Batılı Araştırma Merkezlerinin En Önemli Yayınları | 01 – 15 Ağustos 2022

Erdoğan ülkesi ile İran arasındaki güvensizliği aşmak için Tahran’da [1]
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve İranlı mevkidaşı İbrahim Reisi 19 Temmuz’da Tahran’da bir araya geldi. İki lider, görüşmede daha yakın ekonomik iş birliği kurma sözü verdi. İki taraf, iş birliği için ekonomik bir yol haritası açıklama planlarıyla birlikte karşılıklı ticareti yıllık 30 milyar dolara çıkarma taahhütlerini bir kez daha yineledi.
Tahran’dan döndükten sonra Erdoğan, Türkiye’nin İran’dan petrol ve doğal gaz ithalatını artıracağını açıkladı. Ancak İran’a yönelik ABD yaptırımları da dahil olmak üzere bir dizi engel hala geçerliliğini koruyor. Bununla birlikte, daha yakın ekonomik bağlar, İran ve Türkiye arasındaki bölgesel rekabeti azaltabilir.
Tüm bu sözde ortak çıkar noktalarına rağmen, İran-Türkiye ortaklığına yönelik herhangi bir fikri öngörüde bulunmak için erken. Bu sözler, Erdoğan’ın 2003’te Ankara’da iktidara gelmesinden bu yana defalarca verildi, ancak tutulmadı.
Gözlemciler, iki ülke arasındaki birçok gerilim ve güvensizlik noktasının göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyor. Örneğin, bölgesel enerji ve ulaşım altyapısı açısından İran’ın büyük ölçüde kullanılmayan coğrafi avantajları, durumu Türklerin aleyhine çevirmesini sağlayabilir. Özellikle Washington ile uzlaşmaya varılırsa bu ABD yaptırımlarının İran ekonomisi üzerindeki baskısını hafifletecektir.
Ancak böyle bir anlaşma yapılmazsa Tahran istemese de Rusya’nın ve Türkiye’nin daha baskın bir bölgesel oyuncu haline geldiğini izlemek durumunda kalacak.
Bunun nedeni, Moskova’nın Batı Asya ile kesişen ulaşım ve enerji ağlarının geleceğinde de önemli çıkarlarının bulunması. Bu gerçekleşirse Rusya, İran’ın politika hesaplamalarını, kendisinin hakim olmadığı şekilde kontrol altına alacaktır.
Tahran ve Ankara, “kardeşlik” ve iş birliği hakkında konuşmaya devam etse de daha sonra iki ülkenin çeşitli alanlarda birbirleriyle rekabet etmeye başlaması muhtemeldir.
Bu kendi içinde yeni bir fenomen değildir. Bununla birlikte, tarihsel olarak rekabetçi bir ilişkinin temelini oluşturan İran ve Türkiye arasındaki hızla küçülen ticari ilişkileri tersine çevirmeye yönelik başarılı girişimler, daha az kısıtlama ve daha açık rekabet için bir katalizör olabilir.
Mesela, Türkiye’nin Tahran’ın nükleer programına karşı hoşgörülü tavrı sertleşebilir, Suriye, Irak ve diğer Orta Doğu bölgelerinde Türk-İran rekabeti daha belirgin hale gelebilir. Ya da en azından Türkiye, Tebriz’den Ankara’ya doğal gaz boru hattı sözleşmesini 2026’dan sonra da uzatmayı kabul ederse, Türkiye İran gazı için daha düşük bir fiyat talep edebilir.
Sonuç olarak, iki ülke arasındaki çok yönlü ilişkileri birbirine bağlayabilecek veya bozabilecek bir dizi faktör var. Ancak kesin olan şu ki, Erdoğan’ın son Tahran ziyareti kaçınılmaz olan kısa vadeli rekabeti yönetmeyi amaçlıyordu.
Suudi Arabistan gezisinin ardından Biden yönetimi, Körfez ülkeleri ile 5 milyar dolarlık silah anlaşmasını onayladı [2]
Biden yönetimi, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne füze önleme (kontrol) uçaklarını içeren 5 milyar dolarlık silah anlaşmasını onayladı. Anlaşmanın ilanı, Başkan Joe Biden’ın Körfez liderleriyle bir araya geldiği Suudi Arabistan’a yaptığı üst düzey ziyaretten haftalar sonra yapıldı.
Pentagon’un yabancı silah satışlarını denetleyen kolu olan Savunma Güvenlik İşbirliği Ajansı, Suudi anlaşması hakkında yaptığı açıklamada, “Bu önerilen satış, Körfez bölgesinde siyasi istikrar ve ekonomik ilerleme için bir güç olacak. Körfez’deki ortağımızın güvenliğini artırmak ABD’nin dış politika ve ulusal güvenlik hedeflerini destekleyecektir” ifadelerine yer verdi.
Dışişleri Bakanlığı, anlaşma kapsamında Raytheon Technologies tarafından üretilen 300’e kadar Patriot füzesinin, Yemen’deki Husiler tarafından atılan füzeleri ve insansız hava araçlarını vurmak için kullanılacağını belirtti. Anlaşma değerinin 3 milyar doları aşması bekleniyor.
BAE ile yapılan anlaşma, 96 adede kadar THAAD birimi, roket güdümlü el bombaları, iki fırlatma kontrol istasyonu ve iki taktik operasyon istasyonu içeriyor. Anlaşmanın değeri 2,2 milyar dolardan fazla olabilir.
Her iki anlaşmanın da duyurusu, savaşın parçaladığı Yemen’de BM arabuluculuğundaki ateşkesin uzatıldığı ikinci gün yapıldı.
Anlaşma, Washington ile iki Körfez ülkesi arasındaki gerilimde bir yumuşama olduğunu gösteriyor. Göreve geldikten kısa bir süre sonra Biden yönetimi, Yemen’deki hava saldırıları sırasında sivillerin öldürülmesindeki rolü ve gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesindeki rolü nedeniyle Suudi Arabistan’a tepki amaçlı silah satışlarını dondurmuştu. Ancak Biden yönetimi 2021’de bu tutumdan geri adım atmaya başladı.
Stratejik danışmanlık firması Beacon Global Strategies’in kıdemli başkan yardımcısı olan eski Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Josh Kirchner, “Bu anlaşmalar ve başkanın ziyareti, ABD’nin bölgedeki ortaklarının güvenliğini sağlama konusunda ciddi olduğu mesajını pekiştiriyor” ifadelerini kullandı.
Gazze’de ateşkes [3]
İsrail ve Gazze’deki Filistinli silahlı gruplar, 8 Ağustos sabahı itibariyle başlayacak olan ateşkes konusunda uzlaştı.
Bu ateşkesin, İslami Cihad Hareketi’nin iki önemli liderinin öldürülmesinin yanı sıra, onlarca Filistinlinin ölümü ve birçok binanın yerle bir olmasıyla sonuçlanan üç günlük bir çatışmayı sonlandırması bekleniyor.
Çatışmalar, İsrail’in Gazze’den geldiğini iddia ettiği bir saldırıyı engellemek için hava operasyonu emri vermesiyle başladı. Çatışma, İslami Cihad Hareketi ile Gazze’yi yöneten ve bu saldırıda kenarda kalmayı tercih eden Hamas arasındaki gerilimi ortaya çıkardı.
İsrail, ateşkes anlaşması hakkında daha fazla ayrıntı açıklamayı reddetti. Ancak İslami Cihad Hareketi, Mısır’ın İsrail hapishanelerinde tutuklu bulunan iki önde gelen üyesi Bassam al-Saadi ve Khalil Awawda’nın serbest bırakılması için baskı yapacağına dair Mısırlı yetkililerden güvence aldığını duyurdu.
Çatışma, İsrail’in Gazzelilere küçük ekonomik tavizler verme stratejisinin hem sınırlarını hem de güçlü yanlarını gösterdi. Bu taviz, Filistin ekonomisinin iyileştirilmesine yardımcı olmak için özellikle 14 bin kişiye çalışma izni verilmesini içeriyor.
Öte yandan, 2020’de İsrail ile ilişkilerini resmileştiren üç Arap ülkesinden ikisi, Fas ve Birleşik Arap Emirlikleri, şiddet konusunda endişelerini dile getirdi ancak İsrail’i eleştirmekten kaçındı. Yalnızca Bahreyn, İsrail saldırılarını doğrudan kınadı.
İsrail’i Gazze’ye böyle ani bir saldırı başlatmaya iten neydi? [4]
İsrail’in bugünlerde Gazze’yi hedef almasının birinci nedeni, Batı Şeria’daki binlerce Filistinli gencin oluşturduğu Filistin direnişinin işgalden kurtulmak için tek umutları olabileceği imajını yıkmak.
İkinci neden ise, mevcut başbakan Yair Lapid’in Kasım ayında yapılacak parlamento seçimlerinde siyasi kariyerinin sona ereceği korkusu ve İsrail iç siyasetiyle ilgili.
Lapid, İsrail siyaset çevresinde büyük önem taşıyan İsrail ordusunda veya istihbaratında hiçbir geçmişi olmayan, partilerin anlaşmazlıklar nedeniyle iktidara gelen İsrail’deki üçüncü nesil politikacılardan biri olarak kabul ediliyor.
Bu aşağılık kompleksi, masum sivillerin de aralarında bulunduğu onlarca Filistinliyi çok ağır bir bedel ödemeye zorladı. Lapid’in kendisi de ağır bir bedel ödeyebilir çünkü sığınaklara alınan İsrail vatandaşları bu ani operasyonun nedenini sorguluyor.
Uluslararası düzeyde, bu süreç nedeniyle İsrail, İran’a bölgedeki silahlarını etkisiz hale getirebileceğine dair bölgesel bir mesaj gönderiyor. İsrail’in İslami Cihad Hareketi’ni İran’ın Filistin’deki uzantısı olarak görüyor ancak grup şiddetle reddediyor. Ancak İran tam saldırı esnasında İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziad Nakhaleh’i kabul etmişti.
İsrail, yalnızca İslami Cihad hareketine ait yerlere saldırarak Filistin direnişinin parçalandığını göstermeye çalışıyor. Ancak Hamas’ın askeri kanadı, İsrail’e karşı çatışmayı birlikte yönettiklerini vurgulayarak, bu iddiayı şiddetle reddetti.
Ne İsrail ne de Filistin direnişi uzun bir tırmanış istiyor. Ancak İsrail, sivilleri ve sivil tesislerini bombalayarak Gazze’de savaş suçları işliyor. Bu da gerilimin beklenmedik bir düzeye yükselmesine neden olabilir.
Sadr’ın kumarı: Irak için belirleyici olacak mı? [5]
Irak siyasi krizi yeni bir zirveye ulaştı. Parlamento, 30 Temmuz’dan bu yana Şii din adamı Mukteda es-Sadr’ın destekçileri tarafından rehin tutuluyor. Sadr yanlısı protestocular Bağdat’ın Yeşil Bölgesi’ndeki oturma eylemi sırasında parlamentonun feshedilmesi, yeni seçim ve reform çağrısında bulundu.
Aylarca süren siyasi felçten sonra, bu yılın Haziran ayında Sadr, milletvekillerine Yasama Konseyi’nden ayrılmalarını emretti ve hükümet oluşumu için Şii Koordinasyon Çerçevesini terk etti. Bu son adımla, ülkenin meçhul bir siyasi sürece girmesi daha kolay hale geldi.
Sadrcıların Parlamentodaki eylemlerine yanıt olarak, Koordinasyon Çerçevesindeki diğer Şii rakipler, Bağdat’ta gerilimin tırmanma potansiyelini artıran karşı gösteriler düzenledi. İlk başta Sadr’ın taraftarlarına parlamento binasından çekilme çağrısı yapıldı, ancak Sadrcılar bu çağrılara yanıt vermedi. Dolayısıyla sokaktaki muhalifler hala çözüme ulaşabilmiş değil.
Şiilerin çekişmesine ek olarak, Irak’taki Sünni ve Kürt partilerinin çoğu ve Haşdi Şabinin paramiliter birimleri taraf tutmaktan kaçındı ve sadece diyaloga dönüş çağrısı yaptı.
İmkansız Görev: Mukteda zirveye ulaşmayı hedefliyor
Mukteda es-Sadr’ın nihai hedefi Irak’taki en güçlü Şii lider olarak tanınmak ve bunu başarmak için çeşitli yollar deniyor. Birinci yol, muhalefetteki rakibi Nuri el-Maliki’yi dışlayarak çoğunluk hükümeti kurma girişimi.
Bunu başaramayınca, siyasi sistemi tehdit etmek için protesto siyasetine yöneldi. Hareketini ilerletmek için halkın öfkesine güvenerek, kendisini kökünü kazımaya çalıştığı yozlaşmanın suç ortağı olan bir politikacıdan ziyade bir halk adamı olarak sunmaya çalıştı.
Sadr Irak’ı tehlikeli ve istikrarsız bir duruma soktu, en kötü senaryo Şiiler arasında bir iç savaş, en iyi senaryo ise Sadr hareketine verilen tavizler üzerine kurulmuş bir hükümet. Her iki durumda da, Irak tehlikeli bir sınırda.
Bağdat ağlarsa Tahran gülemez
Irak’ta devam eden siyasi kriz, İran’ın çıkarları için önemli meydan okumalar yaratıyor. Tahran, Sadrcılar ile Şii Koordinasyon Çerçevesi arasındaki çatışmanın Irak’ta Şii içi bir çatışmaya dönüşebileceğinden endişe duyuyor.
Bu da İran İslam Cumhuriyeti’nin Irak’ta Şii blokunu “direniş ekseni”nin aktif bir parçası olarak pekiştirme arzusuna ters düşüyor.
Öte yandan, bu son gelişmeler Irak’taki Sünni ve Kürt fraksiyonların gücünü ve etkisini artırabilir. Bu da İran’ın bölgesel rakiplerine, özellikle Türkiye ve Suudi Arabistan’a kendi nüfuzlarını genişletme fırsatı sağlayacaktır.
İran’ın yaklaşımı şu anda Şii blokunu bir arada tutmaya ve dağılmasını önlemeye dayanıyor. Aynı zamanda, İranlı liderler, krize herhangi bir doğrudan müdahalenin, yalnızca İran karşıtlığını artıracağını ve durumu daha da karmaşık hale getireceğinin farkında.
Türkiye-Rusya ittifakı, liraya yönelik talebi artırabilir [6]
Fitch Solutions, Rusya ile Türkiye arasında kurulan daha derin ekonomik bağların orta vadede Türk lirasını bir ölçüde istikrara kavuşturmasını bekliyor.
Resmi bir anlaşmaya varılmamış gibi görünse de birçok taahhüt verildi. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan medyaya, Türkiye’nin Rus doğal gazının bir kısmını lira bir kısmını da Rus rublesi ile ödeyeceğini açıkladı.
Görüşmelerin, Türk lirası üzerinde sınırlı bir etkisi oldu (aşağıdaki tabloya bakınız). Rusya’dan Türk ürünlerine olan talep artarsa, uzun vadede şüphesiz olumlu etkisi olabilir.
Şu anda 1 dolar karşısında 17.96 Türk lirası olan değerinin, yılı 18.80 Türk lirası / ABD doları seviyesinde kapatması bekleniyor.
Erdoğan, Rusya ile ticari ve ekonomik bağları derinleştirme niyetini açıklasa dahi, Fitch Solutions, AB’nin Türkiye’ye yaptırım uygulama olasılığının düşük olduğuna inanıyor.
AB yetkilileri, Financial Times’a, Erdoğan’ın anlaşmayı sürdürmesi halinde AB’nin Türkiye’ye karşı ikincil yaptırımları düşünmesi gerektiğini belirterek, Türk cumhurbaşkanının niyeti konusunda temkinli davranılması gerektiğini vurguladılar. Ancak bazıları da Türkiye’nin Rusya ile bu tür anlaşmalar yapan tek büyük ülke olmadığı göz önüne alındığında, böyle bir hareketin zor olacağını belirtti.
Buna karşılık Türkiye, Rusya’ya uygulanan yaptırımları desteklemedi. Çatışmadaki stratejik konumu göz önüne alındığında, Türkiye, ara bulucu olarak hareket etmek için iyi bir konumda olduğunu ve bu nedenle tarafsız kalması gerektiğini düşündü.
Bunun neticesinde, Erdoğan Ukrayna ile Rusya arasında, Ukrayna’nın güney bölgelerindeki kuşatma altındaki limanlardan buğday sevk etmesine olanak sunan tahıl anlaşmasının güvence altına alınmasında önemli bir rol oynadı.
Öte yandan AB’nin Türkiye ile müzakere gücü sınırlıdır. Birlik, uzun süredir ülkenin dış politika kararlarına karşı çıksa da, Türkiye’nin mülteci akışının kontrolü konusunda Avrupa Birliği üzerindeki etkisi, Türkiye ile iyi çalışma ilişkileri sürdürmesini gerektiriyor.
Türkiye için, Rusya ile bağları derinleştirmek adına açık ekonomik teşvikler var. Visa ve Mastercard’ın Rusya’daki karşılığı olan Mir kartlarının benimsenmesi, uzun süredir Rus finansmanlığına bağımlı olan turizm şirketlerinin korunmasına yardımcı olacak.
Ayrıca, Türkiye, petrolünün yüzde 25,0’ını ve gazının yüzde 45,0’ını Rusya’dan ithal ederken, Rusya’nın Türkiye’ye enerjisini indirimli satıp satmayacağına dair bir işaret verilmedi. Hindistan ve Çin bu tür fiyat indirimlerinden yararlanıyor.
Lira cinsinden ödeme yapılması, Türkiye’nin hızla azalan rezervlerini korumasına yardımcı olacak. (Temmuz ayı itibarı ile iki aylık ithalatı karşılamak için ihtiyaç duyulan rezerv açığı 61,1 milyar dolar.)
Ayrıca, Türkiye’nin Rusya’ya ihracatının artırarak Moskova’daki tüketici elektroniği ve elektronik parçalarındaki açığı kapatması bekleniyor. Bu açık, Rusya’da Batı yaptırımlarının uygulanmasıyla ortaya çıkmıştı.
Bu aynı zamanda ülkenin cari açığını genişleteceğinden, 2021’de yüzde 1.8 olan cari açığı, 2022’de yüzde 6.5’e kadar yükselteceği düşünülüyor.
Türkiye ile Rusya arasındaki üst düzey müzakerelerin önümüzdeki aylarda da devam etmesi bekleniyor. Rusya’nın bakış açısına göre, Ukrayna ile olan savaşına rağmen Türkiye ile bağları güçlendirmek, büyük bir dış politika kazanımı olacaktır.
Daha yakın Rus-Türkiye ilişkilerinin tesis edilmesi, Rusya’nın, ekonomisi için sadece ucuz tüketim ve imalat ürünlerine erişmesiyle kalmayacak; Avrupa Birliği, ABD ve Ukrayna’daki yetkilileri endişelendirecek.
Rusya’nın ucuz enerji ve ham madde karşılığında Ukrayna ordusuna askeri insansız hava araçları sevkiyatını durdurması için Türkiye’yi ikna etmesi muhtemel.
Avrupa, enerji kaynaklarını çeşitlendirmek için her türlü çabayı göstermeli [7]
Brüksel ve Berlin, enerji açısından bazı mantıksız seçimler yaptı. Bunlar, Avrupa’yı giderek Rus gazına bağımlı hale getiren seçimler oldu. Kremlin, bu bağımlılığı tek tek ülkelere – ve bazen de bir bütün olarak AB’ye – kalkınma projelerini sürdürmeleri ve Rusya’nın yararına olan zararlı politikalara yönelik itirazlarını dile getirmek için kullandı.
Vladimir Putin’in Ukrayna’yı vahşice işgal etmesi, Avrupa ülkelerini Rus enerjisine bağımlılıklarını azaltmak için önlemler almaya itti. Nitekim Avrupa Komisyonu, İsrail’in Mısır üzerinden Avrupa Birliği’ne doğal gaz sevkiyatını artırmasına izin veren bir anlaşma imzaladı.
Roma, geçtiğimiz günlerde Cezayir ile enerji alanında iş birliğini artırmayı kabul etti. Bu da Cezayir’i İtalya’nın ana gaz tedarikçisi haline getirdi.
Paris boş durmadı ve nükleer enerji ve hidrojen üretimini artırmak için Birleşik Arap Emirlikleri ile bir ortaklık anlaşmasına imza attı.
Geçen mayıs ayında Almanya, Katar ile sıvılaştırılmış doğal gaz konusunda bir anlaşmaya vardı. Suudi Arabistan, Yunanistan ile enerji de dahil olmak üzere birçok sektörde çeşitli anlaşmalar imzaladı.
Avrupa Birliği geçtiğimiz günlerde doğal gazı Gürcistan ve Türkiye üzerinden, Azerbaycan’dan Avrupa’ya taşıyan bir dizi boru hattı olan Güney Gaz Koridoru’ndan doğal gaz almak için bir anlaşma imzaladı.
Ancak kötü haber şu ki; tüm bunlar, Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılamaya yetmiyor. Ayrıca, bu anlaşmaların yeşil enerjili bir kıtaya geçişi desteklemek için geçici önlemler olarak hizmet edebileceği fikri bir hayalden ibaret.
Yenilenebilir kaynaklar muhtemelen Avrupa’nın gelecekteki enerji ihtiyaçlarını karşılamaya yetmeyecek. Avrupa karbon yakıtlarından kurtulmaya çalışmaya devam ederse hiç kimse daha fazla petrol ve gaz altyapısına yatırım yapmayacak. Zira, yatırımlarını geri alma şansları olmadan birkaç yıl içinde zarara uğrayacaklarsa neden böyle bir alana yatırım yapsınlar ki?
Başka bir acı gerçek daha var: Orta Doğu ve Afrika ülkelerinden bazılarının Moskova ile yakın bağları olduğu düşünüldüğünde, yabancı enerji tedarikçilerini çeşitlendirmek jeopolitik riskleri ortadan kaldırmıyor.
Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri, İtalya ve Almanya gibi Avrupa ülkeleri daha pratik ve etkin enerji politikaları benimsemelidir. Yerel keşifler artırılmalı, karbon bazlı yakıtlar geliştirilmeli ve nükleer santraller yeniden açılmalıdır.
Beyaz Saray, NATO’nun güney kanadının güçlendirilmesi için baskı yapmalıdır. Avrupa’nın Afrika’dan (Libya dahil), Güney Kafkasya’dan ve Orta Asya’dan ek yakıt alması gerekiyor.
Bu enerji koridorlarında daha güvenli ve savunulabilir bir tarafa sahip olunmalıdır. Böylelikle, Libya’nın doğusunu istikrarsızlaştıran Rusya üzerinde bir kontrol sağlanabilir.
Yemen ‘donmuş’ bir çatışma yolunda [8]
Yemen’de savaşan taraflar, dört aylık ateşkesin bir kez daha uzatılması konusunda anlaştı. Savaşın parçaladığı Yemen’deki 7 yıllık çatışmayı dondurma olasılığına az da olsa kapı aralandı.
Yemen hükümetini ve Husi isyancılarını, ateşkesi uzatmaya iten faktörlerin değişmesi pek olası görünmüyor. Dış desteğin azalması, akaryakıt ve gıda güvensizliğinin devam etmesi de bu gibi faktörler arasında. Her iki tarafın da askeri hedeflerine ulaşması için net bir yol görünmüyor. Ancak bu, hafif bir savaş döneminin sürekli olmasına yol açsa bile, Yemen’de gerçek ve kalıcı barış pek olası görünmüyor.
Bunun nedeni, Yemen’deki “donmuş” savaşın şiddet dönemlerinin sürekli değiştiği Gazze ve Suriye’deki istikrarsız çatışmalara benzemesidir.
Mevcut ateşkes, bir barış anlaşmasına varılmadan önce Yemen’den ayrılmaya çalışan Suudi Arabistan ve ABD gibi güçler için bir bahane haline gelirse, gelecekteki savaşlarda Yemen hükümeti daha az destek alabilir, bu da Husiler için yeni zaferlere yol açabilir.
Bu tür zaferler, isyancı grubu yalnızca Marib ve Taiz gibi stratejik şehirlerin hakimiyetini vermekle kalmaz, aynı zamanda güneye Aden’e doğru da itebilir. Bu, Yemen’in kırılgan hükümetini muhtemelen ölümcül bir şekilde zayıflatacak ve ardından ortaya çıkacak istikrarsızlık sürecinde radikal aşırılık yanlılarının toplanıp örgütlenmesine yol açacak.
Eğer Husiler savaş alanını kontrol altına almaya başlarsa, Suudi Arabistan ve ABD gibi kendilerini savaştan kurtarmaya çalışan güçler, cephelerin kontrolünü yeniden ele geçirmek zorunda kalabilir. Bu da Yemen’i başka bir şiddet döngüsüne itebilir ve yıkıcı insani maliyetlerle karşı karşıya bırakabilir.
Yeni Kuveyt hükümeti ve Parlamentonun feshedilmesi [9]
Kuveyt resmi haber ajansı, Başbakan Ahmed Nawaf al-Ahmad liderliğindeki yeni Kuveyt hükümetinin yemin ettiğini duyurdu.
Kuveyt’in başkentindeki Bayan Sarayı’nda düzenlenen ve üst düzey hükümet yetkililerinin katıldığı törene Veliaht Prens Mishaal al-Sabah’ın başkanlık ettiği ifade edildi.
Kuveyt Emiri 12 bakandan oluşan yeni bir hükümet kurmak için bir kraliyet bildirisi imzaladı. Yeni yönetimde Muhammed al-Faris’in Petrol Bakanı, Abdul Wahhab al-Rasheed’in Maliye Bakanı ve Şeyh Ahmed Nasser al-Muhammad al-Sabah’ın Dışişleri Bakanı olarak kalmasına karar verildi.
Aynı günün ilerleyen saatlerinde devlet haber ajansı Kuveyt Emiri’nin parlamentoyu feshettiğini bildirdi. Veliaht Prens Şeyh Mishaal al-Ahmad al-Sabah tarafından yayımlanan kararnamade şu ifadelere yer verildi: “Siyasi arenayı, uyum ve iş birliği eksikliğini, ulusal birliği baltalayan davranışları düzeltmek için feshedildi.”
Kararnamede, yeni parlamentonun seçilmesi için iki ay içinde seçimlerin yapılacağı belirtildi.
Kaynakça