İsrail’in Gözünden Körfez ve Türkiye | 07 – 13 Ağustos 2022

İsrail Basını ve Araştırma Merkezlerinde Körfez ve Türkiye Hakkında Çıkan Yayınlar
“Suudi Arabistan ve İsrail: ‘Çöl Hızında’ Normalleşme” başlığıyla INSS’te yayımlanan yazıda şunlara temas ediliyor:[1]
- Krallığın hassas iç ve dış dengeleri nedeniyle açıkça belirtilmese de 2020 yılından bu yana Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkilerinde kademeli bir değişim gözlenmekte.
- İsrailli şirketlerin Suudi Arabistan’da teknoloji ve tarım sektöründeki katılımı giderek artıyor.
- İsrailli ve Suudi güvenlik yetkilileri arasında çeşitli toplantılar yapıldığı aktarılıyor.
- Suudi Arabistan direkt olarak dahil olmasa da İbrahim Anlaşmalarını dışarıdan destekledi.
- Bütün bunlara rağmen Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesi önünde çeşitli engeller mevcut:
- ABD ile İlişkiler: Suudi Arabistan’ın, İsrail ile normalleşme karşılığında en büyük beklentisi ABD ile daha güçlü ilişkiler kurmak olacaktır. ABD Başkanı Biden, Suudi Arabistan ziyaretinde ABD’nin bölgeye geri döndüğünün mesajını verdi ve Suudi Arabistan’a çeşitli taahhütlerde bulundu ancak Suudi elitler halen şüpheli bir yaklaşıma sahipler. ABD’nin bu olumlu tavrının petrol fiyatlarını kontrol altına alma ihtiyacından kaynaklandığını düşünüyorlar.
- Filistin Meselesi: Muhammed bin Selman ve Suudi yönetiminden üst düzey isimler İsrail ile normalleşme için 1967 sınırları içinde bir Filistin Devleti kurmayı öngören Arap Barış Girişimi’nin uygulanmasını şart koşan açıklamalarda bulundu. Bu açıklamalar İsrail ile ilişkileri kökten reddetmese de muhtemelen resmi olarak ilişkilerin kurulması için Suudi Arabistan, İsrail-Filistin diyaloğunun başladığını görmek isteyecektir.
- Kral Selman: Kral Selman’ın İsrail’e karşı pozisyonunun daha katı olduğu biliniyor. Onun ölümünden sonra İsrail ile normalleşme ihtimalinin artacağı aşikâr.
- Suudi Kamuoyu: Yapılan anketler halen Suudi kamuoyunun %80’e yakınının İbrahim Anlaşmalarına karşı çıktığını gösteriyor. Muhammed bin Selman, kamu söylemini kontrol etme gücüne sahip olduğunu hissettikçe İsrail’le yakınlaşmak için adım atma konusunda kendine daha fazla güvenecektir.
- İslam Dünyasındaki Statü: Suudi Arabistan’ın İslam dünyasındaki ağırlığı nedeniyle, onunla yapılacak bir anlaşma İsrail halkıyla ilişkilere “dini nitelik” kazandıracak ve hatta İsrail’in bir bütün olarak İslam dünyasıyla ilişkilerini geliştirmesine olanak sağlayacaktır.
- İran: Ortak İran tehdidi İsrail ile Suudi Arabistan arasında sessiz bir yakınlaşmanın temelini oluşturmuştur. İsrail ile ilişkiler Suudi Arabistan’ın İran’a karşı caydırıcılık imajını güçlendirse de pragmatik Arap ülkeleri arasında bir tür İsrail “ileri üssü” olarak algılanma korkusu var.
- Suudi yetkililer tarafından direkt olarak ifade edilmese de Suudi Arabistan’ın hava sahasını İsrail uçuşlarına açması ve Suudi Arabistan ile ABD arasında Tiran ve Sanafir adalarındaki Çok Uluslu Gözlemci Gücü’nün tahliye edilmesine yönelik bir anlaşma imzalanması normalleşme yolunda atılmış adımlar olarak görülüyor.
- İbrahim Anlaşmaları, uygun baskı ve teşvik sağlandığında Körfez ülkelerinin Filistin meselesindeki pozisyonlarından tavizler verebildiğini göstermiştir. ABD’nin de teşvikleriyle İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesinin Filistin meselesi dışında gerçekleşmesi mümkündür.
“İbrahim Anlaşmalarının İkinci Yılı: Etkileyici İlerleme Hızı, Birçok Zorluk ve Bitmeyen Potansiyel” başlığıyla INSS’te yayımlanan yazıda şu hususlara temas ediliyor:[2]
- İbrahim Anlaşmalarının üzerinden geçen iki yıllık süreçte:
- BAE, Fas, Bahreyn ve Sudan’da İsrail’in diplomatik temsilcilikleri açıldı,
- Tel Aviv ile Abu Dabi, Dubai, Manama, Kazablanka ve Marakeş arasında havayolu seferleri ve doğrudan uçuşlar gerçekleştirildi,
- bakanlar ve üst düzey yetkililer karşılıklı resmi ziyaretlerde bulundu ve çok çeşitli alanlarda işbirliği anlaşmaları imzaladı,
- ülkeler arasındaki ticaret rakamlarında çarpıcı bir artış gözlendi,
- İbranice dil eğitimine olan talep arttı,
- ülkeler arasındaki güvenlik bağları güçlendirildi ve genişletildi.
- İbrahim Anlaşmalarıyla başlayan süreç, Trump sonrası Biden yönetiminin de desteğini sürdürmesi ve Katar ile Türkiye’nin pragmatik kampa dönmesiyle birlikte gelecek adına birçok potansiyel taşımaktadır. Bu potansiyellerden bazıları şunlardır:
- İsrail üzerinden Körfez ülkelerine bir karayolu ticaret rotası açılması: Avrupa ülkeleri yıllarca Körfez’e Türkiye, Lübnan ve Süveyş Kanalı üzerinden ihracat yaptı. İsrail üzerinden Körfez’e daha verimli bir karayolu rotası oluşturmak mümkündür.
- Mısır, İsrail ve Körfez ülkelerinin katılımıyla Gazze’nin altyapı ve ekonomi sorunlarını çözebilecek bölgesel projeler teşvik edilebilir.
- Enerji: Gaz tedariki ve nakliyesi alanına yapılacak yatırımlarla Körfez ülkeleri ve İsrail, Avrupa ülkeleri için bir alternatif haline gelebilir.
- Gıda Krizi: İsrail, BAE ve Fas’ın tarım teknolojilerindeki birikimiyle Sudan başta olmak üzere farklı Afrika ülkelerinde alternatif buğday kaynakları üretilebilir.
- Su: İsrail’in su sirkülasyonu ve tuzdan arındırma konusunda teknolojileri ve birikimi, su kıtlığı sorununa pratik çözümler sunabilir.
- Dijital Sağlık ve Tıp: Covid-19 süreci, küresel sağlık krizlerini önleme noktasındaki çalışmaların önemini göstermiştir. İsrail, sağlık ve tıp alanında önde gelen ülkelerden birisidir.
- Eğitim ve Kültür: Bu alanda yapılacak çalışmalar, radikal İslamcı fikirlerin zayıflatılması için önemlidir.
- İsrail ile normalleşme yoluna giren Müslüman çoğunluklu ülkelerin, bu kararlarının meyvelerinden faydalanması, anlaşmalarının genişletilmesi ve güçlendirilmesi açısından önemlidir. Sudan, Çad ve Kosova gibi ülkeler, ilgili bütün forum ve çalışma gruplarına davet edilmelidir.
“Erdoğan: Eski Haline Geri mi Döndü?” başlığıyla INSS’te yayımlanan değerlendirmede şunlara temas ediliyor:[3]
- İsrail’in Gazze’ye yönelik operasyonuna ilişkin açıklamalarda bulunan Erdoğan, bebekleri öldürdüğü için İsrail’i sert biçimde eleştirdi. Mescid-i Aksa’nın Müslümanlar için kırmızı çizgi olduğunu vurguladı.
- Erdoğan, geçtiğimiz Ramazan ayında İsrail ile Gazze arasında yaşanan gerilimde daha itidalli açıklamalarda bulunmuştu.
- Yine de Erdoğan, geçmiş yıllardaki açıklamalarına oranla oldukça kısıtlı bir tepki verdi.
- Erdoğan’ın bu açıklamaları şu şekilde açıklanabilir:
- Türk basını Gazze’den gelen acıklı görüntülerle doluydu. Siyasi kariyeri boyunca Filistin meselesiyle özel bir bağ kuran Erdoğan, kendi kamuoyunu tatmin edecek bir açıklama yapma ihtiyacı hissetti.
- Bir diğer muhtemel sebep ise Erdoğan’ın henüz İsrail ile yakınlaşmadan beklediği neticeleri görememesi olabilir. İsrail, Türkiye’nin ABD nezdindeki pozisyonunu geliştirmek için yeterli desteği vermedi. İsrail ile Türkiye arasında bir doğal gaz boru hattı inşasına yönelik bir adım atılmadı.
- Gazze’deki operasyon kısa sürdüğü için iki ülke ilişkileri üzerindeki etkisi oldukça kısıtlı olacaktır.
“Yeni Orta Doğu” başlığıyla Kudüs Strateji ve Güvenlik Enstitüsü’nde (JISS) yayımlanan yazıda şunlara temas ediliyor:[4]
- İsrail’in kurulduğu dönemde İsrail’i çevreleyen ülkelerle diplomatik temas kurulması mümkün görülmüyordu. Bu yüzden İsrail dış politikasının kurucu doktrini, çevre ülkeleri atlayarak uzak halkada yer alan Türkiye, İran ve Etiyopya gibi ülkelerle diyaloğa girmeyi öngörüyordu.
- Mısır’la imzalanan barış anlaşması, Oslo Anlaşması ve Ürdün ile imzalanan barış anlaşması İsrail’in konumunu değiştirdi ve diğer Müslüman ülkelerin İsrail ile ilişkilerini geliştirmelerine olanak sağladı.
- Eski İsrail Başbakanı Netanyahu, Arap ülkeleriyle ilişkileri geliştirmeyi stratejik bir hedef olarak benimsedi. Netanyahu’nun iki temel motivasyonu vardı:
- İran’la mücadelede İsrail’in konumunu güçlendirmek
- İsrail’in teknoloji, siber ve enerji alanlarındaki başarılarını bölgedeki ve genel olarak dünyadaki konumunu değiştirmek için kullanma arzusu
- Beş faktörün olgunlaşmasıyla İbrahim Anlaşmaları mümkün hale geldi:
- İsrail’i yok etmenin mümkün olmadığının Arap ülkeleri tarafından anlaşılması
- Arap Baharı sonrası iç değişim umutlarının azalması, Arap ülkelerinin yöneticilerinin İslamcı güçler ile başa çıkma yolu aramaya başlaması
- Arap yöneticilerinin, Filistin sorununa ilgisini giderek kaybetmesi ve Filistin’i zamanla daha fazla para isteyen ve herkesi eleştiren bir yapı olarak görmeye başlaması
- İran’ın, kendisiyle işbirliği yapmayan herkese zarar vermekten çekinmeyen güçlü ve saldırgan bir aktör haline gelmesi
- ABD’nin Orta Doğu’ya olan bağlılığının zayıflaması
- İran tehdidi büyürken ABD’nin güvenlik şemsiyesi daraldı. Arap yöneticilerinin önünde iki seçenek kaldı:
- İran’la uzlaşmak
- İsrail’i İran’a karşı bir yardımcı olarak görmek
- İbrahim Anlaşmalarına taraf olan ülkeler, ABD’nin de teşvikiyle ikinci seçeneği seçtiler ve böylece İsrail’in Arap ülkeleriyle ilişkilerinde yeni bir dönem başladı. Mısır ve Ürdün’le imzalanan barış anlaşmalarının aksine İbrahim Anlaşmaları ülkeleri, “normalleşme korkusu” olmaksızın İsrail’le çeşitli düzeylerde ilişkiler geliştirdiler. Bu korkunun geride bırakılması önemli bir dönüm noktası oldu. Ürdün ve Mısır’ın işbirliği konusundaki istekleri de artmaya başladı.
- İsrail’in ABD savunma sistemi içinde Avrupa Komutanlığından (EUCOM) Orta Doğu Komutanlığına (CENTCOM) geçmesi bir diğer önemli değişim oldu. Bu durum, İsrail’e Arap ülkeleriyle askeri alanda ABD şemsiyesi altında işbirliği yapma fırsatı sunuyor. İsrailli bir askeri temsilci şu an Bahreyn’de bulunan 5. Donanma’nın karargahında görev alıyor.
- Askeri işbirliği noktasında yeni sürecin ulaşabileceği doruk nokta, ABD öncülüğünde İsrail ve bölge ülkelerinin İran’ın hava saldırılarına karşı ortak bir savunma bloku kurması olacaktır.
- Bölgedeki bu değişim sadece İsrail’in çevre ülkelerin meşruiyetine ihtiyaç duymasıyla alakalı değildir. Sünni Arap ülkeleri, İran tehdidi ve ABD’nin değişken tavırları karşısında daha istikrarlı ve güvenli bir bölgesel denklem arayışındadır.
- Orta Doğu’daki bu yeni denklem, İsrail’i Doğu Akdeniz’de önemli bir aktör haline getirdi. İsrail,’in Türkiye ile karşı karşıya gelmekte menfaati yoktur. Ancak İsrail, Türkiye’nin Libya ile imzaladığı MEB Anlaşması gibi girişimlerle İsrail’i denizden Avrupa ile koparacak girişimlerinin önünde durmalıdır.
- İsrail gazının Avrupa’ya taşınması noktasında Türkiye’ye güvenilmemelidir. Bu bölgede mümkünse BAE, Ürdün ve Filistin gibi ülkeler de denkleme dahil edilmeye çalışılmalıdır. İsrail ve Mısır, köprü görevi görerek AB ile İbrahim Anlaşmaları ülkelerini birbirine bağlayabilir.
- AB, Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail arasında bir elektrik kablosu döşenmesini öngören proje desteklenmelidir. Bu proje sayesinde GKRY, elektrik üretimi için bölgesel bir merkez haline gelebilir.
- Hindistan’ı ticari bir ortak olarak İbrahim Anlaşmaları blokuna dahil etmek, oluşmakta olan yeni dünya düzeni dahilinde güçlü bir blok meydana getirecektir.
- Yeni bir Orta Doğu var ve bu kez Oslo vizyonundan farklı olarak hayallere ve Filistinlilere bağlı değil. İsrail adımlarını dikkatli atmalı, Körfez ülkeleriyle ilişkilere öncelik vermeli ve bu ülkelerle büyük projeleri hayata geçirmeli, Mısır, Ürdün ve Fas’la ilişkilerini geliştirmeli, Yunanistan ve Kıbrıs’la ekonomik ve siyasi ilişkilerini daha da geliştirmeli ve bu ülkeler üzerinden Avrupa’ya olan bağlantılardan faydalanmalıdır.
Referanslar: