Raporİsrail’in Gözünden Körfez ve Türkiye

İsrail’in Gözünden Katar ve Körfez | Ağustos 2021

Ağustos Ayı Önemli Gelişmeler

8 Ağustos: Bahreynli Yetkili İsrail’e Ziyaret Gerçekleştirdi.

Bahreyn Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Şeyh Abdullah bin Ahmed el-Halife, İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid ve Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ile görüşme gerçekleştirdi. Görüşmede Bahreynli yetkili, İran’ın bölgedeki her krizde parmağı olduğunu ifade etti. Ayrıca Bahreyn’e ait Gulf Air’in yakında İsrail’e uçuşları başlayacağını belirtti.

27 Ağustos: Biden – Bennett Görüşmesi

26 Ağustos’ta gerçekleşmesi planlanan görüşme Kabil’de meydana gelen saldırının ardından bir gün gecikmeyle 27 Ağustos’ta gerçekleşti. Görüşmenin temel gündem maddesi İran oldu. Beyaz Saray’da gerçekleşen görüşmede Biden, İran ile nükleer görüşmeler konusunda diplomatik başarı sağlanamazsa başka seçeneklere yönelmeye hazır olduklarını ifade etti. Ayrıca Biden, İsrail’in diğer Arap ve Müslüman komşuları ile daha derin bağlar geliştirmesinin önemli bir konu olduğunun altını çizdi.

30 Ağustos: Mahmud Abbas, Benny Gantz ile Görüştü.

İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz, Ramallah’ta Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’la bir araya geldi. Görüşme 2010 yılından bu yana İsrail ve Filistin arasındaki ilk üst düzey görüşme olarak kayıtlara geçti. Görüşmenin ana gündem maddeleri ulusal güvenlik ve ekonomi konuları oldu.

30 Ağustos: Bahreyn Büyükelçisi İsrail’de Görevine Başladı.

Bahreyn’in ilk İsrail Büyükelçisi Halid Yusuf El Calahma İsrail’e vasıl olarak görevine başladı.

Ağustos Ayında İsrail Basını ve Araştırma Merkezlerinde Katar ve Körfez Hakkında Çıkan Haber ve Yayınlar

“Anlaşmanın Üzerinden Bir Yıl Geçti: Normalleşmeyi Hızlandırmak Gerekiyor.” başlıklı yazı INSS’de yayımlandı. Yazıda şu konulara değinildi; [1]

  • Anlaşmanın üzerinden geçen kısa sürede yoğun bir gündemle karşı karşıya kalındığı belirtiliyor.
  • BAE ile normalleşme sürecinin daha hızlı ilerlemesinin sebepleri olarak şunlar veriliyor:
    • Dar yerli nüfus
    • İç siyasette aktif bir muhalefetin olmaması
    • Geniş doğal kaynaklar
    • Uzun dönemli bir stratejik plana sahip yönetici elitler
  • Anlaşmanın yüzleştiği zorluklar başlığı altında şu hususlara değiniliyor:
    • Biden yönetimiyle birlikte ABD yönetiminin politikasında görülen değişiklikler: Biden yönetimi, anlaşmaları tanımakla birlikte İsrail’le normalleşme yoluna giren ülkeleri ödüllendirmekten kaçınıyor. Suudi Arabistan örneğinde olduğu gibi insan haklarıyla alakalı ihlalleri görmezden gelmiyor.
    • Filistin Meselesi: Bütün fraksiyonlarıyla Filistin tarafı bu anlaşmaya karşı çıkıyor. Filistin Yönetimi, İbrahim Anlaşmalarına dayanan enerji ve ekonomi iş birliklerinde yer almayı reddediyor.
    • İran Meselesi: Körfez’de İsrail’in etkin rol oynaması İran açısından ciddi bir tehdit olarak algılanıyor. Körfez ülkeleri, yeni ABD yönetiminin politikalarının İsrail-Körfez hattının İran’a karşı caydırıcılığına zarar verdiğini düşünüyor. Bu yüzden Körfez ülkeleri İran’la iletişim halinde kalmayı tercih ediyor. Tahran ise Körfez ülkelerinden İsrail ile normalleşme hızını yavaşlatmalarını ve İsrail’in Körfez’de askeri varlık bulundurmasını engellemelerini talep ediyor.
    • Halk Nezdinde Anlaşmalar: İbrahim Anlaşmaları, İsrail ile Arap ülkelerin yönetici elitleri arasındaki ilişkiye dayanıyor. Körfez ülkelerinde durum biraz daha iyimser. Halkın yaklaşık yüzde kırkı anlaşmaları destekliyor.
  • Yazının bir diğer kısmında İbrahim Anlaşmalarının henüz İsrail’le normalleşmeyen diğer Arap ülkeleri için de bir örneklik teşkil edebileceğine değiniliyor. Bunun için İsrail’in anlaşmaların faydalarını ön plana çıkarması gerektiği ifade ediliyor. Ayrıca anlaşmaların derinleştirilmesi ve genişletilmesi için kilit unsurun ABD’den sağlanacak faydalar olduğu unutulmamış. Yeni yönetimle birlikte bu durumun zora girdiği belirtiliyor. Ayrıca Suudi Arabistan’la imzalanacak olası bir normalleşme anlaşmasının bölgesel ağırlığının ne denli büyük olacağına değiniliyor.
  • İbrahim Anlaşmalarının genişletilmesinin ve derinleştirilmesinin önündeki en önemli engeller olarak şunlara yer veriliyor;
    • Biden yönetiminin Orta Doğu’dan çekilme planı
    • İran’la yürütülen nükleer görüşmeler
    • Filistin meselesi ve Lübnan’daki durum: İsrail ve bu iki ülke arasındaki olası bir çatışma, anlaşma için ciddi risk teşkil ediyor.
    • İran’ın normalleşme anlaşması imzalayan ülkelerle İsrail arasındaki ilişkileri baltalama girişimleri
    • Normalleşme karşıtlarının boykot vb. faaliyetleri
  • Bütün bunlardan sonra İsrail’e şu önerilerde bulunulmuş;
    • Bürokratik engeller kaldırılarak iş birliği anlaşmalarının hızlandırılması
    • Anlaşmanın İran karşıtı bir platform olduğu izleniminin hafifletilmesi
    • Biden yönetiminin anlaşmayı desteklemeye teşvik edilmesi
    • Caydırıcı dengenin Körfez ülkeleri lehine dönmesi için İsrail’in Körfez ülkelerine bölgesel bir hava savunma sistemi sunması.

Çeşitli araştırma merkezlerinde Washington’un yeni dış politika hamlelerinin ABD’nin güvenilirliğine ciddi zararlar verdiğini ifade eden makaleler yayımlandı. Yazıda şu konulara değiniliyor;

  • Begin ve Sadat Stratejik Araştırmalar Merkezinde yayımlanan “Biden’ın Dış Politikası ve ‘Meşruiyet’ Arayışı”[2] başlıklı yazıda ABD’nin meşruiyet kazandırmak adına İran’ın saldırgan tavrına ve Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirmesine sessiz kalması eleştirildi. Biden’ın meşruiyet kavramına dayalı yeni dış politika anlayışı gerçeklikle örtüşmeyen zayıf bir anlatı olarak tanımlanıyor.
  • “Tam Şu An: ABD, Orta Doğu’da İsrail’e Muhtaç”[3] başlıklı yazı ise Kudüs Strateji ve Güvenlik Enstitüsü (JISS) tarafından yayımlandı. Yazıda son hamlelerle birlikte ABD’nin güvenilir bir müttefik imajının zedelendiğinden, İsrail’in bu noktada ABD için önemli bir müttefik olabileceğinden bahsediliyor.
Full text: Biden and Bennett's statements at the White House | The Times of  Israel

Şekil 4: İsrailli çeşitli araştırma merkezlerinde Biden’ın dış politikasını eleştiren yazılara yer verildi.

“Suudi Güvenliği: Stratejik Sınırlamaların Yanı Sıra Artan Zorluklar” başlıklı yazı INSS’de yayımlandı. Yazıda şu konulara değiniliyor; [4] 

  • Son dönemde Suudi Arabistan’a yönelik karadan, denizden ve siber tehditlerin ciddi derecede artış gösterdiği belirtilerek “Krallık kuşatıldı.” ifadesine yer veriliyor.
  • Tehditler beş ana başlık altında ele alınıyor:
    • İran Tehdidi: Suudi Arabistan’ın baş tehdidi olarak aktarılan İran’ın son dönemde petrol tankerlerine yönelik gerçekleştirdiği saldırılara değinilirken  iki ülkenin Irak ve Yemen’deki çatışan çıkarları da ele alınıyor.
    • Yemen Tehdidi: Yemen’deki başarısına rağmen Suudi Arabistan açısından bölgedeki Husilerin hala ciddi bir tehdit oluşturabileceği belirtilirken Yemen’den gelebilecek temel tehditlerin havadan gelebilecek tehditler olduğuna dikkat çekiliyor.
    • Irak Tehdidi: Irak’ta iki temel tehditten söz ediliyor. Birincisi Irak’ta bulunan İran yanlısı milisler, ikincisi ise radikal Sünni unsurlar.
    • İç Tehditler: Muhammed b. Selman’ın yönettiği hızlı değişim sürecinin iç gerilimleri hızlandırdığı, kraliyet ailesinin içerisinde dahi risk faktörlerinin bulunduğu belirtiliyor.
    • İsrail: İsrail’in Suudi Arabistan için ciddi bir tehdit oluşturmadığı belirtilmiş.
  • Yazının bir sonraki kısmında Suudi Arabistan’ın askeri açıdan eksik kaldığı noktalara değiniliyor. Suudi Arabistan’ın hava saldırıları noktasında 4 açıdan zafiyet yaşadığı belirtiliyor: Birden fazla noktada eş zamanlı saldırılar, konumu bilinen tesislere yönelik saldırılarda düşmanların sahip olduğu hassas vuruş yeteneği, ani saldırılara karşı uyarı sistemindeki yetersizlikler ve izinsiz istihbari girişler. Yazının devamında bu zafiyetler çeşitli örneklerle açıklanıyor. Ayrıca Suudi Arabistan donanmasının yetersizliğine değiniliyor.
  • Bir sonraki kısımda ise, Suudi Arabistan’ın siber güvenlik konusunda ciddi harcamalar yapmasına rağmen halen bu konunun zayıf noktaları olarak kalmaya devam ettiğinden bahsediliyor.
  • Artan bu tehditler ve azalan ABD desteğinin Suudi Arabistan’ın nükleer kapasitesini geliştirme noktasında adımlar atmasına sebep olabileceği söyleniyor.
  • ABD’nin bölgedeki çekimser rolünün Suudi Arabistan’ı Çin gibi yeni alternatif tedarikçilere yöneltebileceği ve bu durumun ABD güvenliği açısından kritik olduğu belirtiliyor. Ancak Suudi Arabistan’ın ABD’nin Çin’e karşı artan hassasiyetinin farkında olduğu da ekleniyor.
  • Sonuç kısmında ise ABD-Suudi Arabistan ilişkilerindeki gelişmelerin İsrail’i de ciddi derecede etkileyeceğinden, Suudi Arabistan’ın da bir parçası olduğu İran karşıtı güvenlik cephesinin korunmasının öneminden bahsediliyor.
  • Bu noktada İsrail’in Riyad’a uygulanan baskıların olası sonuçlarını ABD yönetimine iletmesi tavsiye edilirken İsrail’in bu noktada ABD’de ve özellikle Demokrat Parti içerisinde ciddi eleştirilere maruz kalan Muhammed b. Selman’la özdeşleştirilmemek adına ihtiyatlı davranması gerektiğinin altı çiziliyor. 

Ağustos Ayı Genel Değerlendirme: Birinci Yıl Dönümünde İbrahim Anlaşmaları

How the Abraham Accords affected the Turkish Foreign Policy? | Moshe Dayan  Center for Middle Eastern and African Studies

İbrahim Anlaşmalarının Beyaz Saray’da Trump tarafından duyurulmasının üzerinden tam bir sene geçti. Özellikle Tel Aviv’de “normalleşme” adımları büyük bir heyecan uyandırmış ve anlaşma Netanyahu döneminin en belirgin zaferleri arasında yerini almıştı. Anlaşma üzerinden geçen bir senede bölgede önemli olaylar ve değişimler meydana geldi. Anlaşmanın sembol isimleri Netanyahu ve Trump artık görevde değiller. ABD’nin yeni bir Orta Doğu siyaseti var. İsrail’de yeni bir hükümet kuruldu. Dahası anlaşmanın taraflarını karşı karşıya getirebilecek bazı olaylar da yaşandı. Bütün bunlara rağmen İbrahim Anlaşmaları hala önemini korumaya devam ediyor gibi gözüküyor. Öyle ki İsrail basınında anlaşmanın yıl dönümü ciddi bir ilgi gördü. Araştırma merkezleri ve gazeteler ilk sene hakkında çeşitli değerlendirmeler yayımladılar. Bu raporda yıl dönümü vesilesiyle İbrahim Anlaşmalarını ele alacağız.

harita içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

İbrahim Anlaşmalarının ilanıyla BAE ve Bahreyn, Mısır ve Ürdün’den sonra İsrail’le resmî ilişki kuran üçüncü ve dördüncü ülkeler oldular. İsrail açısından bölge ülkeleriyle böylesi bir anlaşma imzalanması ayrıca kıymetliydi. Bu anlaşmalarla İsrail’in Arap dünyasındaki imajı yeni bir yola girmiş oldu. İran tehdidine karşı İsrail-Sünni ittifakı meşruiyet kazandı. Anlaşmanın temel motifi İran düşmanlığı olarak görülse de anlaşmaya taraf ülkelerin ve İsrail’in ortak düşmanlarından bir diğeri de Müslüman Kardeşler ve bununla bağlantılı hareketlerdi. Anlaşma sonrası BAE-İsrail arasındaki ilişkiler hızlı bir yükselişe geçti. Özellikle turizm ve ticaret alanında ciddi atılımlar gösterildi. İki ülke arasındaki bu siyasi ve ekonomik iş birliği, sosyal medya üzerinden bolca reklamı yapılan çeşitli kültürel etkinliklerle de desteklendi. BAE’de Yahudi bayramı kutlamaları, koşer restoranların açılmaya başlanması, bir Yahudi cemaati oluşturulması gibi kültürel gelişmeler ikili ilişkiler açısından daha iyi bir imaj oluşturmak için her iki ülke tarafından birer sosyal medya kampanyası olarak kullanıldı. Özellikle İsrail tarafı bu anlaşmalara ciddi bir önem atfetti. BAE ziyaretine ilişkin Dışişleri Bakanı Yair Lapid, “Bu geleceğin, çocuklarımızın anlaşması” diyerek İsrail’in İbrahim Anlaşmaları ile bölgede kendine yeni bir gelecek çizme peşinde olduğunu gösterdi. Benzer açıklamaları birçok İsrailli siyasetçiden de duymak mümkün olacaktır.

Anlaşmanın temellerinden birini teşkil eden İran karşıtlığı Biden yönetiminin göreve gelmesiyle biraz sarsıntıda gibi gözükmektedir. Zira ABD’nin nükleer anlaşmaya geri dönmek için yürüttüğü müzakereler ve Trump sonrası değişen bölge politikaları neticesinde Körfez ülkeleri Tahran’la temas kurmaya başlamıştır. Bu durum İran karşıtı bir koalisyon kurma iddiasındaki İbrahim Anlaşmalarının imajına zarar vermektedir. Böyle bir koalisyona rağmen İran’a karşı gösterilecek caydırıcılığın ABD politikalarına bu denli bağlı olması anlaşmaya dair çeşitli soru işaretleri uyandırmaktadır. 

İbrahim Anlaşmaları, Trump ve damadı Jared Kushner ile ciddi oranda özdeşleşmiş durumdaydı. Öyle ki yeni ABD hükümeti anlaşmalar için henüz “İbrahim Anlaşmaları” tabirini kullanmaktan kaçındı. Bu ciddi bir sorun olarak görülmese bile İran’la yürütülen Viyana görüşmeleri ve Orta Doğu’dan çekilme planı gibi gelişmelerle birlikte ele alındığında bölgede İran’a karşı duracak Körfez-İsrail cephesinin, Biden hükümetinin Orta Doğu planlarına uymadığını söyleyebiliriz.

Anlaşmanın ve Trump yönetiminin temel hedeflerinden birisinin de bölgede askerî açıdan üstünlüğün İran’a geçmemesi olduğu belirtiliyor. Anlaşma karşılığında ABD, anlaşmaya taraf olan Arap ülkelerine çeşitli ayrıcalıklar vermişti. BAE’nin bu anlaşmadan en temel kazanımı ise ABD’nin kendilerine F-35 satışını onaylaması olmuştu. Bu durum İsrail tarafından tedirginlikle karşılanmış, dönemin Başbakanı Netanyahu böyle bir satışın anlaşmayla alakası olmadığını ve bu durumu onaylamadıklarını belirtmişti. Anlaşmanın İsrail açısından taşıdığı en bariz potansiyel tehdit bölgede “Niteliksel Askeri Üstünlüğü” başka bir devlete kaptırması ihtimali olmuştur. Geniş bir alım gücüne sahip olan BAE’nin ABD’nin modern silahlarının potansiyel müşterisi olması, bölgede askeri dengeleri gerçekten değiştirebilecek potansiyele sahipti. Ancak Trump yönetiminin Beyaz Saray’daki son saatlerinde onayladığı bu satış kararı Biden yönetimi tarafından önce durduruldu ardından ise beklemeye alındı. İlk bakışta İsrail açısından olumlu gibi gözüken Beyaz Saray’ın bu hamlesi esasen yukarıda bahsettiğimiz ABD’nin yeni Orta Doğu politikasında İran’a biçtiği yeni rolle alakası sebebiyle bir anda olumsuz bir görüntüye sahip olabilir. 

ABD’nin Orta Doğu’dan çekilme planının arkasında yatan asıl sebeple alakalı birçok iddia ortaya atıldı. Bu iddialardan birisine göre ABD’nin bölgedeki askeri varlığını azaltması İran’ı nükleer anlaşmaya geri döndürmek için atılan adımlardan birisiydi. Buna göre ABD, bu hamlesiyle İran’ı bölgede kendisini tehdit eden ciddi bir gücün olmadığına ikna etmek istiyordu. ABD’nin BAE’ye silah satışını en azından şimdilik bekletmesi de bu iddiayla birlikte ele alınabilir. Kısacası ABD yeni dönemde bölgede İran’a karşı ciddi bir askeri tehdit oluşmasını istemiyor olabilir.

BAE’ye silah satışının askıya alınması hususunda ABD tarafında öne çıkan sebep, BAE-Çin ticaret ve ilişkiler hattının giderek genişlemesi oldu. Çin’in bölgeye ilgisi ve giderek artan etkisi ABD açısından bölgedeki temel tehditlerden birisi olarak algılanıyor. Bunu İsrail örneğinde de görmek mümkündür. Hayfa Limanı ihalesinin Çinli şirketlerce alınması ABD tarafını rahatsız etmişti. İbrahim Anlaşmalarının taşıdığı gizli amaçlardan birisinin de İsrail’de Çin etkinliğine BAE ile bir alternatif oluşturmak olduğu söylenebilir. Çinli SIPG şirketinin Hayfa Limanını yenileme ve genişletme ihalesini alması sonrası ABD’den gelen tepkiler neticesinde İsrail ihaleye girecek uluslararası şirketleri değerlendiren bir mekanizma kurmuştu. Anlaşma sonrasında Hayfa Limanıyla alakalı gerçekleşen başka bir ihaleye Dubai Emiri Al Maktum’a ait DP World ve Türkiye’den Yıldırım Holding firmaları girmişti. Yıldırım Holding bu denetleme mekanizmasından geçemezken DP World’e ihaleye katılma izni verilmişti. 

BAE’ye silah satışının henüz gerçekleşmemesinin ABD, bölge ve anlaşma açısından taşıdığı riskler de mevcut. Örneğin Rusya, son dönemde Körfez ülkelerine silah ticareti yapma konusundaki isteğini açıkça ifade ediyor. Suudi Arabistan’ın Rusya’da gerçekleşen Army-2021 fuarında Rusya ile askeri iş birliği anlaşması imzalaması İsrail basını tarafından ABD’yi küçük düşüren bir adım olarak lanse edildi. Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinin Rus S-400 ve Su-35’lerine ilgi duydukları daha önce de belirtilmişti. ABD’nin bölgeden çekilmesi, İran’a bölgede daha geniş roller vermesi bir anlamda Körfez ülkeleri için daha büyük ve ciddi tehditler oluşması anlamına da geliyor. Bu durum silah ticareti konusunda bölgede Rusya ve Çin gibi oyuncuların daha aktif rol almasına yol açabilir. Her halükârda bölgedeki yeni durum İsrail’in askeri üstünlüğünü tehdit edebilecek potansiyel gelişmeler taşıyor diyebiliriz.

BAE’nin İbrahim Anlaşmaları sonrasında karşılanmayan tek beklentisi ABD’nin silah satışlarını durdurması olmadı. BAE, İsrail ve ABD arasında kurulan ve bölgeye 3 milyar dolarlık bir fon akışını öngören “İbrahim Kalkınma Fonu” da Beyaz Saray’ın aldığı kararla geçtiğimiz ay donduruldu. Bu ve benzeri tek başına bir tehdit gibi görünmeyen meseleleri bir araya getirdiğimizde, İsraillilerin aksine BAE kanadında anlaşmanın henüz istenilen seviyelere gelmediğini düşünen birçok isim var. The Jerusalem Post’tan Seth Fratzman’a görüşlerini aktaran Dubai Kamu Politikası Araştırmaları Merkezi genel direktörü Mohammed Baharoon, anlaşmanın temel hedefinin İsrail-Arap çatışmasını bitirmek olduğunu ve Filistin Meselesi çözülmeden bunun gerçekleşmeyeceğini belirtiyor. BAE anlaşmayı kamuoyuna Filistin meselesi için bir çözüm denemesi olarak anlatmıştı. Ancak anlaşma üzerinden geçen bir yıllık sürede BAE’nin İsrail’den bu konuda hala bir adım beklentisinde olduğunu söyleyebiliriz. Mayıs ayında yaşanan Gazze-İsrail çatışması, birçoklarına göre anlaşmanın ilk sınavıydı ve bu sınav başarıyla verildi. BAE çatışmalar esnasında İsrail yanlısı sayılabilecek bir dil kullandı. Bu durum Arap ve İslam dünyasının, anlaşmanın Filistin meselesi için değil Filistin’e rağmen yapıldığına inanan üyelerinin şüphelerini daha da güçlendirdi. Tek başına ele alındığında mayıs ayındaki olaylar anlaşma için ciddi bir tehdit teşkil etmemiş olabilir ancak anlaşmanın başına gelecek olası krizin ilk damlası olarak da nitelendirilebilir. 

The Jerusalem Post’taki aynı yazısında Fratzman Dubai’de mevcut, farklı endişeleri de naklediyor. İsraillilerden aktarılan görüşlerin aksine Dubai tarafı daha karamsar bir tablo çiziyor. Anlaşmanın test edileceği bir diğer önemli olay olarak BAE petrolünün Avrupa’ya taşınması için İsrail’e ait olan Asya-Avrupa Boru Hattının kullanımını içeren anlaşmanın dondurulması ön plana çıkıyor. Bu gelişme İsrail’in yeni hükümetinin de ilişkileri, eski hükümetle tamamen aynı biçimde ele almayacağını göstermesi açısından büyük öneme sahip. İsrail tarafı anlaşmanın dondurulmasını çevresel sorunlarla açıklıyor. Aynı endişeler Netanyahu döneminde de uzmanlarca dile getirilmişti ancak çevre sorunları göz ardı edilerek mutabakat zaptı imzalanmıştı. 

Şekil 2:BAE petrolünü İsrail kara sahası üzerinden Akdeniz’e taşıması planlanan proje askıya alındı.

BAE’nin anlaşmaya daha temkinli yanaşmasında yukarıda bahsettiğimiz İran’a ABD tarafından biçilen yeni bölgesel rolün etkileri de olabilir. Körfez ülkeleri açısından İran tehdidini durdurmanın alternatif yolları olacaktır. İran’la girilen diyalog yolu, Körfez ülkelerinin bu alternatiflere yönelme eğilimine işaret edebilir. İsrail ise bu alternatiflerden yoksundur. İran ile aralarında sıcak temasların devam ediyor olması, iki tarafın da geri adım atmayacağının işareti olarak görülebilir. Bu durumda Körfez ülkeleri açısından sıcak ve direkt temasların getireceği riskleri almak yerine sahip oldukları alternatifleri kullanmak daha makul bir seçenek olacaktır. 

Anlaşmanın şimdiye kadar yüzleştiği kriz ve sınavları şu şekilde sıralamak mümkündür:

  • Mayıs ayında gerçekleşen Gazze saldırıları,
  • Filistin Meselesine dair İsrail tarafından henüz olumlu bir adımın gelmemiş olması,
  • Batı Şeria’da ilhakın devam ediyor olması,
  • Biden hükümetinin yeni Orta Doğu vizyonu ile İbrahim Anlaşmaları ve ona bağlı gelişmelerin şekillendirdiği Orta Doğu vizyonu arasındaki gerilimler,
  • Körfez ülkeleriyle İran arasında gerçekleşmeye başlayan görüşmeler,
  • Kovid-19 pandemisi ve onun getirdiği ekonomik bazı engeller,
  • BAE-İsrail arasındaki petrol hattı mutabakat zaptının yeni hükümet tarafından dondurulması,
  • İbrahim Kalkınma Fonu’nun Beyaz Saray tarafından dondurulması,
  • BAE’ye F-35 satışının ABD tarafından bekletiliyor olması.

Diğer ülkelerle yapılan anlaşmaları da göz önünde bulundurursak Normalleşme Anlaşmaları, Arap ülkelerinin İsrail’le normalleşme karşılığında ABD’den çeşitli menfaatler devşirdiği bir üçlü takas anlaşması mahiyetinde gözükmektedir. Mevcut sorunlar listesi incelendiğinde BAE, bu takasa girmekle aldığı risklerin karşılığını almış görünmüyor. BAE açısından anlaşmayı değerli kılan en kritik nokta hiç şüphesiz ABD’nin F-35 satışlarını onaylamasıydı. Biden hükümeti bu satışlar noktasında şüphelerini ifade etmekten geri durmuyor.

Anlaşmanın bölgede İran karşıtı bir İsrail-Sünni bloku oluşturduğu iddiası da yukarıda bahsettiğimiz gelişmeler neticesinde zarar görmüşe benziyor. Hepsinin de ötesinde, geçen sürede anlaşmaların Filistin meselesine dair bir çözüm üretme teşebbüsünde bulunduğunu söylemek de çok zor gözüküyor. Şimdilik anlaşma yalnızca ekonomik iş birlikleri üzerinden işliyor. Öte yandan iki taraf da kamuoyu nezdindeki tarafların kötü imajını yok edip halklar arasında bir bağ kurmak için çeşitli PR çalışmalarını alenen yürütüyor. Ancak anlaşma şu noktada beklentileri -özellikle Körfez ülkeleri açısından- tam anlamıyla karşılamış görünmüyor. En azından anlaşmaların bölgenin jeopolitiğine etkisinin beklenildiği kadar büyük olmadığını söyleyebiliriz. Özellikle İsrail yönetimi, anlaşmaları olduğundan büyük göstermek konusunda ısrarcı olacaktır. Zira İsrail’in bu anlaşmadan asıl çıkarı, Filistin meselesine rağmen Arap dünyasında bir Sünni-İsrail iş birliğinin meşruiyet kazanması olacaktır.  

İsrail Basınında İbrahim Anlaşmalarının Birinci Yıl Dönümü

Anlaşmanın yıl dönümü İsrail basınında yoğun bir ilgi gördü. Birçok gazete anlaşmayla alakalı geniş haber ve analizlere yer verdi. Aralarında en dikkat çekici olanı ise Israel HaYom tarafından hazırlanan ve anlaşmanın arka planını anlatan dosyaydı. Netanyahu’ya yakınlığıyla bilinen gazete, anlaşmaların oluşum sürecinde Netanyahu’nun çabalarını ön plana çıkaran özel bir dosya hazırladı. Dosyada ABD yönetiminin “Filistin meselesi çözülmeden normalleşme olmaz.” ezberinin Netanyahu’nun ikna çabaları sayesinde aşıldığı belirtildi.[5]

White House largely disregards coronavirus precautions during Abraham  Accords signing - CNNPolitics

Mitvim Enstitüsünden Ksenia Svetlova’nın İsrail’e çeşitli tavsiyelerde bulunduğu “İbrahim Anlaşmalarının Yıl Dönümü: Yoğun Etkinlikler, Ama Düzeltilmesi Gereken Şeyler de Var.” başlıklı yazısı ise HaAretz’de kendine yer buldu.[6] Yazarın İsrail hükümetine ilk tavsiyesi, Arap ülkelerinde siyasetin ve idarenin kişisel bağlantılar üzerinden yürüdüğünün farkında olarak Arap liderlerle kişisel bağlantılar kurması oluyor. İkinci olarak ise İsrailli temsilcilerin normalleşen ülkelerde halkla bağ kurmalarının önemine değiniliyor. Bu ilk iki tavsiye esasen anlaşmaların derinlikli temellere dayanmamasından doğan endişeler olarak yorumlanabilir. 

Üçüncü olarak ise yazar İran’a yaklaşım noktasında normalleşen ülkelerle İsrail arasında zannedildiği gibi bir fikir birliği olmadığının farkında olunması gerektiğini belirtirken Körfez ülkelerinin temelde ticari iş birliği arayışında olduğunu ve İsrail’in bunu sağlaması gerektiğini ekliyor. Bu tavsiyenin de ilk iki maddeyle bir bütünlük oluşturacağını düşünüyorum. Gerek İsrail gerek Körfez ülkeleri anlaşmanın, Arap ve İsrail toplumlarının birbirini tanımlamasındaki bir dönüşüm sonucu meydana geldiği izlenimini oluşturacak bir PR çalışması yürütüyor. Ancak anlaşmaların bir menfaat takasını barındırdığını da göz önünde bulundurmak gerekir. Yazarı bu endişelere sevk eden de anlaşmaların toplumsal bir temele değil de çıkar ilişkilerine dayanıyor olmasıdır diyebiliriz. Yazarın dördüncü tavsiyesi ise Filistin meselesiyle alakalı. Yazar her ne kadar son olaylarda sessiz görünseler de normalleşen ülkelerin Filistin meselesini yakından takip ettiğini belirterek, Filistin meselesinin halk nezdinde hala ciddi bir karşılık bulduğunu gösteren çeşitli örnekler veriyor. Beşinci ve son öneri ise ilişkilerin mevcut iyi seyrine rağmen dikkatli davranılmaması durumunda acı bir hale dönüşebileceği oluyor. 

İsrail basınında büyük ölçekte anlaşmaların ne denli büyük bir başarı olduğunu yansıtan dosyalar öne çıksa da daha temkinli yaklaşımları da görmek mümkün. HaAretz’in başını çektiği solcu -liberal kesimden yazarların anlaşmaların bir takas niteliğinde olduğunu ve Körfez ülkelerini böylesi bir anlaşmaya iten temel nedenin ABD’nin ödüllendirmesi olduğunu belirttiği görülüyor. İsrail basınındaki İbrahim Anlaşmalarıyla alakalı haberleri değerlendiren TRT World İsrail muhabiri Fatih Yavuz bu durumu “Orta Doğu’da statükocu diye tanımlanabilecek rejimlerin Washington’a giden yol Tel Aviv’den geçer denklemini kendilerine yol haritası olarak belirlemesi” şeklinde açıklıyor.[7]

Referanslar:

  1.  https://www.inss.org.il/publication/abraham-accords-one-year/
  2.  https://besacenter.org/bidens-foreign-policy-and-the-pursuit-of-legitimacy/
  1.  https://jiss.org.il/he/inbar-bennetts-visit-to-washington/
  2.  https://www.inss.org.il/publication/saudi-arabia-security/
  3.  https://www.israelhayom.co.il/news/geopolitics/article/3956884
  4.  https://www.haaretz.co.il/blogs/mitvim/BLOG-1.10105389
  5.  https://twitter.com/fthyvz7/status/1426572755764457475?s=20

Anadolu Yakın Doğu Araştırma Merkezi

Anadolu Yakın Doğu Araştırma Merkezi

İlgili Makaleler

Bir Cevap Yazın

Başa dön tuşu
%d blogcu bunu beğendi: