Raporİsrail’in Gözünden Körfez ve Türkiye

İsrail’in Gözünden Katar ve Körfez | Eylül 2021

Eylül Ayı Önemli Gelişmeler

1 Eylül: İsrail’in Dubai Elçisi: Petrol Anlaşmasının İptali İlişkileri Etkilemez.

İsrail’le BAE arasında mutabakat zaptı imzalanan ve BAE petrolünü İsrail kara sahası üzerinden Akdeniz’e taşınması planlanan proje geçtiğimiz ay İsrail Çevre Bakanlığının değerlendirmesiyle dondurulmuştu. İsrail’in Dubai’de görev yapan elçisi Ilan Sztulman Starosta yaptığı açıklamada anlaşmanın iptal edilmesinin ikili ilişkilere zarar vermeyeceğini, pandeminin sona ermesiyle birlikte iki ülke arasındaki ticaret hacminin çok rahat 1 milyar dolar seviyelerine çıkacağını ifade etti.

27 Eylül: Bennett Körfezli Yetkililerle Bir Araya Geldi.

BM Genel Kurulunda gerçekleştireceği konuşma öncesinde Körfez ülkelerinden yetkililerle bir araya gelen Bennett İbrahim Anlaşmalarının önemi üzerinde dururken Körfez ve İsrail arasındaki ikili ilişkilerde istikrarlı olacakları noktasında vaatte bulundu.

30 Eylül: İsrail Dışişleri Bakanı Lapid’den Bahreyn’e Ziyaret

İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid, Bahreyn’e bir ziyaret gerçekleştirdi. Lapid’in ziyareti İsrail’den Bahreyn’e gerçekleştirilen ilk resmi ziyaret oldu. Ziyaret kapsamında Bahreyn Kralı Hamad bin İsa El-Halife ile bir araya gelen Lapid ayrıca Manama’daki İsrail elçiliğinin açılışını da gerçekleştirdi. Yine aynı tarihte Manama’dan Tel Aviv’e ticari bir uçuş gerçekleştirildi. Bu uçuş ise iki ülke arasındaki ilk ticari uçuş olarak tarihe geçti.

Eylül Ayında İsrail Basını ve Araştırma Merkezlerinde Katar ve Körfez Hakkında Çıkan Haber ve Yayınlar

“Aljazeera’nin Foyası Ortaya Çıktı.” başlıklı yazı Begin-Sedat Stratejik Araştırmalar Merkezinde yayımlandı.[1]

  • Yazının ilk kısmında Katar’da gerçekleşecek Şura seçiminden bahsediliyor. Seçimden Katar açısından demokratik bir ilerleme olarak bahsediliyor. Ancak seçimin, Katar’da gerçekleşecek 2022 Dünya Kupası öncesi Batı’ya şirin gözükmek için tasarlandığı iddialarına da yer veriliyor. Ayrıca Katar Milliyet Yasasına göre seçimlerde yalnızca 1930 öncesi emirliğe yerleşen asıl Katarlıların oy kullanacak olmasının vatandaşlar arasında bir sınıf ayrımına yol açtığından bahsedilerek bu yasa anti-demokratik olarak nitelendiriliyor.
  • Arap Baharı süreçlerinde Aljazeera’nin oynadığı etkin rolden bahsedilirken Aljazeera’nin Katar’da bu yasaya karşı meydana gelen protestoları görmezden gelmesi çifte standart olarak nitelendiriliyor.

Mitvim Enstitüsünde bu ay öne çıkan başlık İbrahim Anlaşmalarıydı. Anlaşmanın birinci yılı münasebetiyle çeşitli değerlendirme yazıları kaleme alındı.

  • “İbrahim Anlaşmalarının Üzerinden Bir Yıl Geçti: Ortak Düşman Algısı Sarsılıyor.” başlıklı yazıda;[2]
    • İbrahim Anlaşmalarının temel amaçlarından birisinin de ABD’nin çekilmesi sonrası Orta Doğu’da alternatif bir bölgesel İran karşıtı blok oluşturmak olduğu ifade ediliyor.
    • Ancak Biden’ın göreve gelmesiyle birlikte İran’ın güç kazandığı ve İsrail-Körfez ilişkisinin artık ortak bir cephe olarak tanımlanamayacağı belirtiliyor.
    • İran’ın güçlendiğinin kanıtı olarak şu olaylara yer veriliyor;
      • Körfez-İran arasındaki diyaloğun genişlemesi,
      • İbrahim Anlaşmalarıyla ortaya çıktığı düşünülen blokların[3] sınırlarının bulanıklaşması, (Türkiye’nin Mısır ve BAE ile siyasi kanal açması, Katar’ın Körfez ligine geri dönmesi gibi)
      • Pragmatik Kamp olarak isimlendirilen (BAE- Suudi Arabistan – Bahreyn ve İsrail) ülkeler arasında ortak bir politika ve strateji oluşturulamaması,
      • İran’ın özgüven kazanması.
    • Bütün bu gelişmeler ışığında İsrail’in Arap dünyasındaki pragmatik ekseni benimsemesinin İran’a karşı gerekli caydırıcılığı sağlamadığı ifade ediliyor. İsrail’in bölgesel ortaklıklar kurmada, “İran’a karşı ortak cephe” argümanını kullanmaktan başka bir çözüm yolu olmadığına işaret edilerek, bu fikrin yeniden canlandırılması için Suudi Arabistan’la iş birliği kurulmasının gerekliliğinden bahsediliyor. Önemli bir not olarak, Suudi Arabistan’la kurulacak bu iş birliğinin BAE örneğinde olduğu gibi sadece ekonomik temellere dayanmaması gerektiği ifade ediliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, BAE Ulusal Güvenlik Danışmanı Al Nahyan'ı kabul etti

Şekil 3: Geçtiğimiz ay Erdoğan ile BAE Ulusal Güvenlik Danışmanı Al Nahyan arasında bir görüşme gerçekleşmişti.

  • “İbrahim Anlaşmalarının Yıldönümünde Suudileri Kutlamaya Nasıl Dahil Edeceğiz?” başlıklı yazıda;[4]
    • İsrail kamuoyu araştırmalarına göre İsraillilerin normalleşmeyi en çok arzuladığı Arap ülkesinin Suudi Arabistan olduğu ifade ediliyor. Trump ve Netanyahu döneminde bu beklentiyi artıracak çeşitli gelişmelerin meydana geldiğinden bahsedilen yazıda bu ivmenin zamanla kaybolduğu ifade ediliyor. Bu noktada temel sorunun Suudi Arabistan’ın Filistin meselesine bağlılığı olduğu belirtiliyor. Yazar bu noktada 2022 yılında 20. yılına girecek olan Arap Barış Girişiminin bölgedeki yeni gelişmeler ışığında güncellenmesini içeren bir sürecin Suudi Arabistan ve İsrail arasında yeni diyalog kapıları açabileceği önerisinde bulunuyor. 
  • “Bir Yıl Sonra, İbrahim Anlaşmalarının Mürekkebi Hala Kurumadı.” başlıklı yazıda;[5]
    • İbrahim Anlaşmalarının iki temel varsayımı (1. İran karşıtı blok oluşturma ve 2. Filistin meselesiyle ilgili olmama) inceleniyor.
    • İran karşıtı Sünni-İsrail blokunun yeni dönemde belirsizliğini koruduğu, Suudi Arabistan ve BAE’nin İran’a bakışıyla İsrail’in bakışı arasında farklar olduğu ifade edilirken Bahreyn’in bölgedeki İran hegemonyasına karşı İsrail’in en hevesli ortağı olduğu söyleniyor.
    • Filistin meselesinde ciddi bir ilerleme kaydedilmemesinin hali hazırda ciddi bir etkisi gözükmese de bu durumun ilerleyen süreçte İsrail-Arap iş birliğine ciddi zararları olacağı belirtiliyor. Bu noktada yazar İsraillilerin, İbranice öğrenen BAE vatandaşlarına odaklanarak, Filistin davasını desteklemek üzere faaliyet gösteren ve anlaşmayı onaylamayan birçok insan hakları aktivistini görmezden geldiğine işaret ediyor.

“Taliban’ın Yükselişi: İran’ın Afganistan’daki Çıkarları” başlıklı yazı INSS’de yayımlandı. Yazıda;[6]

  • Kötü başlayan Taliban-İran ilişkilerinin son dönemde değiştiğine dair çeşitli verilere yer verilerek İran’ın Taliban’ın göreve gelmesinden memnun olduğu ifade ediliyor. İran’ın ulusal güvenlik çıkarları için önemli bir konumda bulunan Afganistan’da istikrarlı bir hükümet istediği ve bu düzlemde Taliban’la pragmatik ilişkiler kuracağı iddia ediliyor. IŞİD tehdidinin iki ülke arasındaki temel iş birliği alanı olabileceği söyleniyor.
  • İran’ı Taliban’la iş birliğine iten temel motivasyonlar olarak şunlara temas ediliyor;
    • İran’ın Afganistan’daki ekonomik çıkarları,
    • İki ülke arasında zaman zaman anlaşmazlıklara sebep olan ve yaklaşık bir milyon kişiye içme suyu sağlayan Helmand Nehri,
    • Afganistan’dan İran’a yaşanabilecek büyük göç dalgaları.

Eylül Ayı Genel Değerlendirme

Geçtiğimiz aylarda yaşanan büyük çaplı değişimler bölge ülkelerinin ilişkilerinde etkisini hissettirmeye devam ediyor. ABD’de yaşanan başkanlık değişikliğinin bazı bölgesel dinamikleri de beraberinde değiştirdiği hissediliyor. Körfez ülkeleri ve İsrail, Trump döneminde elde ettiği kazanımları koruma gayretinde gözükseler de bu ülkelerin bölgede eskisi kadar geniş bir hareket sahası bulamayacakları bekleniyor. Biden yönetiminin Orta Doğu politikasında bağlı kaldığı prensiplerin Trump dönemindeki kadar İsrail’in menfaatleriyle paralel gitmediği söylenebilir. Önceki dönemde İran’a karşı geliştirilen ilişkiler, Biden yönetimiyle birlikte çeşitli çözülmelere maruz kalmaktadır. Körfez ülkelerinin İran’la diyalog kapıları açması ve Katar’ın Körfeze geri dönmesi gibi durumlar hiç şüphesiz İsrail tarafından tedirginlikle karşılanacak gelişmelerdir.

ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve Taliban’ın yönetimi ele geçirmesi, Viyana Görüşmeleri ya da ABD’nin Ortadoğu’dan çekilme planı kadar önemli olmasa da,  İsrail’de gündem açısından belirleyici başlıklardan olmuştur. Özellikle Doha’nın bu süreçte üstlendiği rol İsrail medyası tarafından yakından takip edilmektedir. 

Bu ayki raporumuzda güncel gelişmeler ışığında aşağıdaki başlıklar öne çıkıyor:

Afganistan’daki Son Durum ve İsrail Üzerine Olası Etkiler: ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi Biden dönemi dış politikası açısından kritik bir hamleydi. Çekilme sürecinin idaresi ABD’nin imajı açısından önemli bir sınavdı. Bazı krizlerle karşılaşmış olmakla birlikte ABD geri çekilmeyi tamamladı. Kısa süre sonra Taliban Kabil’i ele geçirdi. Bu süreçte İsrail tarafından dikkat çeken iki temel noktadan söz edebiliriz. Birincisi Katar’ın çekilme sürecinde ve Taliban’la yürütülen görüşmelerde oynayacağı rolün Katar’a bölgede nasıl bir rol biçeceğidir. İkincisi ise Biden yönetiminin Taliban yönetimine dahi belli ölçüde meşruiyet kazandırması üzerinde karakterize olan yeni dış politika anlayışının bölge ülkelerine nasıl bir yansıması olacağıdır.

  Taliban’ın siyasi bürosuna 2013 yılından bu yana ev sahipliği yapan Katar, Taliban ile kurduğu temasın faydalarını görmeye başladı. Çekilme sürecinde kritik bir rol üstlenen Katar, Taliban yönetimi ile arabuluculuk noktasında tek aday gibi gözüküyor. Doha şimdiden Afganistan konusunda Batılı ülkelerin gözlerini çevirdiği ana merkez olmuş gibi duruyor. Geçtiğimiz ay Doha’yı ABD, İngiltere, Hollanda ve İtalya gibi ülkelerin Dışişleri Bakanları ziyaret etti. Bu noktada Katar’ın üstlendiği rolle alakalı İsrail medyasında şu başlığa yer verildi: “Orta Doğu’nun Cenevresi: Katar Afganistan Krizinden İstifade Ederek Küresel Konumunu Güçlendirdi.”[7]

Katar ile Taliban arasındaki ilişki üzerine İsrail medyasında çeşitli değerlendirmelere yer verilirken, Katar’ın Taliban tarafından tarafsız bir bölge olarak görüldüğü ve  ABD ile aralarında ara bulucu olarak yıllar önce seçildiği ifade ediliyor. Medyada bir yandan Katar’ın Taliban üzerindeki etkisinin ne denli olduğu ya da ne kadar daha süreceğine dair şüpheler dile getirilirken diğer yandan Taliban’ın uluslararası bir meşruiyet elde etme ve yabancı yatırımcılara kapılarını açma noktasında Katar’ın ara buluculuğuna duyduğu ihtiyaç ifade ediliyor. Bu noktada Kabil Havalimanı Katar’ın Taliban üzerindeki nüfuzunu kanıtlama açısından önündeki ilk sınav olarak nitelendiriliyor. İlgili haberinde Haaretz Katar’ın nüfuzu sayesinde Taliban’ı taleplerinden vazgeçmeye ikna edeceğini öngörüyor.[8] 

First civilian flight from Kabul since US exit lands in Doha | Taliban News  | Al Jazeera

Şekil 1: ABD’nin çekilmesinden sonra Kabul’den yapılan ilk sivil uçak seferi Doha’ya gerçekleşti.

Genel manada İsrail medyasında Katar’ın Afganistan’da önemli bir rol üstlendiği ve bu yeni rolün çeşitli etkileri olacağı mesajı hissedilmektedir. Afganistan’da Katar’ın olası müttefikleri olarak Türkiye ve diğer Körfez ülkelerinin isimleri ön plana çıkıyor. Benzer şekilde Afganistan’da çekilme süreci, Türkiye ile BAE arasında son dönemde yaşanan yakınlaşmanın sebeplerinden birisi olarak gösteriliyor. 

Taliban’ın uluslararası bir tanınırlık elde etmesi için henüz erken gibi duruyor. Ancak birçok devlet Afganistan büyükelçiliklerini Doha’ya taşıyarak Katar üzerinden Taliban ile temas kurmayı hedefliyor. Bu durum Taliban yönetimine de facto bir meşruiyet zemini sunuyor. İsrail medyasında geçtiğimiz ay ABD’nin bölgesel sorunlara daha az müdahil olmayı tercih ederek sahayı bölgesel aktörlere bırakmasını eleştiren çeşitli yazılara yer verilmişti. İsrail açısından temel endişe, Biden hükümetinin bu tutumunun radikal gruplara bir nevi meşruiyet kazandıracağı olmuştu. İsrail medyasında Afganistan meselesine dair bu ay öne çıkan başlıklardan birisi de Taliban’ın zaferinin küresel cihat hareketlerini nasıl etkileyeceği oldu. Begin Sedat Stratejik Araştırmalar Merkezinde yer alan bir yazıda Hamas’ın kendini Taliban’la, Filistin Yönetimini de devrilen Afgan hükümetiyle özdeşleştirdiğini gösteren açıklamaları olduğu iddia edildi.[9] Bu bağlamda Taliban’ın zaferinin Hamas üzerinde kısmen de olsa olumlu bir yansıması olacağı öngörülebilir. Ancak bu noktada asıl önemli mesele yeni dönemde ABD’nin güvenilir müttefik imajının zarar görmesi olacaktır. 

İsrail’in bölgesel caydırıcılığı ciddi anlamda ABD ile iş birliğine dayanmaktadır. Temelde ABD’nin QME (Niteliksel Askeri Üstünlük) ilkesine[10] dayanan bu iş birliği İsrail’in mevcut caydırıcılığının temelini teşkil etmekle beraber çeşitli riskler de taşımaktadır.[11] ABD şemsiyesi altında kaldığı sürece İsrail’in bölgesel ilişkiler üzerinden yeni bir caydırıcılık modeli inşa etmesi zor gözükmektedir. Bu bağlamda İbrahim Anlaşmaları önemli bir adım olarak görülebilir, ancak bu anlaşmanın büyük oranda ABD teşvikiyle meydana geldiğini unutmamak gerekir. Ayrıca, İbrahim Anlaşmalarından sonra ABD’nin BAE’ye F-35 satışını onaylaması dahi İsrail tarafından tepki çekerek QME stratejisi için bir tehdit olarak görülmüştür.

Muhalefet koltuğuna geçmesiyle birlikte Netanyahu’nun, görevi kendisinden devralan  Bennett hükümetine yüklendiği ilk konulardan birisi de yeni hükümetin İran’a karşı gerekli durumlarda ABD’ye rağmen kararlar alacak güçte olmadığıydı. Bu noktada Netanyahu’nun ABD’ye tamamen bağımlı bir caydırıcılık modelinin getireceği dezavantajların farkında olduğunu söyleyebiliriz. Yeni dönemle birlikte ABD’nin özellikle İran konusunda aldığı bölgesel kararlar, Washington-Tel Aviv hattındaki ahengin belli ölçüde kırıldığı imajını çizmektedir. ABD’nin bölgesel sorunlara müdahale politikasında geçireceği dönüşümün İsrail’in savunma kabiliyetleri ve caydırıcılığı noktasında çeşitli etkileri olacaktır. İsrail’in savunma ve caydırıcılık noktasında sahip olduğu olumlu imajı korumak için ABD’deki bu değişimleri dikkatle takip edeceği muhakkaktır. Afganistan meselesi bu bağlamda İsrail açısından düşük riskli, güzel bir örneklem sunmaktadır.

Biden, Bennett'e istediğini vermedi - YENİ ASYA

Şekil 2: ABD’nin bölgesel sorunlara müdahale politikasında geçireceği dönüşümün İsrail’in savunma kabiliyetleri ve caydırıcılığı noktasında çeşitli etkileri olacaktır.

Gazze’de Son Durum ve Katar Parasının Transferi: Mayıs ayında yaşanan çatışmalar sonrasında Bennett Hükümeti Gazze’ye nakit halde para transferine artık izin vermeyeceklerini açıklamıştı. İsrail tarafının iddiasına göre Gazze’ye valizlerle giren nakitler, Hamas tarafından askeri amaçlar (yer altı tünelleri ve füze yapımı) için kullanılıyor. Bennett Hükümetinin, Katar hibelerinin Gazze’ye BM’nin aracılık edeceği yeni bir sistemle girmesi noktasındaki ısrarı Katar tarafından da kabul görmüştü. Ancak bu anlaşmanın aylık 30 milyon dolara tekabül eden Katar yardımlarının yalnızca bir kısmı için geçerli olduğu anlaşılıyor. Bu paranın 10 milyon dolarlık kısmı elektrik üretiminde kullanılmak üzere yakıt alımını, 10 milyon dolarlık bir diğer kısmı ise muhtaç ailelerin iaşe masraflarını kapsıyor. İsrail basınında yer bulan bilgilere göre ihtiyaç sahibi ailelere dağıtılacak 10 milyon dolar tutarındaki kısım noktasında Katar, BM ile anlaşmaya vardı ve bu para ihtiyaç sahiplerine ulaştı. Ancak asıl problem Hamas’lı devlet yetkililerinin maaşı için ayrılan üçüncü 10 milyon dolarlık kısmın transferi noktasında yaşanıyor.

מי מפקח על חלוקת הכסף הקטארי בעזה? לפי פרסומים גלויים - אונר"א וקטאר |  Israel Defense

İsrail basınında yer alan bilgilere göre Katar, bu tutarın transferi için Filistin Yönetimiyle anlaşmaya vardı ve hatta bu para Filistin Yönetimine aktarıldı. Ancak Filistin Yönetimi, bankalarının uluslararası arenada terör örgütlerine destek ve maddi yardım suçlamalarıyla karşı karşıya kalmalarından çekindikleri için anlaşmadan çekildiklerini duyurdu. İsrail basınında Gazze’deki hareketliliğin devam etmesinin temel nedeni olarak bu para transferinin henüz gerçekleşmemiş olmasına işaret ediliyor. Yine basında yer bulan değerlendirmelerde temel endişe, İsrail yönetiminin Hamas’ın paranın nakit olarak teslim edilmesi noktasındaki talebine mecbur kalması şeklinde. Zman Yisrael isimli haber sitesinde yer alan ilgili makalesinde Yoni Ben Menahem, Netanyahu’nun mafyavari şekilde Hamas’a para transferine göz yumarak Hamas’tan barış satın aldığını iddia ediyor ve son tahlilde Bennett hükümetinin izleyeceği yolun da bundan farklı olmayacağını ifade ediyor.[12]

Sonuç

Birinci yılını tamamlayan İbrahim Anlaşmaları üzerindeki büyü yavaş yavaş kaybolmaya başlıyor gibi görünüyor. İbrahim Anlaşmalarının İran karşıtı caydırıcı bir blok oluşturma noktasında henüz beklenilen etkiyi yaratmadığını söyleyebiliriz. Bölgedeki sorunlara daha az müdahil olmayı hedefleyen ABD stratejisini göz önüne aldığımızda, İsrail’in yeni bir caydırıcılık modeli geliştirmesi gerektiği izlenimi ortaya çıkıyor. Bu noktada Körfez ülkeleriyle derinlikli bir iş birliği için İsrail’in, Filistin meselesinin çözümü noktasında ciddi adımlar atması gerekebilir. 

Referanslar:

  1.  https://besacenter.org/he/רשת-אלגזירה-נחשפת-במערומיה/ 
  2.  https://mitvim.org.il/publication/שנה-לאחר-הסכמי-אברהם-תפיסת-האויב-המשו/ 
  3. Yazıda  İbrahim Anlaşmalarına taraf olan ülkeler ile Mısır ve Suudi Arabistan gibi pragmatik kamp olarak isimlendirilen ülkelerin birinci bloğu; Türkiye ve Katar’ın ikinci bloğu; İran’ın ise üçüncü bloğu temsil ettiği bir denklem sunuluyor.
  4. https://mitvim.org.il/publication/במלאת-שנה-להסכמי-אברהם-איך-לצרף-את-הסעו/ 
  5. https://mitvim.org.il/publication/שנה-אחרי-עדיין-לא-יבשה-הדיו-על-הסכמי-אב/ 
  6.  https://www.inss.org.il/he/publication/taliban-iran/ 
  7.  https://news.walla.co.il/item/3458428
  8.  https://www.haaretz.co.il/news/world/middle-east/.premium-1.10177843 
  9. https://besacenter.org/he/אפגניסטן-ישראל-פלסטינים/ 
  10.  ABD’nin, Orta Doğu’da İsrail’in askeri açıdan üstünlüğünü korumasını destekleyen politik ilke.
  11.  https://www.inss.org.il/wp-content/uploads/sites/2/systemfiles/INSSMemo155.03.1.Golov.ENG.pdf 
  12.  https://www.zman.co.il/255076/ 

Anadolu Yakın Doğu Araştırma Merkezi

Anadolu Yakın Doğu Araştırma Merkezi

İlgili Makaleler

Bir Cevap Yazın

Başa dön tuşu
%d blogcu bunu beğendi: