sokaklarda ve şehirlerde dolaşarak insanlar tarafından kutsanan cenaze dahi, izdiham nedeniyle 50’den fazla insanın ölümüyle sonuçlanan bir felakete dönüştü.

Sonra Irak’taki ABD noktalarına ateşlenen füzelerin bazıları başarısız oldu, bazıları ise hedeften 40 kilometre uzağa düştü. Hedefe ulaşanlar dahi önemli bir kayba yol açamadı.

Daha sonra İran Dini Lideri, füzelerin 80 ABD askerini öldürdüğünü duyurdu. ABD, ölü sayısını gizleyince İran iddiasını geri çekerek, yetkililerin ağzıyla İran’ın amacının ABD askerlerini hedef almak olmadığı vurgulandı.

Son olarak, Ukrayna uçağının İran füzesi ile vurularak yarısı İranlı olan tüm yolcularının ölümüyle sonuçlanması felaketi İran’ın başarısız tepkiler verdiği en büyük olay olarak kaydedildi. Bu durum, son dönemde İranlı yetkililer tarafından yapılan tehditlerin niceliği ve niteliği ile kesinlikle örtüşmüyor.

Kasım Süleymani’nin kızının İran ve Devrim Muhafızları’nı söylemeksizin Hizbullah, Haşdi Şabi, Hamas, Husiler ve Suriye rejimine yönelik çığlığına cevaben Lübnan, Irak, Suriye, Yemen ve Filistin’de İran’a yakın taraflar ülkeye desteklerini açıklayarak, bölgedeki ABD varlığını sona erdirmeyi vaat eden topyekün bir savaşla tehdit etti.

Ancak müttefiklerinin bu intikam, öç alma ve meydan okuma çağrıları sürerken İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, “Tahran’ın General Süleymani suikastına cevabı sona erdi” açıklamasını yaptı.

Sorun burada bitmedi, bilakis İran Hükümeti Sözcüsü Ali El-Rubaie şunları söyledi: “Tahran, bölgedeki direniş güçleri adına Devrim Muhafızları Kolordu komutanı Kassam Süleymani suikastına tepki verilmesini tavsiye etmedi” ifadelerini kullanarak, İran’ın bölgede kendisine yakın taraflarca yapılacak olan herhangi bir eylem için sorumluluk üstlenmediğini açıkça ortaya koydu.

İran’daki karar vericilerin sınırlarını, yapabileceklerini ve yapamayacaklarını çok iyi bildikleri açıkça ortaya çıktı. Bu nedenle, İranlı yetkililerin Süleymani ve arkadaşlarının öldürülmesinin ardından yaptığı tüm tehditlere bakılmaksızın, İran bu kez ABD’nin ciddiyeti ve sertliği ile karşı karşıya kaldı. Bu nedenle İran, ABD operasyonuna yanıt verirken belirli sınırlar içerisinde hareket etmek durumunda kaldı. Bu durum kendi içinde büyük bir utanç yaratırken, prestijinin zedelenmesine neden oldu.

Operasyona karşı yürütülen bu başarısız süreçte, İran’da bir süredir enflasyonu, hayat pahalılığını protesto eden halkına karşı mahcup olması da bu utancı artırdı. İran’da bir süredir yoksul kesim ve işçi sınıfının katılımıyla protestolar düzenlenirken, hükümetin kısa vadede krizle başa çıkma konusundaki zayıf performansı eleştiriliyor.

Uzun vadede ise Süleymani’nin öldürülmesi İranlı siyasilerin ABD’nin hamlelerini yanlış hesapladığını, dolayısıyla İranlı liderlerin bölgede yarattıkları gerginliğin sonuçları karşısında doğru hareket etmediklerini gösterdi. İranlı siyasilerin gerekli donanıma sahip olmadıklarını ortaya koyarken, Trump’ın kendi statüsü ve ABD iç politikası gibi nedenlerden dolayı ve hatta İran’ın ABD’nin bölgedeki ve dünyadaki çıkarlarını etkileyebilme kapasitesinden dolayı kendilerine saldıramayacaklarını zannetti.

İran’ın bu aşırı güveni ile plan ve projelerindeki ısrarı, bugün içinde bulunduğu kötü duruma gelmesine yol açtı.

Öte yandan kendini aklama stratejisi güden İran Dini Lideri, utanç verici füze cevabı ile ilgili herhangi bir açıklama yapmadı. Aksine, İran’ın maruz kaldığı durumun gücünü zayıflatamadığını belirterek, İran parlamentosunun ABD ordusunu ‘terör örgütü’ olarak tanımlamasını hızlandırdı. Kudüs Gücü’ne 223 milyon dolar ek meblağ tahsis edildiğini duyuran Hamaney, İran rejiminin elit tabakada alternatif liderlerden yoksun olmadığını ve boşluğu doldurmaktan aciz olmadığını duyuyrarak, ordu komutanlığına İsmail Gani’yi atadı.

Kasım Süleymani projesi gerçekten başarılı oldu mu?

Elbette ki kişisel özellikler, Süleymani’nin İran’daki konumunun netleşmesinde büyük rol oynadı. Ancak Süleymani’nin İran için asıl önemi, üstlendiği görevden ve üzerinde çalıştığı plandan kaynaklanıyor. Bu görev; İran’a karşı herhangi bir savaş durumunda sadık bir Şii ulus ötesi hareketin inşa edilmesidir. İran rejimi tarafından benimsenen ‘devrim ihraç etme’ kavramının pratik bir uygulaması olarak düşünülebilir.

Bu proje, Irak’taki Saddam rejiminin çöküşü sonrasında yeni rejimin, Irak devlet yapısının ve özellikle ABD ve İran müdahalelerine karşı kendini korumaktan aciz kalan ülkenin zayıflığı sonrasında çok gelişti. İran, kendisine bağlılık gösteren grupların milis oluşturarak siyasi ve güvenlik gruplar kurmasına izin vererek kaos ve iç savaşa yol açmıştı.

Suriye’de yaşananları fırsata çeviren İran, burada da aynı şeyi tekrarladı. Aradaki tek fark, burada daha küçük boyutta olmasıydı. İran, Suriye rejimi ile ilişkisini, rejimin zayıflığını, destek ihtiyacını ve dış güçler iktidardan uzaklaştırmak yerine ülkedeki mevcudiyetlerine izin vermesini kullandı.

Son birkaç yıl için İran’ın; Bağdat, Şam, Beyrut ve Sana’a olmak üzere dört Arap başkentinde İran Devrim Muhafızları ve özellikle de Kasım Süleymani’nin çabalarıyla çok önemli bir etkiye sahip olduğu bir dönem olduğu söylenebilir.

İran milisleri ya da İran ile bağlantılı olan Hizbullah ve Irak’taki silahlı gruplar, bölgede faaliyet gösterdiği en önemli hedeflerden biri olarak Suriye, Irak ve Lübnan’daki tüm İran karşıtı sesleri bastırmayı büyük ölçüde başardı.

İran hareketleri gizli kapılar ardında değil, ulu orta tüm uluslararası toplumun gözü önünde yapıldı. Başta ABD olmak üzere tüm dünyanın gördüğü bu etki ve genişlemeyi sınırlandırmak için hiçbir önlem alınmadı.

Aksine, ABD ve Avrupa, İran etkisini bir gerçek olarak ele alarak, nükleer anlaşmayı aktive etmek için İran’la müzakereleri geliştirme yolları aradı. Bu durum, İran’da- belirli bir akım tarafından- bazı nedenlerden dolayı büyük bir zafer olarak tanımlandı. Buna göre, bu adım İran’ın uluslararası sistem tarafından kabulü, dondurulmuş mallarını kurtarması, dünyadaki İran rolünü meşrulaştırması ve İran’ın ekonomik yalnızlığının son bulabileceği anlamına geliyor.

Bununla birlikte, İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ‘in imzalanması için öncülük ettiği nükleer anlaşma, İran’daki tüm güçler ve karar verme mekanizmaları arasında memnuniyetle karşılanmadı. Hatta İran Dini Lideri dahi, anlaşmanın bazı maddelerini eleştirerek, anlaşmayı ‘Şeytanla yapılan sözleşme’ olarak nitelemişti. Bununla birlikte, İran’ın devletlerin sınırlarına, egemenliklerine ve iç işlerine karışmama gibi uluslararası kurallara bağlılığı gerektiren nükleer anlaşma uygulamada kalmaya devam etti. Ancak görünen o ki, İran ve Kasım Süleymani bu gereklilikleri yerine getirmedi.

Suriye’deki Süleymani Projesi

Suriye’deki İran milisleri, muhalif silahlı gruplar ve ÖSO ile savaşmada önemli bir rol oynadı. Rejimin hayatta kalması ve dayanması için Rus tarafına önemli ölçüde katkıda bulundu.

Muhaliflerin kontrolündeki birçok alanı ele geçirmeyi başardı ve rejimin muhaliflere yaşattığı en büyük kayıplardan biri olan Halep’i geri almasında önemli bir rol üstlendi. Bununla beraber, İranlı milisler geçtiğimiz dönemde Suriye topraklarında meydana gelen onlarca katliam ve insan hakları ihlallerinden sorumlu tutuldu.

Öte yandan, bu milisler geçtiğimiz dönemde Golan’daki İsrail güçlerine yakın bölgelerde konumlanma konusunda oldukça istikrarlıydı. İsrail varlığını ciddi şekilde öfkelendiren bu durum, zaman zaman bu milislere karşı hava saldırıları düzenlenmesine ve Rusya ile ABD’yi İran’ı milislerini belirli bir mesafeye çekmeleri için baskı yapmaya zorladı. İran milislerinin çoğu bugün İsrail sınırından onlarca kilometre geride.

Rejimin orduyu yeniden yapılandırması ve Rusya’ya yakınlığıyla bilinen Ali Eyüp Abdullah’ı Savunma Bakanlığı’na atamasının ardından, çatışma noktalarındaki İran’a bağlı milis sayısı azaldı. Rejim içindeki önemli yapılara yönelik Rus müdahalesi artırılarak, Rus rolü yeniden aktive edildi.

Tüm bunların yanı sıra ABD varlığı ve sahadaki uzantısına dönüşen SDG’ye desteği devam ederken ve örgüt Doğu Fırat’ta İran’a bağlı milislerin de yer aldığı bazı tarafların yerini alarak genişledi. İranlı milisler, zaman zaman Suriye-Irak sınırındaki noktalarda belli zaman aralıklarıyla İsrail, koalisyon uçakları ve SDG tarafından darbelere maruz kaldı.

Yukarıdakilerin tümü göz önüne alındığında, Suriye muhalefeti geri çekildikten ve hareket alanı belirlendikten sonra İranlı milislerin Suriye’deki rolünün önemli ölçüde azaldığı, Rus rolünün genişlediği ve ABD mevcudiyetinin arttığı doğrudan veya SDG üzerinden arttığı ve İsrail’in İran tehdidini etkisiz hale getirme ısrarının devam ettiği söylenebilir.

Bu, İran’ın nüfuzunun genel olarak Suriye’den tamamen geri çekildiği anlamına gelmez, İran eğitim sektörü, bankacılık ve iletişim gibi ordu dışındaki diğer alanlarda etkisini sürekli olarak artırmaya çalışmaktadır. Ancak İranlı milislerin Suriye’deki rolü ve bu etki şekli son dönemde çeşitli taraflar tarafından büyük ölçüde kısıtlandı. Süleymani’nin öldürülmesi, Suriye’deki İran varlığını -en azından milis bazında- sona erdirebilir.

Irak’taki Süleymani projesi

Irak’ta İran ile bağlantılı Haşdi Şabi grubu, birkaç sert darbe aldı. Yolsuzluğa karşı sokağa dökülen çok sayıda gösterici, devletin milis kontrolünden kurtarılması çağrısı yaptı. Ulusal figürleri sorumluluğa çağıran göstericiler, yeni bir seçim yasası çıkarılmasının talep edildiği gösterilerin büyük bir kısmı milislere ve Irak’taki olumsuz rollerine karşı atılan sloganlarla doldu.

Irak’ta birkaç ay önce başlayan bu hareket, ABD saldırısında öldürülen Ebu Mehdi el-Mühendis ve Kasım Süleymani liderliğindeki milislere verilen kutsiyet rolünü kırdı.

 Ayrıca, gösterileri ve göstericileri ‘Cezalandırılması gereken suçlular’ olarak değerlendiren ve hükümeti çıkmaza sürükleyen milislerle aynı safta bulunan Irak hükümetine karşı bakış açısında büyük karışıklığa yol açtı.

Bu hareket, Irak’taki durumun büyük ölçüde kötüleştiğini, Irak devletinin bileşenlerinden kaynaklanan büyük yolsuzluğu; ülkenin kaynaklarını ve zenginliğini kendi lehine kullanmak isteyen genelde dış role özelde ise İran rolüne dikkat çekti.

Yukarıda zikredilenler, milislerin kendisini destekleyen grupları ve gençleri bünyesine katma rolünü zayıflattı. Milislerin ileri gelen sorumluları, dini simgeleri ve Şii merciler, projelerinin çöküş tehlikesini doğruladı. Bu tehlike, onları keskin ve sert yanıt vermeye itti. Bunlar; protestoculara karşı şiddet uygulayarak zayiata yol açma ve suikastlar… Bu durum da Irak’ta gençler ve seçkinler arasında İran karşıtlığını arttırdı.

Bugün Irak’ı güçlü bir ülke olarak görmek ya da İran’ın Irak’taki Kasım Süleymani projesinin ve rolünün iyi bir şekilde sonuçlanmasını söylemek mümkün değil. Aksine, büyük bir Şii varlığının bulunduğu Irak, güçlü bir İran karşıtı eğilime bürünürken siyasi tabakanın ve işleyişin İran tarafından kontrol edilmesini reddediyor.

Lübnan’daki Süleymani projesi

Aynı şekilde iktidardaki siyasi sınıfa bağlı hükümetin reddedilme durumu İran’ın Lübnan’daki kolu Hizbullah hakkında da söylemek mümkün.

Sınır ötesi Şii ordusu projesinden en az etkilenmiş gibi görünen Lübnan’da, Hizbullah tehdidi varoluşsal bir tehdit değildir. Hizbullah’ın siyasi saha kazanımları Irak ve Suriye’deki gibi- en azından şimdiye kadar- tehditkâr değildir.

Bu durum, Lübnan’ın genel durumunun çok kötü olduğu anlamına gelmez. İran’ın herhangi bir taraf ile savaşında destek devleti olması beklenen Lübnan, bugün yardım için başka bir ele ihtiyaç duymaktadır.

Öyle ya da böyle, Lübnan’daki sefaletin sorumluluğunun Saad Hariri ve siyasi hareketi tarafından yönetilen sürecin yanı sıra; Hizbullah ve destekçisi İran’a ait olduğuna inanan önemli bir kitle var.

Kendisinden önce ölen Süleymani projesi

Özetle, geçtiğimiz yıllarda İran, birkaç Arap başkentinde geniş bir etki yaratmayı başardı. Kendisiyle yakından bağlantılı yerel kuruluşlar ve milis varlıkları kurdu.

 Bununla birlikte, bu milisler kısa süre sonra İran ve ‘devrim ihraç etme’ projesi için bir yük haline geldi. Bölgede dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Irak da dahil olmak üzere, bu varlıkların ortaya çıktığı ve faaliyet gösterdiği ülkelere gelince, Süleymani projesine ve genel olarak İran’ın varlığına karşı bir huzursuzluk ve isyan kaynağına dönüştü. Bölge ülkelerinde, İran’a bağlı milislerin ve tamamıyla İran’ı reddeden gösteriler düzenlendi. Şii Din adamı dahi, İran’ın siyasi ve mezhep projesi arasındaki bağlantı nedeniyle İran adımlarını reddetti.

İran’ın kendi içinde dahi Süleymani’nin sadık takipçileri tarafından ifade edilen üzüntü ve öfke durumuna rağmen, rejim figürünün suikastına açık bir ilgisizlik göstermesi nedeniyle İran’ın bölgede izlediği politikalar nedeniyle aldığı sonuçlarından memnun değiller.

Süleymani suikastının İran-ABD ilişkilerine yansımaları

Kasım Süleymani ve projesi, Suriye’deki rejimin düşmesini engellemek gibi bazı meselelerde oynadığı rolün önemine rağmen, son zamanlarda İran rejimine yük olmaya başlamıştı.

İran projesinin düşüşe geçtiği bir dönemde, Süleymani ve kahramanlıkları İran nüfuzu içinde genişlemeye ve yükselmeye devam etti. Süleymani’nin sembollerinden biri haline geldiği sert akım, gücünü ve kontrolünü İran devletine dayattı.

Böylece, Süleymani suikastının İran’ı acılara gark etmesine rağmen, rejimi, İran çevrelerindeki etkisi ve popülaritesi nedeniyle doğal olarak kaldırılamadığı ağır bir yükten kurtardı. 

Süleymani suikastı, İran’da reformist bir hareket olarak bilinen akıma ABD ile yeni müzakerelerde ilerleme kaydetme fırsatı verdi, ancak bu sefer Obama ile değil Trump ile.

Cevat Zarif liderliğindeki reformist hareket, bu fırsatı yakalayarak, Kasım Süleymani ve grubunun dayattığının dışında ABD ile ilişkilerde başka bir yol için kullanmaya başlamıştır.

Bu nedenle, Süleymani milislerinin etkisiz hale getirilmesine ve sınır ötesi askeri oluşum kavramının sınırlanmasına yol açan yeni bir İran-Amerikan anlayışının eşiğinde bulunuyoruz. Devlet, ideolojik, etnik, mezhepsel sınır ötesi savaş gruplarının oluşturulması ve İran vizyonunun dayatılması yerine, egemenlik esasına göre çalışmak için daha fazla alan açabilir ve halkını kendi vatanlarını içeriden inşa etmeye odaklamaya yönlendirebilir.

Irak’ta Süleymani sonrası Haşdi Şabi

Irak’taki Haşdi Şabi unsurları yaklaşık 68 gruptan oluşuyor. Yaklaşık 130 bin örgüt üyesi, Irak hükümetinden aylık 100 dolarlık yemek ödeneğine ek olarak 600 dolar maaş alıyor. Haşdi Şabi’nin oluşumu, Şii mercilerin Irak’ta DEAŞ hezimetinin ardından örgüte karşı savaş fetvası vermesinin ardından oluştu. Haşdi Şabi oluşumunu koruyarak DEAŞ’tan kurtarılan bölgelerde güvenliği sağlama rolünü üstlendi.

Öte yandan Haşdi Şabi grupları, parlamento ve devlet merkezlerinde temsil edilerek siyasi sürece de katıldılar. Bu durum, milislerin nüfuzunu ve gücünü genişleterek hukuki bir kisveye büründürdü.

Haşdi Şabi sürekli mezhepçilik ve Sünnilere karşı işlenen ihlallerden sorumlu tutuldu ancak örgüt yönetimi bunu yalanladı.

Örgüt, bir süredir yolsuzluk suçlamaları, İran’a boyun eğme ve Irak’ın yaşadığı sorunları çözememesi nedeniyle sürekli olarak artan Irak işlerine müdahale etme eğilimi nedeniyle çok fazla eleştiriye maruz kaldı.

Bu durum ve milislerin aşırıya kaçarak vatandaşların haklarına ve mülklerine el koyması, Haşdi Şabi’nin gücünü ve ordulaşma kabiliyetini zayıflattı. Bu gelişmeler, Irak’ta her zaman büyük bir kutsiyet atfedilen Şii dini otoritesine yansıdı.

Öte yandan, Haşdi Şabi ABD ile birkaç aydır gayri resmi bir savaş halinde. Örgüte bağlı çok sayıda milis, Irak-Suriye sınırındaki Ebu Kemal ve çevresinde konuşlanmış durumda.

Sınırda konuşlanan bu gruplar, koalisyon uçaklarından veya İsrail uçaklarından hava saldırılarına maruz kalıyorlar ve bu da çok sayıda zayiatla sonuçlanıyor.

Buna rağmen milisler ABD’ye karşı düşmanlıklarını gizlemediği gibi İranlı müttefikleriyle sınır bölgelerindeki hareketlerini teyit ediyor. 

Askeri saldırılara ek olarak, ABD Haşdi Şabi liderlerinin çoğu hakkında yaptırım kararı çıkararak, mallarına el konulması ve hareketlerinin kısıtlandırılması gibi baskı unsurları uygulamaya başladı.

Kasım Süleymani ve El-Mühendis’in katledilmesi, ‘Ehl El-Hak’ milislerinin lideri Kays El-Khazlai, kardeşi ve diğerleri Haşdi Şabi liderlerinin terörist listesine eklenmesi, örgüte vurulan bir darbe niteliğinde oldu. 

Tüm bunlar sırasında Mukteda Sadr’ın ‘Mehdi Ordusu’ faaliyetlerine devam kararı alarak harekete geçmesi dikkat çekiciydi. Mehdi Ordusu, Irak’ın işgali sırasında ABD güçlerine karşı mücadeleyi haklı göstermek için kurulan ilk Şii silahlı gruplardan biridir. Aynı zamanda Haşdi Şabi’nin çoğu yöneticisi ve bileşeni bu gruba dayanır. Bu nedenle bu grubu şimdi aktive etmek, söz konusu grup ve liderler için Mehdi Ordusu çatısı altında çalışma daveti sunmak demektir. Haşdi Şabi’nin altında bulunduğu baskı ve örgütün parçalanma ihtimaline karşı alternatif olarak, Mukteda Sadr’ın kendisini burada Süleymani ve El-Mihendis’in yerine sunduğu anlamına gelir.

Bu öneri, Mukteda Sadr’ın Trump’a karşı sosyal medyada yayınladığı meydan okuyan mesajındaki misyonunu güçlendiriyor. Sadr, bölgedeki Amerikan varlığı ile savaşarak dini ve liderlik vasfını güçlendirme çabasına girişti.

Haşdi Şabi’nin yaşadığı çıkmazı aşmasına yardımcı olacak senaryolardan biri, DEAŞ’ın Irak’taki ırkçı ve intikam eylemlerini yeniden başlatmasıdır.

Irak’taki durumun yeniden tepetaklak olması anlamına gelen bu senaryo, Haşdi Şabi’ye Irak’taki geniş halk kitleleri önündeki zor seçenekler için bir fırsat sunacak. DEAŞ’ın ortadan kaldırılmasıyla ilgili çokça eleştirilen Haşdi Şabi için bu konuda aktif ve verimli olması için bir fırsat ve karşıtlarını bastırmak için bir bahane olacaktır.

Kısacası Haşdi Şabi, Irak’ta en zor günlerini yaşayan Haşdi Şabi, hem kendisini destekleyen ve meşru gören İran’la olan ilişkisinde hem de İran’ın ABD ile anlaşma yolunda ilerlemesi açısından önünde pek çok engel bulunuyor. Hükümet, parlamento ve bir bütün olarak siyasi süreçteki rolünün Irak sokağındaki karşılığı konusunda da sıkıntı yaşayan Haşdi Şabi, yasal statü, uluslararası meşruiyet, üyelerini kontrol etme ve organize etme ve Şii otoritesini koruma meselelerinde de engellerle karşı karşıya. İkinci bir senaryo da vahşetin geri dönerek bu milislerden kaynaklanan bir iç savaş çıkması.

Irak’ta Süleymani sonrası halk hareketi

Irak, Bağdat ve şehirler 100 günden fazla bir süredir gösteri ve oturma eylemleri, hükümet, parlamento ve genel olarak siyasi sınıf güçlerini, kota sistemine dayalı seçim sistemini, ülkedeki olumsuz ekonomik ve hizmet koşulları nedeniyle zor bir duruma soktu.

Birçok uzman ve analist Irak’taki hareketin, Süleymani’nin cenazesi ve İran ile ABD arasındaki tırmanışın ardından durmasını bekliyordu. Ancak Irak’ta göstericiler arasında daha fazla baskı ve öldürmenin yolunu açan kaotik atmosfere ek olarak, Süleymani ve El-Mühendis’in öldürülmesine misilleme yapılması ve Amerikan varlığını reddedilmesi çağrılarına yol açtı.

İran ve destekçileri için acı verici bir ölüm olan Süleymani suikastı, Irak ve Lübnan sokaklarında İran devrimini ve yabancı düşmanlarına karşı öfkeyi canlandırmak ve bu yönde çalışmayanları ihanetle suçlamak için eşsiz bir fırsat.

Aslında olan, Iraklı göstericilerin Süleymani’nin öldürülmesinden sadece üç gün sonra Irak’ın çeşitli bölgelerinde Irak parlamentosunun Amerikan işgal güçlerini Irak’tan çıkarma kararı hakkında talepte bulunmasıydı. Göstericiler, İran ve ABD varlığını işgal olarak tanımlayarak tüm yabancı varlıkların Irak’tan çıkarılması çağrısı yaptı.

Bu gösterilerin ardından düzenlenen diğer protestolarda, taleplerinde ısrarcı olduklarını belirterek, “Vatan istiyoruz” sloganını yükselterek, diğer taleplerine geçtiler. Başbakan Adil Abdulmehdi’nin istifa ederek göstericilerin taleplerinin kısmi olarak gerçekleştirilmesinin ardından, göstericiler parlamentonun dağılması, yeni bir seçim yasası doğrultusunda erken seçimlere gidilmesini istiyor.

Ancak Irak’taki halk hareketi tehlikeli boyuta geçmedi, bilakis her vesileyle varlığını ve meşruiyetini kanıtlayan bu hareket, daha önce savunduğu hedeflere ulaşmak için yolundan sapmayarak, sürecin taşınmayacak sonuçlara yönelmemesi ve barışçıl milli hassasiyetlerinden sapmamak için zorlu bir mücadele verdi.

Sonuç

ABD’nin 3 Ocak 2020’de öldürdüğü Kasım Süleymani, ne sahip olduğu özellikler, ne oynadığı rol ne de hizmet ettiği ülke (İran) açısından kesinlikle sıradan bir insan değildi. Dolayısıyla ölümü de sıradan bir olay olmadı; çok fazla yaygara, spekülasyon ve endişelere yol açtı.

Uzun zamandır kendisini savunabilecek ve hatta bununla kalmayıp saldırabilecek kadar güçlü olduğunu savunan İran, belki de son on yılın en büyük tokadını yemiş durumda. Aynı zamanda, düşmanı ile arasındaki güç farkı ve içinde bulunduğu şartları nedeniyle yakın bir vakitte uygun cevabı da veremedi.

Başka bir açıdan, İran’daki reformist akım ile muhafazakâr akım arasındaki çatışmada Süleymani’nin rolünü görmezden gelemeyiz. Reformistlerin ve diğerlerinin hayal ettiği yoldan yürümese dahi Süleymani nasıl etkisiz hale getirilebilir? Bu durum, söz konusu eğilimin daha geniş bir alana yayılarak İran’da karar alma mekanizmasını etkilemesi için bir çıkış yolu olabilir.

Sonuç olarak, bu durum savaştan başka bir şekilde sonuçlanabilir. Tıpkı, İran’la nükleer anlaşma imzalandığı sırada Zarif ve Obama’nın oturduğu gibi bir müzakere masası gibi. Ancak bu sefer Trump’la. Bu durum Trump’a -İran’ı kısıtlayan ve nüfuzunu daraltmayı öngören bir anlaşma yapmayı başarırsa- iktidarı sona erdiğinde kendisini ayakta tutacak bir popülerlik, tarih ve önemli bir miras bırakma fırsatı verebilir.

İran’ın son yıllarda çeşitli ülkelerde kendisine bağlı bir Şii kuluçka makinesi yapmaya odaklanan ‘devrim ihraç etme’ projesine gelince, askeri, politik, güvenlik açısından acı sonuçlara yol açmış gibi görünüyor. İstikrarsızlık, yolsuzluk ve iç savaş döngüsüne katkı yapan bu proje, söz konusu ülkelerde çıkmaza ulaştı. İran’ın kuluçka projesini destekleyenler veya İran nüfuzu ve varlığına karşı çıkanlar arasından hiç kimse bu projeden nasıl ve ne şekilde çıkılacağını bilmiyor. 

Anadolu Yakın Doğu Araştırma Merkezi

Anadolu Yakın Doğu Araştırma Merkezi

İlgili Makaleler

Bir Cevap Yazın

Başa dön tuşu
%d blogcu bunu beğendi: