Siyaset gündemi:
Üçlü İttifak cumhurbaşkanlığı ve başbakan adaylarını açıkladı.
Irak’taki Sadr bloku, Kürdistan Demokrat Partisi ve Egemenlik İttifakı’nı içeren üçlü ittifak, Cumhurbaşkanlığı adayının Reber Ahmed, Başbakan adayının ise Muhammed Cafer El Sadr olacağını açıkladı. Bu arada Kürdistan Demokrat Partisi’nin Bağdat’taki genel merkezi Şii Koordinasyon Çerçevesi ile iltisaklı kişiler tarafından ikinci kez yakıldı. Sonuç olarak parti, bu eylemleri protesto etmek için Bağdat’taki faaliyetlerini durdurma kararı aldı ve Başbakan Kazımi’yi karargahı korumaktan sorumlu güçleri görevden almakla suçladı.
Şii Koordinasyon Çerçevesi’nin boykot edilmesi ve oturum için bir dizi başka blok nedeniyle Cumhurbaşkanı’nın ikinci kez seçilmesinin başarısız olmasının ardından Mukteda Sadr tweet atarak şu ifadeleri kullandı: “Sizinle uzlaşı içerisinde olamam. Böyle bir uzlaşı ülkenin sonu demektir.” Partilerin uzlaşmaya dayalı çabaları boşa çıkınca, siyaset gündemi, ilk noktaya geri dönmüş oldu. Görüşmelerin eksiksiz yapılıp yapılmadığının veya cumhurbaşkanının seçilip seçilmemesi bir yana; siyasi partiler arasında 4 ayı aşkındır devam eden çekişmelerin nedeniyle erken seçim anlamsız hale geldi. Buradan yola çıkarak bu dönemde Irak’taki siyaset gündemini şu şekilde resmedebiliriz:
Ekonomi gündemi:
Irak-Lübnan İşadamları Konseyi Başkanı Abdulvedud el-Nusoli, Irak hükümetine, Lübnan’a olan 950 milyon dolar tutarındaki borçlarını ödemesi çağrısında bulundu. Bu meblağ, 1990 öncesi ve 2003 sonrası Lübnan’daki kamu şirketleri ve Irak’taki bakanlıklar ile yapılan proje ve kredi sözleşmelerini kapsamaktadır. El-Nusoli Lübnanlıların borçlarının akaryakıt ve mazot ihracatından ya da bundan sonraki aşamada iki taraf arasında yapılacak bir anlaşma çerçevesinde Irak ham petrolü üzerinden ödenebileceğini söyledi.
Ambalajlı Süt ve Süt Ürünleri Sanayicileri Derneği (ASÜD) 2021 yılında, Irak’ın 80 milyar dinarlık alım yaparak Türkiye’den en çok süt ve süt ürünü ithal eden ülkeler arasında ikinci sırada olduğunu açıkladı. İstatistikler, pandemi nedeniyle tedarik zincirinin kesintiye uğramasına rağmen süt ürünleri ihracatının benzeri görülmemiş bir şekilde arttığını gösteriyor.
Ulusal Güvenlik Danışmanı Qasim Al-Araji, 29 Mart’ta yapılan toplantıda, İsrail’in 1981’de Irak nükleer reaktörünü bombalamasına ilişkin tazminat talebi üzerinde çalışıyor. 1981 tarihli 487 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararına dayanan Irak tazminatı talep etme mekanizmalarını araştıran Al Araji, Irak’ın uluslararası hukuk ve tüzüklere uygun olarak haklarını elde etmesini sağlayan yasal yol ve seçenekler üzerinde duruyor. Bu adımın, tıpkı BAE ve Bahreyn gibi Arap ülkelerinin İsrail ile normalleşmesi gibi Irak ile İsrail arasında da normalleşmeye yol açmasından korkuluyor.
]]>Moshe Dayan Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Merkezi kıdemli araştırmacısı ve Tel Aviv Üniversitesi Kürt Çalışmaları Programı Başkanı Ofra Bengio’nun “Türkiye İsrail’i Yeniden Faydalı Buluyor” başlıklı yazısında şu hususlara temas ediliyor[1]:
“Türkiye’ye Menfaat Ziyareti” başlıklı yazıda şu hususlar dile getiriliyor[2]:
“İsrail Gaz Sektörü: Şimdi Sıvılaştırma, Sonra Barış” başlıklı yazıda şu hususlara temas ediliyor[3]:
“Hamas’ın Finansörü Genelkurmay Başkanı Kohavi ile Görüştü: Katar Devler Ligine Böyle Yükseldi” başlıklı yazıda şu noktalara temas ediliyor[4]:
“Katar ve Türkiye ile Yakınlaşma: İran’ı Kuşatma Fırsatı” başlıklı yazıda şu noktalara değiniliyor[5]:
“ABD’nin Ortadoğu’daki Hisseleri Düşüşte: Endişelenmeliyiz” başlıklı yazıda şu hususlar dile getiriliyor[7]:
“Körfez Ülkeleri, ABD’nin Nükleer Anlaşmaya Dönmesi Beklentisine Rusya ile Misilleme Yaptı” başlıklı yazıda şu hususlar dile getiriliyor[8]:
“Ukrayna’daki Savaş: Muhammed bin Selman Artık Arzu Edilen Bir Figür” başlıklı yazıda şu konulara temas ediliyor[9]:
Referanslar.
“Katar’ın Bölgesel Ve Uluslararası Statüsü Yükselişte” başlıklı yazıda şu hususlara temas ediliyor[1]:
“Hizbullah, Lübnan ve Körfez ile Uzlaşma: Çıkmaz” başlıklı yazıda şunlara değiniliyor[2]:
“Suudi Veliaht Prens’in İsrail ve İran’a Mesajları” başlıklı yazıda şu konular dile getiriliyor[3]:
“Suudi Arabistan ve BAE Ukrayna Sahasında Oynuyor” başlıklı yazıda şunlara temas ediliyor[4]:
“İsrail’in Türkiye ile Yeniden Alevlenen Ateşinin Ardında Arabuluculuk Tutkusu Olan Bir Haham” başlıklı yazı, Haham Marc Schneier’ın, Herzog ve Erdoğan’ı bir araya getirmedeki rolünü anlatıyor[5]:
Erdoğan-Herzog görüşmesiyle alakalı İsrail basınında çeşitli değerlendirmeler yer aldı:
Referanslar:
İsrail Dışişleri Bakanı Lapid, ABD’li mevkidaşı Blinken ile Letonya’da bir araya geldi. Blinken, ABD’nin İsrail’in Ukrayna’daki arabuluculuğunu “çok takdir ettiğini” söyledi. |
Dışişleri Bakanı Lapid: Savaş, müttefiklerimizin olduğunu ancak güvenliğimizin yalnızca bizim elimizde olması gerektiğini hatırlatıyor. |
Netanyahu, İran ile nükleer anlaşma konusunda: İranlılar aslanlar gibi savaşıyorlar; Bennett, Lapid ve Gantz tavşanlar gibi teslim oluyor. |
Ukrayna Büyükelçisi: İsrail hükümeti bize koruyucu ekipman sağlamıyor, neden korkuyor? |
Bennett: İsrail, Ukrayna’dan gelen Yahudi mültecilere odaklanacak. |
İçişleri Bakanı Ayelet Şaked: Rus işgali nedeniyle ülkelerinden kaçan Yahudi olmayan 5.000 Ukrayna vatandaşı için geçici vize kotasının kararlaştırıldığını söyledi. |
İran haber ajansının bildirdiğine göre, bu hafta Şam bölgesinde İsrail’e atfedilen bir saldırıda iki Devrim Muhafızı öldü. Devrim Muhafızları yaptığı açıklamada, “Şüphesiz Siyonist rejim bu suçun cezasını ödeyecektir” dedi. |
14 yıl sonra bir ilk: Herzog, Erdoğan ile bir araya geldi. |
Türkiye Dışişleri Bakanı önümüzdeki ay İsrail’i ziyaret edecek. |
İsrail Genelkurmay Başkanı Kohavi Bahreyn’i ziyaret ederek ülkenin üst düzey güvenlik yetkilileriyle bir araya geldi. |
ABD Senatosu, Demir Kubbe önleyicileri için 1 milyar dolarlık finansmanı onayladı. |
Bennett, Demir Kubbe’nin finansmanını onayladığı için ABD’ye teşekkür etti: Biden sözünü tuttu. |
Dokuz aylık bir mücadelenin ardından Filistinlilerin aile birleşimini yasaklayan vatandaşlık yasası, 45 lehte ve 15 aleyhte oyla kabul edildi. Hem Birleşik Arap Listesi (Ra’am) hem de Meretz partileri yasaya karşı çıktı. İçişleri Bakanı Şaked: Bu, basit siyasi menfaatler için terk edilmemesi gereken, ulusal güvenliğimiz için önemli, Siyonist bir yasadır. |
Yaptırımların ardından Yad Vaşem müzesi, Roman Abramovich’in bağışlarını askıya aldı. |
Kudüs’teki gerilimin arka planında: Dışişleri Bakanı Lapid, Amman’da Ürdün Kralı ile görüştü. |
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Borrell: İran nükleer anlaşma müzakerelerinde duraklamaya ihtiyaç var. |
İsrail basınında Bennett’in Zelensky’den savaşı durdurmak için Putin’în taleplerini kabul etmesini istediği iddiaları yer bulmuştu. Ukrayna Cumhurbaşkanı Danışmanı yaptığı açıklamada bunu reddetti: Bennett bizden Rusya’nın taleplerini kabul etmemizi istemedi. |
Ukrayna’nın İsrail elçisi Yevgen Korniychuk, İsrail’in savunma yardımı sağlayarak, mültecileri kabul ederek ve Rusya’ya karşı net bir tavır alarak Ukrayna’yı desteklemek için yeterince çaba göstermediğini söyledi ve İsrail’i Moskova’dan korkmakla suçladı. |
Knesset Sözcüsü Mickey Levy, Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky’nin önümüzdeki günlerde Zoom üzerinden İsrail parlamentosuna hitap etmesinin planlandığını söyledi. |
Lapid, Ukrayna ile alakalı görüşmeler için Romanya ve Slovakya’ya gidecek, sınır kurtarma çalışmalarını ziyaret edecek. |
Hamas ve İslami Cihad, Türkiye’yi Herzog’a ev sahipliği yaptığı için kınadı. |
Dış Politika Gündemi:
İsrail medyasında bu hafta öne çıkan önemli gelişmelerden birisi İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un Türkiye ziyareti oldu. Görüşme sonrası iki lider ortak basın açıklaması düzenledi. Erdoğan’ın konuşmasında ticaret, enerji ve enerji güvenliği gibi başlıklarda iki ülke arasındaki işbirliğinin geliştirilmesi vurgusu dikkat çekti. Herzog ise konuşmasını daha genel bir çerçevede gerçekleştirerek: “Geçmişteki anlaşmazlıklar kendi kendine ortadan kalkmaz. Fakat biz iki halk, iki ülke her alanda derinlemesine bir diyalog içerecek güven ve saygı yolculuğuna çıkmayı seçiyoruz.” ifadelerini kullandı.
İsrail medyasında görüşmeyle alakalı olumlu yorumlar ve manşetler ön plana çıkarken görüşmeyle alakalı değerlendirmelerde bazı endişelere de temas edildi. Özellikle, Türkiye’nin Müslüman Kardeşler ve Hamas ideolojisine yönelik tutumunda bir değişimin olup olmayacağı, Filistin ve Gazze noktasındaki anlaşmazlıkların ikili ilişkilerin geleceğini nasıl etkileyeceği ile alakalı soru işaretleri dile getirildi.[1][2] Bu noktada Herzog’un iki ülkenin her konuda anlaşamayacağını peşinen kabul etmeliyiz açıklamasına değinmekte fayda var. Haaretz gazetesinde yayınlanan bir köşe yazısı da görüşmelerin bütün anlaşmazlıkları (Filistin meselesi, Hamas-Türkiye, Mescid-i Aksa’nın statüsü, yerleşim faaliyetleri) bir bütün halinde çözmeyeceği ancak bu anlaşmazlıklara rağmen iki ülke arasında süregelen yakın ticari ve istihbari iş birliklerinin olduğuna dikkat çekiyor.[3]
ABD’nin bölgeden çekilme stratejisine paralel olarak İsrail’in İbrahim Anlaşmaları ile başlayan bölgesel bir blok oluşturma çabası son dönemde İsrail basınında sıkça yer bulmuştu. İsrail’in Ankara ile temaslarının, bu çerçevede değerlendirilmesi mümkündür. Bölgede süper gücün olmadığı bir denklemde önemli bir bölgesel güç olarak Türkiye’nin ehemmiyeti artacaktır. Devam eden nükleer görüşmeler ışığında İran tehdidini derin bir biçimde hisseden İsrail için Türkiye ile kurulacak ılımlı ilişkiler daha stratejik bir hale gelmiştir. Türkiye ise İsrail ile yakınlaşma üzerinden bölgedeki -özellikle Doğu Akdeniz’deki- rolünü geliştirmek istemektedir.
İkili ilişkiler açısından yakın dönemde geçilmesi gereken bazı önemli testler bulunuyor. Ukrayna’dan gelmesi beklenen çok sayıda mülteci için hızlandırılması planlanan yerleşim yeri inşaatları bunlardan birisi olarak ele alınabilir. Türk Dışişlerinin, İsrail yerleşim politikalarına yönelik kınama mesajları alışılagelmiş bir durum. Ayrıca Pesah Bayramının Ramazan ayına denk gelmesiyle birlikte birçok radikal Yahudi’nin Mescid-i Aksa’ya baskın düzenlemesi bekleniyor. Türkiye’nin bu duruma nasıl bir tepki vereceği ve İsrail’in bu tepkiyi nasıl karşılayacağı ilişkilerin gidişatı açısından önemli olacaktır.
İç Politika Gündemi:
İsrail’de hükümet, Ramazan ayında yaşanacak olası gerilimlere hazırlanıyor. Her Ramazan ayında olduğu gibi Kudüs’te ve Mescid-i Aksa’da gerilimin tırmanması bekleniyor. Özellikle Yahudi Pesah bayramının Ramazan ayına denk gelmesi ve Şeyh Cerrah mahallesinde yaşanan son gelişmeler, gerilimin tırmanma ihtimalini artırıyor. Zira birçok radikal Yahudi grup, bu tür özel günlerde Mescid-i Aksa’ya baskınlar düzenliyor. Dışişleri Bakanı Lapid’in Amman’da Ürdün Kralı Abdullah ile yaptığı görüşmenin temel konu başlığını bu mesele teşkil etti.[4]
İç politikada gündemi meşgul eden bir diğer konu ise tartışmalı vatandaşlık yasasının kabulü oldu. Filistinli ailelerin birleşimini engelleyen yasa, uzun süredir tartışılıyordu. Hükümet koalisyonundan solcu Meretz ve İslamcı Ra’am partileri yasa aleyhinde oy kullandı. Ancak yasa meclisten geçti.
İsrail Parlamentosu Knesset’in ara tatile girmesiyle birlikte bir rapor hazırlayan Haaretz gazetesi bu dönemde Bennett hükümetinin rekor sayıda oylama kaybettiğini bu durumun hükümet içinde gittikçe derinleşen bir krize işaret edebileceğini belirtti.[5]
Referanslar:
“Başkanların Oyunu: Sisi’nin Jesti, Herzog’un Gezileri, Erdoğan’ın Hedefleri ve İsrail’in Doğu Akdeniz’deki Statüsü” başlıklı yazıda şu hususlara değiniliyor:
“Körfez Ülkeleri Savaşın Başlamasından Bu Yana Büyük Zarara Uğradı” başlıklı yazıda Rusya-Ukrayna savaşının Körfez ülkelerinin yatırımlarına etkisi inceleniyor:
“Putin’in Büyük Parası ve Biden’ın Uçakları Arasında: BAE’nin Çıkarları” başlıklı yazıda BAE’nin BM Güvenlik Konseyindeki Rusya’yı kınama oylamasında çekimser kalmasının sebepleri ele alınıyor:
“Erdoğan, Ukrayna’daki Savaş Sonrası Avrupa’nın Ana Kazananı Olabilir” başlıklı yazıda Türkiye’nin Rusya-Ukrayna savaşında takındığı tavır değerlendiriliyor:
Referanslar:
NSO Grup, Calcalist gazetesine hakaret davası açtı. Calcalist gazetesinde yayınlanan rapor sonrası Pegasus casus yazılım soruşturması genişletilmişti. |
Ukrayna’nın İsrail Büyükelçisi: Bir Yahudi olarak Zelensky’nin İsrail’den yüksek beklentileri var. |
İsrail de dahil olmak üzere BM Genel Kurulu ezici bir çoğunlukla Rusya’yı kınadı. |
Savunma Bakanı Gantz, Gazze’den İsrail’e giden işçi sayısını artırmak istiyor. |
İsrail Başbakanı Bennett, Zelensky ve Putin’le peş peşe telefon görüşmeleri gerçekleştirdi. |
İsrail Cumhurbaşkanı Herzog Lefkoşa’da: Türkiye ile ilişkilerde herhangi bir gelişme Kıbrıs’ın pahasına olmayacak. |
İbranice açıklama yayınlayan Zelensky: Yahudiler, Ukraynalılar öldürüldüğü için seslerini yükseltmeli. |
Vize muafiyetine giden yolda adım: İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri cezai bilgi paylaşım anlaşması imzaladı. |
Suudi Arabistan Veliaht Prensi: Filistinlilerle çatışma çözülürse İsrail “potansiyel müttefik” olur. |
İsrail, Rus oligarkların, ABD yaptırımlarını aşmak için ülkeye yat ve özel jet kaçakçılığı yapmasını engelleyecek. |
Zelensky, Bennett’in kendisini hayal kırıklığına uğrattığını söyledi: “İlişkilerimiz kötü değil, hiç de fena değil. Ama ilişkiler böyle zamanlarda, en zor anlarda, yardıma ve desteğe ihtiyaç duyulduğunda sınanır. Ve onun [Bennett] bayrağımıza sarılı olduğunu hissetmiyorum.” |
Lviv komutanı Times of Israel gazetesine açıklamada bulundu: İsrail’den hava savunmasına ihtiyacımız var, iyi niyet açıklamalarına değil. |
Yad Vaşem Müze Müdürü: Rusya, Holokost’u sahte ‘denazifikasyon’ iddiasıyla önemsizleştiriyor. |
ABD, İran ile nükleer anlaşmanın yakın olduğunu, ancak bazı aşılması zor engellerin devam ettiğini söyledi. |
Bennett, “çeşitli aktörlerin” İsrail’i Rusya ile Ukrayna arasında tarafsız bir arabulucu olarak görmek istediğini iddia ediyor. |
İsrail İçişleri bakanı Ukrayna ve Rusya’dan on binlerce yeni göçmen öngörüyor. |
Almanya Şansölyesi Olaf Schulz ile Bennett ortak basın açıklaması gerçekleştirdi. Bennett yine Rusya’yı kınamamayı seçti: “İsrail Devleti Ukrayna halkının yanında duruyor, çok fazla insani teçhizat gönderdik. 100 ton teçhizatlı üç uçak, çoğu tıbbi, devam etmeye ve hatta daha fazlasını yapmaya kararlıyız.” |
Bennett’ten Mossad Ziyareti: Bennett, beklenen anlaşmanın İsrail için bağlayıcı olmayacağını yineleyerek, İran’ın nükleer programına karşı çalışmaya devam edeceğini söyledi. |
İsrailli Moshe Dayan Merkezi ile SETA, Herzog gezisi öncesinde Tel Aviv’de ortak toplantı yapacak. Etkinlik basına ve halka kapalı olacak. |
Dış Politika Gündemi:
İsrail Cumhurbaşkanı Herzog, bu hafta Türkiye ziyareti öncesi iki önemli ziyarette bulundu. Herzog önce Yunanistan’a ardından ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne ziyaret gerçekleştirdi. Türkiye-İsrail yakınlaşmasının Yunanistan ve GKRY pahasına olmayacağı İsrailli yetkililer tarafından sıklıkla dile getirilmişti. Geçtiğimiz yılın son aylarında ABD’nin EastMed projesinden desteğini çektiğini açıklamasıyla birlikte İsrail, Yunanistan ve GKRY arasındaki Doğu Akdeniz ittifakının nasıl şekilleneceği merak konusu olmuştu. İsrail gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya satışı gündeme gelmiş hatta bu iddia Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından dile getirilmişti.[1] Herzog’un bu ziyaretleri ve önceki açıklamalar, İsrail’in Türkiye ile yakınlaşma sürecinde Doğu Akdeniz’deki diğer müttefiklerini kızdıracak bir adım atmaktan kaçındığını gösteriyor. Bunun yanında İsrail gazının Türkiye üzerinden transferinin önünde ciddi ekonomik engeller de bulunuyor.[2]
Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş, Türkiye ile İsrail arasındaki iş birliğini daha kritik bir hale getirebilir. İsrail-Rusya ilişkilerinin merkezinde Suriye meselesi yer alıyor. İsrail’in Rusya’ya karşı net bir tavır takınmamasının ana nedenini, Suriye’deki olası Rus tepkisinden duyduğu endişe teşkil ediyor. Ukrayna krizinin büyüdüğü bir senaryoda, Türkiye ile İsrail’in Suriye’deki ortak hedef ve menfaatleri daha kritik bir noktaya ulaşabilir. Ayrıca, Türkiye-İsrail arasındaki yakınlaşmanın temel eksenlerinden birisi de ortak Orta Asya siyaseti olabilir. Karabağ savaşı esnasında iki ülke Azerbaycan’ın yanında yer alarak dolaylı yoldan stratejik bir iş birliği gerçekleştirmişti. Rusya tehdidinin genişlemesiyle bu bölgedeki iş birlikleri daha fazla önem kazanabilir.[3]
İç Politika Gündemi:
Bu hafta iç politika gündeminde de Rusya-Ukrayna savaşının hâkim olduğu söylenebilir. Rusya’ya karşı yapılan açıklamalarda İsrail hükümetinde bir iki başlılıktan söz edilebilir. Başbakan Bennett halen Rusya’yı direkt kınayan bir açıklama yapmaktan kaçınırken, Dışişleri Bakanı ve bir sonraki Başbakan Yair Lapid yaptığı açıklamalarda Rusya’yı eleştirdi. Açıklamalardaki bu ikilemin kasıtlı bir politik hamle olduğuna inanılıyor.
Muhalefet kanadı ise konu hakkında sessiz kalmayı tercih ediyor. Basında İsrail’in bu tavrının ne denli doğru olduğuna dair tartışmalar yer alıyor. Büyük bir kesim tarafsız kalmanın ülkenin çıkarları açısından en doğrusu olduğuna inanırken, bazı isimler ise İsrail’in bu tavrının uzun vadede Batı ve ABD ile ilişkilerine zarar verebileceğini iddia ediyor. Gündemle alakalı bir yazı kaleme alan eski İsrailli diplomat Michael Oren, mevcut tutumu eleştirerek şu açıklamalarda bulundu:
“Evet, Suriye’de hareket özgürlüğümüzü korumakta menfaatimiz var. Ancak ABD ve Avrupa ile ilişkimiz sadece iyi bir diplomasi değil, aynı zamanda stratejik çıkar ve bunu da korumalıyız. Şu anda -bu tutum sebebiyle- ABD’den eleştiri almaya başlıyoruz ve bu eleştiriler daha da artacak.”[4]
İsrail açısından savaşın en net sonuçlarından birisi de Rusya ve Ukrayna’dan ülkeye gelen yeni göçmenler olacaktır. İçişleri Bakanı Ayalet Şaked, bölgeden İsrail’e on binlerce yeni göçmenin gelmesini beklediklerini açıkladı. İsrail’in, bu yeni göçmenlerin yerleşimi ve oryantasyon sürecini nasıl yöneteceği Bennett hükümeti açısından önemli bir test olacaktır. Zira sekiz partili hükümet koalisyonunun yerleşimciler konusunda ortak bir tavrı bulunmuyor. Hükümet içi krizler sebebiyle yeni göçmenlerle alakalı meclisteki bazı siyasi mekanizmaların işleyişi zarar görmüş durumda.[5] Ayrıca İsrail’in bu göçmenler için inşa edeceği olası yeni yerleşim yerlerine karşı bazı uluslararası tepkiler şimdiden gelmeye başladı.[6] İsrail hükümeti bu süreçte yerleşim politikaları üzerinden yüzleşeceği baskıları hafifletmek için adımlar atmaktadır. Belki Şeyh Cerrah mahallesi hususunda İsrail Yüksek Mahkemesinin Filistinli aileler lehine verdiği karar, bu tepkileri yatıştırmak için atılan adımlardan biri olarak düşünülebilir.
Referanslar:
Zelensky, İsrail’in Ukrayna ve Rusya arasındaki müzakerelere ev sahipliği yapmasını önerdi. |
Bennett ve Zelensky, Ukrayna liderinin Kudüs’te bir arabuluculuk zirvesi önerisinin ardından telefonda konuştu. |
İsrail Dışişleri Bakanı Lapid Romanya gezisi esnasında yaptığı açıklamada, “Rusya’nın Ukrayna’yı işgali için hiçbir gerekçenin olmadığını” ifade etti. |
İsrail Rusya’ya herhangi bir yaptırım uygulamasa da Fiverr ve Wix gibi İsrailli büyük teknoloji şirketleri Rusya’daki faaliyetlerini donduruyor. |
İsrail hükümetinin Yahudi olmayan Ukraynalı mültecilere yönelik tutumu eleştiri çekmeye devam ediyor. Baskıların ardından İçişleri Bakanı Şaked ve Başbakan Bennett yaptıkları açıklamayla mülteci kotasını esnettiklerini, İsrail’de akrabası olan kişilerin 5000 kişilik kotaya dahil edilmeden ülkede kalabileceklerini açıkladılar. |
Ukrayna’nın İsrail’deki büyükelçiliği, İsrail’in Rus işgalinden kaçan Ukraynalı mültecilerin ülkeye girişine yönelik koyduğu kotayı kaldırmak için Yüksek Adalet Divanı’na sunulan dava dilekçesini destekliyor. |
Slovakya ziyaretinde açıklamalarda bulunan İsrail Dışişleri Bakanı Lapid, İsrail’in Rusya’ya yönelik yaptırımları atlatmak için bir seçenek olmayacağını vurguladı. |
Yad Vaşem Müzesi, Zelensky’nin müzede konuşma yapma talebini reddetti. |
İsrail, Ukrayna’dan gelecek göçmenler için giriş prosedürlerini önemli ölçüde azaltacak. |
Bloomberg Gazetesinin haberine göre Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail, ABD’ye İran’a karşı güvenlik alanında garanti sağlaması için baskı yapıyor. |
İran, Irak’taki füze saldırılarının İsrail’in stratejik merkezini hedef aldığını iddia ediyor. Bu saldırının, geçen hafta Suriye’nin başkenti Şam yakınlarında bir İsrail hava saldırısında öldüğü iddia edilen iki Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) komutanının ölümüne bir yanıt olduğu düşünülüyor. |
İsrail Genelkurmay Başkan Yardımcısı ve bir takım üst düzey komutanlar güvenlik görüşmeleri için ABD’ye gitti. İsrail Genelkurmay Başkanı Kohavi, geçen hafta Bahreyn’de bir görüşme gerçekleştirmişti. Aynı hafta Kohavi’nin Katarlı mevkidaşı ile görüştüğü iddiaları da basında yer almıştı. |
Netanyahu, İran’ın Erbil’de ABD konsolosluğuna yakın bir bölgeye füzelerle saldırmasından sonra dahi Viyana’da nükleer görüşmelerin sürmesini “absürt” olarak nitelendirdi. |
Kazablanka (Fas) ile Tel Aviv arasında direkt uçuşlar başladı. |
Zelensky pazar günü Zoom üzerinden İsrail Parlamentosuna hitap edecek. |
Ekonomi Bakanı Liebermann’ın kabine toplantısında kullandığı, “Bazı Belediye Başkanları sadece Ukraynalı kadınları istiyor” şeklindeki ifade tepki çekti. Liebermann daha sonra açıklaması nedeniyle özür diledi. |
Göç ve Göçmenlik Bakanı Pnina Tamano-Shata Ukraynalı mültecilere yönelik düzenlenen kabine toplantısında “Bu beyaz adamın ikiyüzlülüğü. Savaştan kaçan Etiyopyalı Yahudilerin göçünü hızlandırmak için de çalışmalıyız” açıklamasında bulundu. |
Haaretz gazetesine dayandırılan habere göre İsrail, şubat ayının ortasında İran’ın Kirmanşah eyaletinde bulunan DMO’ya ait İHA filosuna drone saldırısı düzenledi ve saldırıda yüzlerce drone hasar gördü. |
İran, İsrail için çalışan ve İran’ın Fordo kentindeki yeraltı nükleer tesislerini sabote etmeye çalışan kişileri tutukladığını bildirdi. |
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov yaptığı açıklamada Rusya’ya yönelik yaptırımların nükleer müzakereleri etkilemeyeceğine dair ABD’den garanti aldıklarını söyledi. Nükleer görüşmeler, Moskova’nın Ukrayna’ya yönelik yaptırımların Tahran’la bağlarını etkilemeyeceğine dair güvence talep etmesi üzerine durdurulmuştu. |
İsrail hükümet sitelerine siber saldırı gerçekleştirildi. Sitelere bir saat boyunca ulaşılamadı. |
İsrail Dışişleri Bakanı Ukraynalı mevkidaşı ile savaşın başlamasından bu yana ilk kez görüştü. İsrail Dışişleri Bakanı Lapid, “Bakan (Kuleba), arabuluculuk çabalarımız ve yaptırımlar konusundaki tutumumuz için İsrail’e teşekkür etti” açıklamasında bulundu. |
İsrail Kamu Güvenliği Bakanının milletvekillerin Mescid-i Aksa ziyaretlerini sınırlama teklifi başsavcı tarafından reddedildi. |
ABD, DMO’nu yabancı terörist organizasyonlar listesinden çıkarmayı değerlendiriyor. Haber sitesi Axios bunun karşılığında İran’ın bölgede gerilimi düşürme taahhüdünde bulunacağını iddia etti. |
Başbakan Bennett ve Dışişleri Bakanı Lapid’den ortak açıklama: “Devrim Muhafızları Amerikalılar dahil binlerce insanı katletmiş bir terör örgütüdür. ABD’nin teröristlerin boş vaatleri karşılığında en yakın müttefiklerini terk etmeyeceğine inanıyoruz.” |
Dört Doğu Kudüs sakini Hamas bağlantısı sebebiyle gözaltına alındı. Tutukluların arasında Türkiye’de silah eğitimi almış ve Türkiye’den Hamas’a para aktarılmasında aktif rol oynamış isimlerin olduğu iddia ediliyor. |
Dış Politika Gündemi:
İran’ın Erbil saldırısı ile başlayan hafta İsrail-İran çatışması açısından önemli sayılabilecek olaylara şahitlik etti. İran tarafı Erbil’deki saldırılarda İsrail’in stratejik merkezlerini hedef aldığını iddia ederken İsrail tarafı konuyla alakalı bir açıklamada bulunmadı. İsrail medyasında İran’ın bu saldırısının arkasında şu iki olayın olabileceği iddiaları yer buldu:
Axios’un iddiasına göre İran’ın bölgede gerilimi düşürme taahhüdüne karşılık, ABD DMO’yu terör listesinden çıkarmayı planlıyor.[2] Erbil’de, ABD Konsolosluğuna yakın bir noktada gerçekleşen bu saldırılar, İran’ın ABD yönetiminden istediğini alamadığı bir senaryoda ne tür taşkınlıklar yapabileceğine dair bir işaret taşıyor olabilir. İsrail Başbakanı Bennett ve Dışişleri Bakanı Lapid ise yayınladıkları ortak mesajda, ABD’nin teröristlerin boş vaatlerine kanarak asıl müttefiklerini yüz üstü bırakmayacağına inandıklarını ifade ettiler.
Bennett ve Lapid’in bu temennilerinin yanında ABD’nin Biden döneminde bölgedeki müttefiklerinin çıkarlarıyla çelişen bir dış politika takip ettiğini belirtmek gerekir. Bu durumun İsrail’i, bölgesel müttefikleriyle savunma alanında daha fazla işbirliğine itmesi muhtemel gözükmektedir. ABD’nin İsrail’i EUROCOM’dan Mısır, Bahreyn, BAE, Ürdün gibi bölge ülkelerinin yer aldığı CENTCOM’a taşıması, Washington yönetiminin böylesi bir bölgesel işbirliği fikrini destekleyeceğinin işareti olarak ele alınabilir. İsrail askeri yetkilileri bu işleyişe uygun olarak hem bölgedeki müttefikleri ile hem de ABD güvenlik yetkilileriyle son birkaç haftadır çeşitli temaslarda bulunmaya devam ediyor.[3] Bu görüşmelerin temel gündem maddesinin İran tehdidi olduğu noktasında ise şüphe yok.
İç Politika Gündemi:
İsrail hükümetinin Ukraynalı mültecilere yönelik uyguladığı politikalar ciddi tartışmaları da beraberinde getirdi. İçişleri Bakanı Ayalet Şaked geçtiğimiz hafta Yahudi olmayan Ukraynalı mülteci kabulüne 5000 kişilik kota getirdiklerini açıklamıştı.[4] Bu kota ve güvenlik noktalarındaki sıkı uygulamalar üzerine hükümete çeşitli eleştiriler gelmişti. Bunun ardından hükümet ülkeye giriş prosedürlerinde bir kolaylaştırmaya gitmesinin yanı sıra kota konusunda da daha esnek davranmaya başladı.[5] Hükümet koalisyonun solcu partisi Meretz’in bu süreçte parçası olduğu hükümetin ayrımcı uygulamalarına sessiz kalması kendi tabanında özellikle tepki çekti. Meretz Partisi ve milletvekilleri sol değerlere ihanet etmekle, Netanyahu ve Şaked gibi sağcı isimlere benzemekle itham edildi.[6] Bu kriz hükümet koalisyonunda Meretz üzerindeki baskıyı artıracaktır. Şimdiye kadar hükümet koalisyonu içerisinde sorunsuz/uyumlu bir yol takip eden Meretz Partisi temsilcilerinin bu baskıyla nasıl başa çıkacağı hükümetin devamlılığı açısından önemli olacaktır. Hükümetin yakın zamanda alması gereken Meretz Partisinin görüşlerine ters kararlarda (yerleşim yeri inşası gibi) sol seçmenin baskısı daha sert hissedilebilir. Meretz, kendi kitlesinden gelen baskılar sebebiyle koalisyonda daha prensipli bir duruş sergilemeye başlarsa bu durum, hükümet içerisinde yeni bir krize yol açabilir.
Referanslar:
Bir hafta boyunca yaşanan en önemli gelişmeler |
24 Şubat: Erdoğan: Rusya’nın Ukrayna saldırısı barışa vurulan sert bir darbedir. |
24 Şubat: Ukrayna, Türkiye’den İstanbul ve Çanakkale boğazlarını Rus gemilerine kapatmasını talep etti. |
25 Şubat: Türkiye: Montrö Sözleşmesi’ni uygulayacağız, ancak Rus savaş gemilerinin Karadeniz’e ulaşmasını engelleyemeyiz. |
26 Şubat: Türkiye: Ukrayna krizi nedeniyle turizm sektöründe büyük kayıp yaşanacağı konusunda uyarı yapıldı. |
27 Şubat: Ankara, Moskova ve Kiev arasındaki müzakerelere ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu açıkladı. |
1 Mart: İçişleri Bakanlığı, Şırnak ve Mardin’de PKK’ya karşı operasyon başlattı. |
1 Mart: Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Rus mevkidaşı ile görüşerek ateşkes ilan edilmesinin gerekliliğini vurguladı. |
1 Mart: Kosova Cumhurbaşkanı Vjosa Osmani Türkiye ziyaretinde NATO üyeliği için talepte bulundu. |
2 Mart: Türk yetkili: Avrupa, Soğuk Savaş’tan bu yana en kötü güvenlik kriziyle karşı karşıya. |
2 Mart: Katar-Türkiye askeri komisyonu 4’üncü toplantısını Ankara’da gerçekleştirdi. |
2 Mart: Ukrayna, yeni İHA’ları teslim eden Türkiye’ye teşekkür etti. |
3 Mart: Cumhurbaşkanı Erdoğan MHP lideri Devlet Bahçeli ile başkent Ankara’da bir araya geldi. |
3 Mart: Türkiye, Rusya’nın Ukrayna müdahalesi konusunda karamsar olduğunu ve krizin sonunun görünmediğini açıkladı. |
3 Mart: Ürdün Dışişleri Bakanı Ayman Safadi’’nin Ankara ziyareti sırasında Suriyeli mültecilerin gönüllü dönüşü için ortak çabalar ele alındı. |
3 Mart: Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Ukraynalı mevkidaşı Dmitro Kuleba ile insani yardım koridorlarıyla ilgili bir telefon görüşmesi yaptı. |
4 Mart: Türkiye’de enflasyon yükselmeye devam etti ve yıllık enflasyon oranı %54,4 olarak kaydedildi. |
4 Mart: Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli istifa etti, yerine Vahid Kirişçi atandı. |
4 Mart: Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Kazakistan Başbakanı ile görüştü. |
4 Mart: ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman, Türkiye’ye geldi. |
Yeni atama ve görevlendirmeler
Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, görevden af talebinde bulundu. Yerine Vahid Kirişçi atandı.
1960’da Kahramanmaraş’ta doğan Kirişçi, Adana Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden mezun oldu. İngiltere Cranfield Üniversitesi’nde doktora yapan Kirişçi 3 çocuk babasıdır. AK Parti’nin eski milletvekillerinden olan Kirişçi, parti içindeki İslami akıma yakın isimlerdendir.
İç politika gündemi
Özet: İç politikada yaşanan en önemli gelişme, İçişleri Bakanlığı’nın Şırnak’ta terör örgütü PKK’ya yönelik yeni bir operasyonun başlatıldığını duyurması oldu.
Bakanlık, harekatın ismini “Eren Kış-28 Şehit Jandarma Er Adem Erbaş Operasyonu” olarak belirledi. Operasyonun hedefi, PKK unsurlarını ülkeden tamamen çıkararak, bölgede yayılan teröristleri etkisiz hale getirmek.
Operasyon ismini, 11 Ağustos 2017’de PKK’lı teröristlerin şehit ettiği Eren Bülbül isimli gençten aldı. Siyasi açıdan bakıldığında, PKK’nın tasfiyesinin Türkiye’nin güneydoğusundaki Kürtler üzerindeki siyasi etkisini azaltmaya katkıda bulunduğuna inanılıyor.
Muhalefet kanadında ise halen 6 parti arasında görüşmeler sürüyor. Ukrayna’da yaşananların iç politikaya yansımasına rağmen, muhalefetin yüzde 54’e varan enflasyon eleştirisi dışında bir açıklaması olmadı.
Muhalefet partileri ikinci toplantısını 28 Şubat’ta yaptı. Ancak 12 Şubat’ta yapılan ilk toplantı kadar ilgi görmedi. Bunun nedeni Rusya-Ukrayna olayının gündemi yoğun bir şekilde meşgul etmesiydi.
Millet ittifakının isminin, 4 partinin katılımı ve özellikle Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu’nun talebiyle “Büyük Millet İttifakı” şeklinde değişebileceğine ilişkin haberler sızdı.
Muhalefet partileri, cumhurbaşkanlığı sisteminden parlamenter sisteme geçiş hedeflerine ulaşmanın zor olduğunu kabul ediyor. Zira ne şimdi ne de seçimden sonra 400 milletvekilinin 360’ından onay almak kolay değil. Hiçbir parti tek başına sistemi değiştiremeyeceğinden, muhalefet parlamenter sistem çağrısı ile başkanlık sistemine göre adaylık arasında çelişkiye düşecektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem bu konuyu hem de Ukrayna krizini görüşmek üzere MHP lideri Devlet Bahçeli ile bir araya geldi. Görüşmenin içeriğine ilişkin açıklama yapılmadı. Ukrayna krizinin yansımalarının ele alındığı ve seçimi erteleme kararının konuşulduğu iddia edildi.
Dış politika gündemi
Bu hafta dış politika gündeminin en önemli olayı, kuşkusuz 24 Şubat 2022 günü Rusya’nın Ukrayna’ya başlattığı savaş. Türkiye, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline karşı ilkeli bir tutum benimsemiştir, ancak Batı’nın Rusya’ya yönelik yaptırımlarına katılmamıştır.
Türkiye, boğazların kapatılma meselesini Montrö Sözleşmesi’ne dayanarak akıllıca yönetti. Nitekim, Rusya’ya karşı bir duruş sergilemediği gibi, uluslararası anlaşmaların harfiyen uygulanmasıyla ilgilendiğini açıkça belirtti.
Bu bağlamda, Rusya’nın Türkiye Büyükelçisi Alexei Yerkhov, Moskova’nın Türkiye’nin kararından duyduğu memnuniyeti dile getirdi: Habertürk’e konuşan Yerkhov, Montrö Sözleşmesi’nin Rus tarafını yakından ilgilendirdiğini belirterek, “Türkiye’nin uluslararası hukukta önemli bir yeri olan Montrö Sözleşmesi’ni koruma ve sözleşmeye bağlı kalma konusundaki tutumunu takdir ettiğimizi söylemeliyim. Montrö Sözleşmesi ve boğazların kullanımı konusunda Türk makamlarıyla sürekli temas halindeyiz” ifadelerine yer verdi.
Ankara’nın Moskova ile Ukrayna meselesinde ve 2014 yılında Rusya’nın Türklerin kardeş olarak gördüğü Kırım’ı işgal etmesi nedeniyle tarihsel farklılıkları olduğu doğru, ancak Türkiye hesap edilmemiş bir adım atarak zarara uğramak istemiyor. Türkiye gazının yüzde 35’ini Rusya’dan ithal ediyor. Rusya ile ticaret hacmi 32 milyar, Ukrayna ile 8 milyar olduğu tahmin ediliyor. Rusya ve Ukrayna Türkiye’nin başlıca tahıl kaynakları arasında yer alıyor. Yaşanabilecek herhangi bir sorun, Türkiye’de ekmek fiyatlarının yükselmesine yol açabilir.
Bunun yanı sıra, Türkiye’ye yılda 4,7 milyon Rus ve 2 milyon Ukraynalı turist gelmektedir. Özellikle de ekonomik krizin gölgesinde olan Türkiye, pandemi sonrasında etkilenen turizm sektöründen, 2022 yazında ciddi bir gelir elde ederek ekonomisini iyileştirmeyi bekliyordu. Bu bağlamda Rusya’ya yönelik herhangi bir yaptırım, Türkiye’nin ticari ve ekonomik olarak olumsuz etkilenmesine neden olacaktır.
Bu nedenle Erdoğan, Rusya ve Ukrayna arasında arabuluculuk yapmaya çalışıyor. Askeri hamlelere karşı çıkarak, Türkiye’nin çıkarlarını korumak için hala orta yol izleyerek dengeyi sağlamak için çabalıyor. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Türkiye’nin Rusya ile köprüleri yıkmadan krizi aşmaya çalıştığını belirterek, Ukrayna’yı desteklediklerini ve Batı ile diyaloğa açık olduğunu kaydetti.
Rusya’nın Avrupa Konseyi’nde temsil haklarının askıya alınmasına dair yapılan oylamada, Türkiye çekimser kaldı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Diyalogun kopmasını istemiyoruz. Ne olursa olsun, biz her şartta diyalogtan yanayız” dedi. Ancak Türkiye, Rusya’ya yönelik söylemlerini kademeli olarak ve gelişmelere bağlı olarak yükseltebilir.
Türkiye’nin Batı ve NATO ile ilişkilerinin, Suriye ve S-400 meseleleri nedeniyle pek iyi durumda olmadığını unutmamak gerekir. Erdoğan Batı’nın çifte standardını eleştirme fırsatını defalarca kullandı. ABD dışişleri ve savunma bakanlarının Türk mevkidaşlarıyla temaslarına rağmen, Erdoğan ve Biden’ın mevcut Ukrayna krizi sırasında katiyen konuşmadıkları biliniyor. Ancak kriz, Türkiye’nin Rusya karşısında müttefiklerini artırması ve Batı ile ilişkilerini onarması için bir fırsat olabilir. Türkiye kesinlikle büyük bir dikkatle mevcut değişikliklerden yararlanmaya çalışacaktır.
]]>Bu hafta yaşanan en önemli gelişmeler |
16 Şubat: Avrupa, Türkiye’ye Ege Adaları’nda Yunanistan’ı ‘tahrik etmemeye’ çağrısı yaptı. |
16 Şubat: İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un Ankara ziyareti öncesi üst düzey Türk heyeti İsrail’e gitti. |
17 Şubat: Erdoğan: Türkiye, Libya halkının seçimini destekleyecektir. |
18 Şubat: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası şubat ayı faiz oranını %14’te tuttu. |
19 Şubat: Türkiye, yeni gelen Suriyeli mültecilere geçici koruma kartı vermeyeceğini açıkladı. |
21 Şubat: Türkiye Yunanistan ile müzakerelere devam ederken, Atina anlaşmazlıkları çözmek için koşulların uygun olmadığını düşünüyor. |
22 Şubat: İstanbul ve Ankara belediye başkanları, 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı yarışmayacak. |
22 Şubat: Türkiye Kavala’nın tutukluluk süresini uzattı. |
23 Şubat: Türkiye Cumhurbaşkanı, Senegal’in başkenti Dakar’da Alman mevkidaşı Frank-Walter Steinmeier ile bir araya geldi. |
23 Şubat: Türkiye: Rusya’nın Donetsk ve Luhansk’ın bağımsızlığını tanıması, Ukrayna’nın egemenliğini ihlal ediyor. |
23 Şubat: Erdoğan: Bir atılım gerçekleştirmek için Putin ile telefon diplomasimize devam edeceğiz. |
23 Şubat: Cumhurbaşkanı Erdoğan, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Senegal gezisinin başarılı olduğunu belirtti. |
24 Şubat: Ukrayna Türkiye’den İstanbul ve Çanakkale boğazlarını Rusya’ya kapatmasını istedi. |
24 Şubat: Erdoğan ve Macron bir telefon görüşmesi gerçekleştirerek Ukrayna krizini ele aldı. |
24 Şubat: Türk ve ABD Savunma Bakanları 24 Şubat’ta bir telefon görüşmesi sırasında Ukrayna’daki gelişmeleri ele aldı. |
25 Şubat: Türkiye, Ukrayna krizi nedeniyle turizm sektöründe ciddi bir kayıp konusunda uyarıda bulundu. |
25 Şubat: TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Milli Gün dolayısıyla Kuveyt Ulusal Meclisi Başkanı Merzuk Ali el-Ganim’e tebrik mektubu gönderdi. |
25 Şubat: Kuzey Irak ve Suriye’de 12 PKK’lı terörist etkisiz hale getirildi. |
Yeni görevlendirme ve atamalar
İç siyaset gündemi (Parti içi hareketlilik):
Özet: İç siyasette yaşanan en önemli gelişme, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, partisine mensup olan İstanbul ve Ankara belediye başkanlarının 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’a karşı adaylık yarışına girmeyeceklerini açıklaması oldu. Bu karar, Kılıçdaroğlu’nun adaylık yarışına bizzat kendisinin katılacağı anlamına geliyor. Müttefiki olan iYİ Parti lideri Meral Akşener, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıkmış, kendi tabiriyle “Erdoğan’a karşı kazanma şansının daha fazla olduğunu” düşündüğü İmamoğlu’nun adaylığını desteklemişti.
Anketlere göre, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun, Kılıçdaroğlu’na kıyasla önde olduğu biliniyor. Ancak Kılıçdaroğlu anket sonuçlarını hafife alıyor. Kılıçdaroğlu, ittifaka 4 yeni partinin katılmasıyla beraber, Meral Akşener’e karşı konumunu güçlendirebileceğini düşünüyor. Nitekim, İmamoğlu’nun İstanbul’daki yoğun kar yağışında süreci başarılı yönetememesi, puan kaybetmesine yol açtı.
Kılıçdaroğlu, 5 genel başkanın aynı zamanda ana muhalefet lideri olan kendisine cumhurbaşkanlığını önermesi halinde bunu kabul edip etmeyeceği sorusuna, “Elbette. Cumhurbaşkanlığı onurlu bir görev. Beş genel başkanın benim ismimi telaffuz etmesi her şeyden önce benim için onur. Ayrıca beş genel başkanın bana güven duyması anlamına geliyor” dedi. Ancak muhalefet partileri, ortak aday üzerinde anlaşmadan önce siyasi ve ekonomik konularda anlaşmaları gerektiğini vurgulamıştı.
6 ittifak partisi, Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu, İYİ Parti lideri Meral Akşener, Gelecek Partisi Başkanı Ahmet Davutoğlu, Demokrasi ve Atılım Partisi Başkanı Ali Babacan ve Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal’dan oluşuyor.
Kılıçdaroğlu’nun aday olması Erdoğan için bir fırsat. Zira Kılıçdaroğlu’nun popülaritesi yüzde 30 düzeyinde. Bu nedenle muhaliflerin belli bir kısmı dahi Erdoğan’a yönelecektir. Kılıçdaroğlu, seçimi kazanması halinde, Esed rejimiyle ilişkileri yeniden tesis etme, Suriyeli mültecileri geri gönderme ve Rusya ile S-400 anlaşmasını iptal etme sözü verdi. Bunun yanı sıra, muhalefetin üzerinde çalıştığı temel mesele, mevcut cumhurbaşkanlığı sistemi yerine ülkeyi parlamenter rejime döndürmek. Ancak bu mesele muhalefeti bir çelişkiye sürükleyerek, cumhurbaşkanlığı sistemi çerçevesinde rekabet etmeye mecbur bırakabilir. Bu da seçim kampanyasını çelişkilere açık hale getirecek ve, parlamenter sisteme dönüştürebileceğinin garantisi yoktur. Ayrıca ittifaktaki partiler arasında uyum sağlamayı daha zor hale getirecektir.
Dış siyaset gündemi (Dış politika):
Uluslararası arenada Türkiye açısından yaşanan en önemli gelişme, Ukrayna kriziydi. Türkiye, Karadeniz’e kıyısı olan bir ülke olarak, krizin ilk başından bu yana büyük bir rol oynuyor. Krizin başından bu yana bir takım önlemler alınması gerektiğinin altını çizerek, arabuluculuk teklifinde bulunmuştur. Ancak Rusya’nın tutumu nedeniyle şu ana kadar etkin bir rol oynayamadı. Fakat Türkler, durumun daha da kötüye gitmesini engellemek için bir şekilde arabuluculuk rolü üstleneceklerine dair umudunu koruyor. Nitekim Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da bunu vurgulayarak, çatışmanın taraflarıyla iyi ilişkiler içinde olduğunun altını çizdi. Çavuşoğlu, Türkiye’den beklentilerin büyük olduğunu ifade ederek, iki tarafla da ilişki kurabilen nadir ülkelerden biri olduğunu kaydetti.
Türkiye’nin Ukrayna’nın bütünlüğünü destekleme konusundaki duruşu oldukça net. Bu bağlamda Türkiye, Rusya, Ukrayna, ABD ve Fransa gibi tüm taraflarla yoğun bir telefon diplomasisi gerçekleştirdi.
Türkiye, Ukrayna meselesindeki gelişmelere yönelik Batı’nın tutumunu eleştirdi. Çavuşoğlu, Batı’nın yanlış bir tutum içerisinde olduğunu ifade ederek, ortam oluştuğunda kendileriyle bu meseleyi ele alacaklarını duyurdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise NATO’nun Ukrayna konusunda belirleyici bir rol izlemediğini belirtti.
Ukrayna ise, Türkiye’nin boğazlarını Rus gemilerine kapatarak yaptırım uygulamasını istedi. Ancak Türkiye, böyle bir adımın faydalı bir sonuç doğurmayacağının bilincinde. Dolayısıyla, Türkiye görüşmelerini ve tavrını kendi ulusal güvenliğine zarar vermeyecek şekilde sürdürmektedir. Öte yandan, Ukrayna’daki savaş nedeniyle Türk turizm sektörünün olumsuz etkileneceği düşünülüyor. Gıda krizi söylentilerine ilişkin açıklama yapan yetkili makamlar, Türkiye’nin bu alanda kendi kendine yeterli olduğunu kaydederek, buğday ve tahılla ilgili bir kriz yaşanmayacağının altını çizdi.
Siyasi açıdan, Türkiye krizin devam etmesini istemiyor. Özellikle Batılı ülkelerin Rusya’ya yönelik yaptırımlara katılmasıyla beraber yeni bir soğuk savaşın patlak vermesi, Türkiye üzerinde de baskıya yol açacaktır. Sonuç olarak, başta Almanya ve diğer AB ülkeleriyle yaptırımların uygulanabilirliği konusunda anlaşmazlık yaşayan Türkiye, şu ana kadar rahat ülkelerden biri olarak kabul ediliyor.
Türkiye, demografik ve ekonomik sorunları nedeniyle Rusya’nın uluslararası arenada yükselişinin uzun sürmeyeceğine inanıyor. Şu anda Çin ve ABD gibi Rusya’nın yükselişinin de Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası arenada daha bağımsız bir rol oynamasına yardımcı olabilir.
Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kongo ve Senegal’i kapsayan bir Afrika turuna çıktı. İki ülkede de Türkiye’nin büyük önem verdiği ekonomi ve savunma sanayii alanlarında yeni anlaşmalar imzalandı. Türkiye, ekonomisini destekleme çabaları bağlamında Afrika kıtasını önemsiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ukrayna krizindeki gelişmeleri takip etmek için, Gine-Bissau ziyaretini yarıda bırakarak ülkeye döndü.
]]>Dr. Mustafa Al-Wahaib
Anadolu Yakın Doğu Araştırmaları Merkezi
Türkiye, 2015-2020 yılları arasında meydana gelen köklü iç ve dış değişimleri doğrultusunda dış politika öncelik ve ilkelerinde göreceli bir dönüşüm yaşıyor.
İçeride: 2016 yılında yaşanan başarısız darbe girişimi ve 2017 yılındaki parlamenter sistemden ‘Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne geçiş, Türk dış politikasının mevcut seyrini belirlemede önemli bir rol oynamıştır.
Dışarıda: Türkiye, Suriye, Irak ve Libya’daki istikrarsız bölgesel ortamın yanı sıra, enerji kaynakları üzerindeki çatışma; Doğu Akdeniz’de sınırların yeniden çizilmesine ve Türkiye’nin uluslararası arenaya yönelik askeri müdahalelerle meşgul olmasına yol açtı. Tüm bunlar, başta Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Türk dış politikasının birçok tarafla ilişkilerini değiştirmesine yol açmıştır.
Türkiye’nin ‘Arap Baharı’ olarak nitelendiren süreçle ilgili tutumu ve Körfez krizinde Katar’ın yanında yer alması, Suudi Arabistan gibi stratejik ve büyük ekonomik çıkar ve ilişkilere sahip olduğu bazı Körfez ülkeleriyle ilişkilerinde stratejik kayıplara sebep olmuştur.
Bu çalışmada, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası güçlere yönelik dış ilişkilerinin seyrini ve bağlamlarını inceliyor; 2015’ten bu yana yaşanan olayları ve değişimler doğrultusunda yaşanan gelişmeleri detaylandırıyoruz.
Çalışmanın sonuna eklediğimiz kısımda; Türkiye’nin bazı ülkelerle arasındaki ilişkilerde değişiklik olmadığı görülüyor. Bu kısmı, Türkiye’nin söz konusu ülkelerle ilişkilerinin önemine binaen eklemeyi gerekli gördük.
Türk dış politikasını etkileyen temel faktörler
Geleneksel olarak bir ülkenin dış politikası, bir araç olarak sözde “girdiler ve çıktılar” belirlenerek analiz edilebilir. Her ülke, dış politikasını ‘değişmezlerini’ oluşturan ve çok uzun bir süre boyunca devam eden belirli bir dizi ilke, deneyim ve gelenek çerçevesinde yapılandırır. İçsel ve küresel değişkenlerle bağlantılı olarak gelişen “değişen koşullar” diyebileceğimiz başka ilkeler dizisi de vardır.
Bu bağlamda, Türk dış politikası Mustafa Kemal Atatürk tarafından modern Türk devletinin ortaya çıkmasıyla birlikte kurulmuş ve aşağıdaki faktörlere göre oluşturulmuştur:
1. Hakim olan siyasi elitlerin ideolojisi (Kemalizm):
Modern Türk devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Türk dış politikasının gidişatını belirleyen ideolojik çerçeveyi ortaya koymuştur. Türk hükümetlerinin yönelimleri ne olursa olsun, Kemalist ilkelere uygun ilke ve politikalar, dış politikayı belirler. Söz konusu ilkeler ise şu şekildedir:
-Laiklik:
Atatürk, laikliği modernleşmenin gerekli bir bileşeni olarak görür ve onun laiklik anlayışı sadece siyasi hayatı değil, tüm sosyal ve kültürel hayatı kapsar. Atatürk’ün formüle ettiği laiklik ilkesine göre, devlet geçmiş dönemlerde olduğu gibi iç ve dış politikalarını dini temele göre inşa edemez ve uygulayamaz.
-Milliyetçilik:
Atatürk’e göre millet; geçmişte bir arada yaşamış, bir arada yaşayan, gelecekte de bir arada yaşama inancında ve kararında olan, aynı vatana sahip, aralarında dil, kültür ve duygu birliği olan insanlar topluluğudur. Ona göre, bu ortaklığı sürdüren insanlar ‘millet’ olmayı hak eden insanlardır. Atatürk, Türk milletinin şekillenmesinde etkili olan faktörleri ise şöyle sıralamaktadır:
*Siyasi birliktelik
*Dil
*Köken
*Soy
*Tarih
-Cumhuriyetçilik:
Cumhuriyet, Atatürk’ün temel ilkesi ve temel değeridir. Çünkü cumhuriyet, ona göre bir devletin ve yönetimin biçimini temsil eder. Vazgeçilemezdir ve yeni Türk devletinin temelidir. Bu nedenle 1924 yılından itibaren Türkiye’de yazılan tüm anayasalarda cumhuriyet ilkesi korunmuştur. Atatürk, “Demokrasinin tam ve en belirgin şekli cumhuriyettir. Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idaredir” ifadesini kullanmıştır.
2. Tarih faktörü: Türk dış politikası, üç kıtaya (Asya, Afrika ve Avrupa) yayılan coğrafi bölgelere hükmeden Osmanlı İmparatorluğu’nun varisi olarak, tarihi ve kültürel bir bağlama dayanmaktadır. Osmanlı Devleti, yönettiği toplumları bazı kültür, gelenek ve görenekler açısından büyük ölçüde etkilemeyi başarmıştır.
İslam ülkeleri ve Arap ülkeleri bağlamında, Osmanlı’nın dört asır boyunca İslam hilafetinin merkezi olması, İslam ve Arap ülkeleriyle ortak tarihi ilişkilerini canlandırarak Türkiye’nin bölgesel rolünü harekete geçirmesine katkıda bulunmuştur. Bu kültürel miras Adnan Menderes dönemi müstesna Turgut Özal dönemine kadar Türkiye’nin dış politikasında öne çıkmasa da AK Parti döneminde dış politikaya yansımaktadır.
3. Jeopolitik ve jeostratejik konum:
Türkiye’nin, Avrupa, Asya ve Orta Doğu’yu birbirine bağlayan kara köprüsü şeklindeki stratejik jeopolitik konumu ülkenin dış politikasını belirlemede önemli bir unsuru teşkil etmektedir. Bu stratejik konumu Türkiye’yi bir Balkan, Akdeniz, Kafkas, Orta Doğu ve Avrupa ülkesi haline getirmektedir. Türkiye’nin coğrafi konumu, eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın dediği gibi “ulusal güvenlik sendromu” yaratmıştır.
Aynı zamanda bu durum, Türkiye’nin yakın ve uzak uluslararası gelişmelere daha fazla maruz kalmasına sebep olmaktadır. Bu nedenle Türkiye, uluslararası ve bölgesel siyasi dengedeki değişikliklere karşı çok hassas bir durumdadır.
Bu bağlamda yakın geçmişte, Türkiye’nin yakın bölgesinde cereyan eden olaylar; Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Doğu Avrupa’nın sürekli gelişmesi, Balkanlardaki Bosna-Hersek ve Kosova krizleri ve Kafkasya’da Dağlık Karabağ, Çeçenya ve Abhazya ile ilgili çekişmelerin tamamı Ankara’nın dış güvenlik politikalarını etkilemiştir. 1990-1991 Körfez Savaşı’ndan sonra Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulması olasılığı güvenlik endişelerini artırmıştır..
Ortadoğu’nun bir parçası olan Türkiye, bölgedeki istikrarsızlıktan büyük ölçüde etkilenmektedir ve bölgede istikrarı bozan herhangi bir gelişme, Türkiye için güvenlik sorunlarına neden olabilir. Böylece, birinci ve ikinci Körfez savaşları, Arap-İsrail savaşları ve son olarak da Arap Baharı devrimlerinden sonraki güvenlik boşluğunun yol açtığı güvensizlik; Türkiye üzerindeki etkisini daha da ağırlaştırdı.
2.1. Türk dış politikasının değişmezleri
Dış politikada değişmezler, devletin dış politikasını etkileyen ve ondan etkilenen, kolay kolay veya aniden değiştirilemeyecek, göz ardı edilemeyecek unsurlardır. Dış politikadaki değişmezler, devletin bölgesel ve küresel meselelere yönelimini ifade eder. Türk dış politikasının değişmezleri şu şekilde sıralandırılabilir:
NATO üyeliği: Dünyanın en büyük askeri bloğuna (NATO) üyeliğini sürdürmek.
Avrupa’ya bağlılık: Türkiye, Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı dahil hemen hemen tüm Avrupa kurumlarının kurucu üyesidir.
Amerika Birleşik Devletleri ile Stratejik Ortaklık: Türk dış politikasının pusulası, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana Amerika Birleşik Devletleri’nin yönü ile tutarlı olmuştur.
Orta Asya ve Kafkasya’ya Uzanma: Orta Asya ve Kafkasya bölgesindeki Türk Cumhuriyetleri, (Özbekistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan) Türkiye ile arasındaki dilsel ve etnik bağlar nedeniyle dış politikanın değişmezlerinden biri haline gelmiştir.
Karadeniz’in güvenliği: Rusya ile ilişkiler ve Karadeniz’in güvenliği stratejik bir eksen oluşturmaktadır.
2-2. Türk dış politikasındaki değişkenler
Dış politikadaki değişim, mütevazi ve tekrar eden değişimi değil, daha geniş bir göreli değişimi içeren bir fenomen olarak tanımlanır. Devletin temel eğilimlerini, dış politikanın yeniden yapılandırılmasını veya bürokratik devlet kurumlarını ve toplumu (sistem demokratik ise) bu değişikliği yapmaya ikna etmeyi gerektiren değişiklik radikal bir değişikliktir ve bu tür radikal değişiklikler tekrarlanmaz.
Bir önceki noktada, hükümetlerin ve zamanın değişmesiyle değişmeyen Türk dış politikasındaki temel faktörleri ve değişmezleri incelemiştik. Burada ise Türk dış politikasının çıkarları içinde değişime uğrayabilen en önemli meseleleri inceleyeceğiz. Bu meseleler; Balkanlar ve Ortadoğu olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Türkiye’nin bu bölge ülkeleriyle olan politikaları, bölgesel ve uluslararası siyasi değişimlere, bu ülkelerin yaşadığı olaylara ve bunlardan çıkan sonuçlara göre değişmektedir.
2-2-1. Orta Doğu
Türkiye’nin Orta Doğu ülkelerine yönelik politikası, zaman dilimlerinin ve Türk hükümetlerinin değişmesine bağlı olarak değişkenlik göstermiştir. 1950’lerde tek parti döneminde Arap ülkeleriyle ilişkileri durgun olan Türkiye, Sovyetler Birliği’nin çöküşüne kadar olan süreçte kısmi değişikliklere tanık oldu. AK Parti’nin iktidara gelmesi, Arap ülkeleri ve İran gibi bölge ülkeleriyle büyük bir yakınlaşmayı ortaya çıkardı. Türkiye, bölgedeki çok sayıda ülke ile dış ticaret hacmini genişletti.
2-2-2. Rusya ve Balkanlar
Türkiye’nin Rusya ve Balkan ülkelerine yönelik politikası, uluslararası olaylarla birlikte değişim göstermiştir. Türk-Rus ilişkilerinin genel atmosferinde her zaman ‘düşmanlık’ hakim olmuştur. Soğuk Savaş sürecinde, Türkiye’nin Batı Bloğunun yanında yer alması, Orta Doğu ve Asya’daki Sovyet yayılmacılığına karşı koymak için NATO’ya üye olmasıyla iki ülke arasındaki mücadele artmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında ve 1990’larda, Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkiler Türk dış politikasının önemli bir kısmını oluşturmaya başlamıştır. Özellikle Rus gazının Türkiye’ye ihraç edilmesine yönelik boru hattı projeleri bu ilişkilerin başlangıç noktasını oluşturmuştur. AK Parti iktidarının başladığı 2002’den bu yana iki ülke arasındaki ticaret hacminin değeri de artmıştır.
Balkan ülkelerine gelince, Soğuk Savaş döneminde Türkiye, Batı Bloğu için ileri bir üs olarak Balkan ülkelerine büyük önem vermiş ve stratejik öneminden büyük ölçüde yararlanmıştır. Türkiye’nin Balkan ülkelerine verdiği önem, zaman zaman siyasi etkilerden kaynaklanan dalgalanmalara da maruz kalmıştır.
Balkanlar bölgesi, Bosna savaşı sırasında Türkiye’nin önceliklerinden biri haline gelmiş; daha sonra ise Sovyetler Birliği’nin dağılması, Bosna savaşının sona ermesi, bölgede istikrarın yeniden sağlanması ve Ortadoğu’da güvenlik tehditlerinin doğması ile bu öncelik dış politikada gerilerde kalmıştır.
2-3. Türk Dış Politikasının Stratejileri
Türk dış politikası, aşağıda kısaca özetlediğimiz üç ana stratejiye dayanmaktadır:
2-3-1. Birinci strateji: Yurtta sulh, cihanda sulh
Türkiye, dış politikasında, devletin kuruluşundan günümüze kadar “Yurtta sulh, cihanda sulh” stratejisi izlemiştir. Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından belirlenen bu strateji, Türk dış politikasının en önemli değişmezlerinden biridir.
Türkiye, dış ilişkilerde barışçıl yöntemlere başvurmak anlamına gelen bu stratejiyi uluslararası hukuk ilkelerine saygı duyarak izlemiştir. Türkiye bağımsızlığını ve kendisini o dönem meydana gelen savaşlardan korumak için kuruluşunun başlangıcında bu stratejiyi benimsemiştir.
Türkiye, şu sebeplerden dolayı “Yurtta sulh cihanda sulh” stratejisini benimsemiştir:
2-3-2. İkinci strateji: ‘Sıfır Sorun’ Stratejisi
Eski Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından “bölge ülkeleriyle dostane ilişkiler kurmak” anlamına gelen “sıfır sorun” stratejisi birkaç temel ilkeye dayanmaktadır:
Güvenlik ve özgürlük arasındaki denge (Devletin ulusal güvenliğine zarar vermemek için ifade özgürlüğünün ve demokrasinin belirli yasalara tabi olması), komşularla sorunların olmaması (Suriye ve Kıbrıs sorunlarının sona ermesi, Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi gibi), çok boyutlu bir dış politika (yani tek bir uluslararası tarafa bağlı kalmamak, burada kastedilen Batı Bloğudur. Türkiye’nin çıkarlarını garanti altına alacak ve dengeyi sağlayacak şekilde Doğu’ya da açılım yapılması), aktif bölgesel politika (bölge ülkelerinin ilişkilerini güçlendirerek bölgedeki Türk rolünü canlandırması), yeni bir diplomatik tarz (dış politika gündemine hakim olan kronik farklılıkları terk ederek enerjisini uluslararası ilişkilerde harcamayı esas alması).
Bu strateji üzerinde çalışmalar 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesiyle başlamış ve Türkiye bu stratejiye dayalı olarak çeşitli girişimlerde bulunmuştur. Bunlardan en önemlileri şunlardır:
Türkiye, 2015 yılına kadar diğer ülkelerde sıfır sorun ve müdahale etmeme stratejisini sürdürdü. Bu strateji “yumuşak güç” kullanımını destekliyordu.
2-3-3. Üçüncü strateji: Mavi Vatan Stratejisi
‘Mavi Vatan’ Doktrini’nin kökeni, Türk Amiral Cem Gürdeniz tarafından 2006 yılında hazırlanan bir plana dayanmaktadır. Bu doktrin, Bahçeşehir Üniversitesi Deniz ve Stratejik Araştırmalar Başkanı Emekli Amiral Prof. Dr. Cihat Yaycı tarafından belirginleştirilmiştir. Türkiye’nin iddialı bir diplomasi, askeri araçlar, enerji ve diğer ekonomik kaynaklara erişim yoluyla Akdeniz, Ege ve Karadeniz’deki nüfuzunu ve genişlemesini vurgulayan doktrin, “sert güç” stratejisini temsil etmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin bağımsızlığını dış politikanın her alanında savunmak ve çevresine nüfuz etme çabaları bağlamında 2015 yılında Mavi Vatan Doktrini’ni ulusal bir “ileri savunma” stratejisi olarak benimsedi. Mavi Vatan doktrini kapsamında Türkiye deniz silahlarını önemli ölçüde geliştirdi. Bu konunun detaylarına “Türkiye’de son 5 yılda yaşanan gelişmeler, Savunma Sanayi: 2015-2020” dosyasından ulaşabilirsiniz.
Türkiye şu anda, Mavi Vatan vizyonunu uygulamak için askeri güç kullanmaya daha istekli görünüyor. Bunu; Doğu Akdeniz’de petrol arama güvenliğini sağlamak için askeri fırkateynlerini konuşlandırması, Libya’ya askeri müdahalede bulunması ve Azerbaycan ve Katar gibi müttefiklerini kendi güçleriyle desteklemesinden anlamak mümkün.
3. Türk-Rus ilişkileri
Türk dış politikasındaki değişmezlere ve değişkenlere göre bakıldığında, Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri “değişken” olarak sınıflandırılmakta ve iki ülke arasındaki ilişkilerde her zaman çatışma ve düşmanlığın hakim olduğu görülmektedir. Tarihi açıdan incelendiğinde; Osmanlı Devleti, asırlardır İstanbul ve Çanakkale boğazlarını kontrol etme arzusu taşıyan Rus İmparatorluğu’na karşı 12 savaş vermiştir. Tablo-1 bu savaşları göstermektedir:
Tablo-1: Türkiye ile Rusya arasındaki savaşların özeti
Sıralama | Tarih | Savaşın sonucu |
1.Osmanlı-Rus Savaşı | 1568-1570 | Rusya kazandı |
2.Osmanlı-Rus Savaşı | 1676-1681 | – |
3.Osmanlı-Rus Savaşı | 1686-1700 | Rusya, Osmanlı topraklarının bir kısmını işgal etti |
4.Prut Savaşı | 1710-1711 | Osmanlı Devleti kazandı, kaybettiği toprakları geri aldı |
5.Osmanlı-Rus-Avusturya Savaşı | 1735-1739 | Osmanlı Devleti, Belgrad Sözleşmesi ile Belgrad ve Sırbistan topraklarının bir kısmını ele geçirdi |
6.Osmanlı-Rus Savaşı | 1768-1774 | Rusya’nın zaferiyle sonuçlandı, Kırım topraklarının bir kısmı Rus hakimiyeti altına girdi |
7.Osmanlı-Rus Savaşı | 1787-1792 | Rusya kazandı, Osmanlı Kırım’ı Rus toprağı olarak tanıdı |
8.Osmanlı-Rus Savaşı | 1806-1812 | Rusya, Besarabya kentini topraklarına kattı |
9.Osmanlı-Rus Savaşı | 1828-1829 | Rusya, Tuna Prensliği’ni işgal etti ve Yunanistan Osmanlı’dan bağımsızlığını ilan etti |
10.Kırım Savaşı | 1853-1856 | Osmanlı, İngiliz ve Fransızların zaferiyle sonuçlandı. Rusya Moldova’yı terk etti ve kanunen Osmanlı’nın Tuna Prenslikleri üzerindeki egemenliğini tanıdı |
11.Osmanlı-Rus Savaşı(93 Harbi) | 1877-1878 | Rusya ve müttefiklerinin zaferiyle sonuçlandı. Romanya, Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan Osmanlı Devleti’nden fiili olarak bağımsızlığını ilan etti |
12.Birinci Dünya Savaşı | 1914-1918 | Almanya ve Osmanlıların Ruslara karşı zaferiyle sonuçlandı. Rusya’nın işgal ettiği toprakları Osmanlı Devleti’ne iade etmesini içeren Kars Anlaşması imzalandı |
Birçok meselede ülkenin çıkarları çatışmaya devam etti. Burada, özellikle Rusya’nın Suriye, Ermenistan, Gürcistan, Abhazya, Güney Osetya’nın ayrılıkçı bölgeleri, Kırım ve son olarak Türkiye’yi askeri kuşatma korkusu yaşattığı Libya’daki yayılmacılığını içeren 2015-2020 dönemine odaklanıyoruz.
Türkiye’de AK Parti iktidarı” döneminde iki ülke arasındaki ilişkilerin uyumlu seyretmesinin arkasındaki itici güç ekonomik ilişkiler olmuştur. Rusya, Türkiye’nin en önemli ticaret ortaklarından biridir ve iki ülke arasındaki ticaret hacmi 2019’da 26 milyar doları bulmuştur. Türkiye’nin Rusya’ya ihracat değeri 3.854 milyar dolar, Rusya’dan ithalatının değeri ise 22.454 milyar dolardır. Rusya’dan yapılan en önemli ithalat maddelerinin başında enerji kaynakları gelmektedir. Akkuyu Nükleer Santrali, TürkAkım doğalgaz boru hattı ve Mavi Akım hattı gibi enerji projeleri iki ülke ilişkilerinin sağlam zeminini oluşturmaktadır. Türkiye ile Rusya arasında turizm sektörü de önemli iş birliği alanlarından biridir. Nitekim, 2019 yılında 7 milyondan fazla Rus turist Türkiye’yi ziyaret etmiştir.
3-1. Karadeniz’in Güvenliği
Deniz güvenliği, Türk dış politikasının öncelikleri arasındaki değişmezlerdendir. Rusya ve Türkiye, Karadeniz’deki nüfuz alanlarını artırmak için sürekli rekabet halindedir.
Tarihi olarak: Rusya, sıcak denizlere ulaşmak ve İstanbul ile Çanakkale boğazlarını kontrol etmek için asırlardır çabaladı. Bu amaca ulaşmak için daha önce Osmanlı Devleti’ne karşı on iki savaşa katılmıştır (Tablo-1). Ancak boğazları kontrol etme hayaline ulaşamamıştır.
Aksine, Türkiye ve diğer ülkelerle gemilerin boğazlardan geçişini düzenleyen uluslararası anlaşmalar yapmakla yetinmiştir. 1936’da İsviçre’de imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi, gemilerin geçişini düzenleyen son anlaşmaydı. Anlaşma (Türkiye, Sovyetler Birliği, Birleşik Krallık, Japonya, Bulgaristan, Fransa, Yunanistan, Romanya, eski Yugoslavya) tarafından imzalanmıştır ve anlaşmanın en önemli hükümleri şunlardır:
Rusya, en fazla ticari gemi ve denizaltına sahip ülke olduğu için, anlaşmadan en çok yararlanan Sovyetler Birliği varisi olarak kabul ediliyor. Türkiye, Rusya’nın 2014 yılında Kırım’ı ilhak etmesine karşı çıktı. Çünkü bu hamle, Rusya’nın deniz kapasitesini ve alanını genişletmesine neden olduğu gibi, stratejik dengeyi kendi lehine çevirmesine yol açtı. Kırım’ın işgalinden sonra, Rusya’nın kıyı şeridi 475 kilometreden bin 200 kilometreye çıktı. Bir başka deyişle; toplam deniz kıyısının yaklaşık yüzde 25’i kadar genişlemiş oldu. Bu, kabaca Türkiye’nin Karadeniz’deki kıyı şeridinin uzunluğu kadardır. Türkiye’nin toplam kıyı şeridinin yaklaşık yüzde 35’ini oluşturan Karadeniz kıyısı bin 785 kilometredir. Rusya, Kırım’daki askeri varlığıyla coğrafi olarak Türkiye kıyılarına daha yakın hale geldi. Rusya’nın ilhakı, Türkiye’nin tarihi olarak kendisi ile yakın bağları olan Kırım Türk Tatarları hakkındaki endişelerini de artırdı. Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesine kayıtsız kalmayan Türkiye, Karadeniz kıyısına askeri yığınak yaparak karşılık verdi ve NATO’yu denizde konuşlanmaya teşvik etti. Rusya’nın Kırım’ı işgali, Ukrayna ile yaşanan siyasi kriz ve Türkiye’nin Ukrayna’nın yanında yer alması gibi gelişmeler, her iki ülke için de stratejik sonuçlar doğurdu.
3-2. Dağlık Karabağ anlaşmazlığı
Türk dış politikasında Azerbaycan ile ilişkiler, değişmezler arasında sınıflandırılmaktadır. Bu nedenle Türkiye, Dağlık Karabağ meselesinde Azerbaycan’ı her alanda desteklemiştir.
Dağlık Karabağ meselesinde Rusya Ermenistan’ı, Türkiye ise Azerbaycan’ı destekliyor. Moskova’nın Ermenistan ile savunma anlaşması bulunurken, Türkiye’nin ise Azerbaycan ile stratejik ortaklığı ve karşılıklı destek anlaşması var. Çünkü Türkiye’nin Azerbaycan ile ilişkisi Türk dış politikasının değişmezlerinden biri. Nisan 2016’da Dağlık Karabağ, 1994 yılında Ermenistan ve Azerbaycan’ın ateşkes imzalamasından bu yana en şiddetli günlere tanık oldu. 2016 yılındaki askeri operasyonlarda, Azerbaycan ordusu karada küçük kazanımlar elde etti ve bu askeri operasyonlarda her iki ülke için de büyük kayıplar yaşandı. Askeri tırmanış dönemi, Rusya ile Türkiye arasında da söz düellosuna tanık oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya’yı Ermenilerin yanında yer aldıkları için eleştirirken, bu tırmanışa bir de Türkiye’nin Rus Su-24 uçağını düşürmesi eklendi ve iki ülke arasındaki ilişkiler daha da gerildi.
Tarihi olarak: Rusya, Azerbaycan’a karşı tüm anlaşmazlıklarında Ermenistan’ı destekledi. Ancak 2020 yılında iki taraf arasında yaşanan son savaşta, mesele başka bir hal aldı. Ermenistan’da 2018 devrimi sonrası Rus karşıtı bir hükümetin göreve gelmesi nedeniyle, Rusya; Ermenistan’a yeterli desteği sağlamadı. Türkiye ise Azerbaycan hükümetini askeri danışmanlar ve silahlarla desteklerken, siyasi desteğini de esirgemedi. Azerbaycan hükümetinin işgal altındaki birçok bölgeyi yeniden ele geçirmesi bu şekilde mümkün olmuştu.
3-3. Suriye savaşı
Türk dış politikasının etkili unsurlarından biri olan coğrafi faktöre istinaden, Suriye; iç istikrarsızlık ve farklı askeri grupların yayılması nedeniyle Türkiye için tehdit kaynağı haline gelmiştir. Bu bağlamda, Suriye meselesi, Türk dış politika öncelikleri arasında büyük bir yer edinmiştir.
Suriye’deki Rus-Türk müdahalesinin ilişkileri yeniden şekillendirmede önemli bir rolü vardı, çünkü Suriye iç savaşı Rusya ve Türkiye’yi 2012-2016 döneminde bir çatışma haline getirmişti. Türkiye, Suriye rejimini devirmek amacıyla Suriye muhalefetini desteklerken Rusya, Suriye rejimini askeri olarak desteklemek için güçlerini Eylül 2015’te Suriye’ye yerleştirdi. Rus Hava Kuvvetleri, rejim güçlerinin savaşın gidişatını değiştirmesine ve ülke topraklarının büyük bir bölümünü muhalefetten geri almasına yardımcı oldu. İki ülke arasındaki ilişkiler, Suriye meselesinde çıkarların çatışması nedeniyle büyük ölçüde gerildi.
2015 yılında Türkiye, Suriye-Türkiye sınırında bir Rus Sukhoi uçağını düşürmüş ve iki ülke arasındaki ilişkiler daha da gerilmişti. Aynı yıl iki ülke arasında uçağı düşürme krizi aşılmış ve Suriye dosyasında “Astana, Soçi” gibi siyasi anlaşmalar ortaya atılarak iki ülke arasında koordinasyon yeniden sağlanmıştı.
3-4. Ekonomik ilişkiler
Rusya; ticaret, altyapı, ulaşım, enerji, tarım ve turizm sektörlerinde Türkiye’nin Almanya’dan sonra en büyük ikinci ekonomik ortağı konumunda.
2016 yılında Rusya, Türkiye’ye çeşitli ekonomik yaptırımlar uyguladı ve bu da 2015’de 23,9 milyar dolar olan iki ülke arasındaki ticaretin, 2016’da 16,8 milyar dolara düşmesine yol açtı.
En büyük durgunluğu turizm, ardından da gayrimenkul sektörü yaşadı. İki sektördeki durgunluğun Türkiye’ye zararı 10 milyar dolar gibi bir rakamdı. Bu da gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 1’inden daha fazlasına tekabül ediyor.
Bu arada, iki ülke arasındaki toplam ticaretin büyük bölümünü oluşturan Rus gaz ihracatı kısıtlama olmaksızın devam etti.
Rusya, 2016 yılının sonuna doğru, uçağın düşürülmesinin ardından Türkiye’ye uyguladığı ekonomik yaptırımların çoğunu kaldırdı ve iki ülke arasındaki ticaret 2018’in ilk yarısında yıllık yüzde 37 artarak 13,3 milyar dolara ulaştı. Türkiye’nin Rusya’ya ihracatı yüzde 47, Rusya’dan yaptığı ithalat ise yüzde 36 arttı. TürkAkımı hattı projesi yeniden devreye alındı ​​ve elektrik üretmek için Akkuyu nükleer santrali inşasına devam edildi.
Ekonomik ilişkilerin düzenlenmesi için ortak bir fon kuruldu. Bu fonun amacı dolar yerine yerel para birimleri üzerinden ticaret alışverişini teşvik etmekti.
Türkiye, Rusya’ya ait silah şirketi Almaz Central Design Bureau ile 29 Aralık 2017’de iki adet S-400 füzesi tedariki için bir sözleşme imzalayarak Rusya ile savunma alanındaki iş birliğini güçlendirdi. Bu adım Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından reddedildi.
4. Türkiye-ABD ilişkileri
Geçtiğimiz yıllar boyunca -bu çalışma yazılıncaya kadar- Türkiye-ABD ilişkileri stratejik’ olarak nitelendirilmiş ve iki ülke arasındaki ilişkiler, Türk dış ilişkilerinin değişmezleri arasındadır. Ancak son dönemde özellikle de 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yaşanan bazı anlaşmazlıklar nedeniyle iki ülke arasındaki ilişkilere gerginlik hakim olmuştur. Dolayısıyla NATO üyesi iki ülkenin klasik ilişkileri, şekilsel dahi olsa değişmiş ve bu klasik tarzdan uzaklaşmıştır.
İki ülke arasında yaşanan anlaşmazlıklar arasında öne çıkan dosyaları şu şekilde sıralayabiliriz:
4-1. Birinci konu: Rahip Bronson’ın tutuklanması
Yaklaşık yirmi yıldır Türkiye’de yaşayan ve İzmir’de bir kilisede görev yapan ABD’li papaz Andrew Bronson’ın Türk makamlarınca Ekim 2016’da tutuklanmasıyla iki ülke arasındaki gerginlik tırmandı. Rahip Bronson, casusluk, FETÖ ve PKK ile bağlantılı olmakla suçlanıyordu. ABD rahibin tutuklanmasına Türk hükümetindeki iki bakana yaptırım uygulayarak yanıt verdi.
Ağustos 2018’de, rahibin serbest bırakılması için iki ülke arasında yürütülen diplomatik temasların ardından Trump, Türk hükümetinin uluslararası serbest piyasaya aykırı olduğu gerekçesiyle Türk alüminyum ve çelik ithalatını reddettiğine ilişkin yeni bir ekonomi politikası açıkladı.
Türk polisinin, Amerikan konsolosluğunda çalışan Amerikan ve Türk vatandaşlarını FETÖ ile bağlantıları nedeniyle tutuklamasının ardından Türkiye ile ABD arasındaki güvensizlik belirtileri doruğa ulaştı. Ekim 2018’de serbest bırakılan Bronson, ABD’ye iade edilmiş, bunun sonucunda iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulmasına neden olan Türkiye’ye yönelik yaptırımlar kısmen kaldırılmıştı.
4-2. İkinci konu: Gülen’in İadesi Talebi
Fethullah Gülen 1999’dan beri ABD’de yaşıyor ve Gülen ve grubu 2016 askeri darbesinin ilk şüphelileri olarak kabul ediliyor. Darbe girişiminden bir süre sonra Türk hükümeti darbe girişimini Fethullah Gülen ve hareketinin organize ettiğini ifade ederek ABD’den iadesini talep etti. ABD, Türkiye’nin talebini defalarca reddetti, bu da iki ülke arasındaki gerilimi daha da artırdı.
4-3. Üçüncü konu: S-400 krizi
ABD, Türkiye’nin Amerikan “Patriot” hava savunma füze sistemleri satın alma anlaşmasına yönelik taleplerini reddederek, Türkiye’yi S-400 hava savunma füze sistemleri elde etmek amacıyla Rusya’ya yönelmeye sevk etti.
ABD, Türkiye’nin S-400’ü satın almasına, füze sisteminin NATO savunma sistemleriyle birlikte çalışamayacağı ve NATO’nun savunmasında bir zayıflık yaratacağı için karşı çıkmaktadır. Ayrıca ABD, S-400’ün yeni nesil F-35 savaş uçakları hakkında bilgi toplayabileceğine dair endişeleri olduğunu belirtti. Türkiye ise füze sisteminin hava sahasını korumak için gerekli olduğu yanıtını verdi.
ABD, S-400 anlaşmasını tamamlamasına cevaben Türkiye’nin F-35 üretimine katılmasını ve Türkiye’ye F-35 satılmasını durdurma kararı aldı ve Türkiye’ye ekonomik yaptırım uygulama tehdidinde bulundu.
4-4. Dördüncü dosya: YPG VE SDG’ye ABD desteği
ABD, Türkiye’nin, ABD ve Avrupa Birliği tarafından terörist olarak tanımlanan PKK ile yakın bağları olan Suriye’deki YPG militanlarını destekliyor. Türkiye, ABD’nin DEAŞ’la savaşma gerekçesiyle YPG milislerine verdiği desteği sürekli olarak kınıyor. Türkiye, ABD’nin YPG ile ortaklık yaparak, Ankara’nın ulusal güvenlik endişelerini önemsemediğini iddia ediyor.
Türk birliklerinin 2018 yılında Suriye’nin kuzeybatısındaki Afrin’de, 2019’da ise kuzeydoğu Suriye’nin Cerablus ve Rasulayn kentlerindeki SDG birliklerine yönelik gerçekleştirdiği askeri operasyonların ardından ABD ile Türkiye arasındaki gerilim doruğa ulaştı.
Öte yandan Türkiye, sınır üzerinde 480 kilometre uzunluğunda ve 32 kilometre derinliğinde bir koridor oluşturmak üzere düzenlediği operasyona, ulusal güvenliğini korumak istediğini gerekçe gösteriyor. Yaklaşık 3.6 milyon Suriyeli mülteciyi güvenli bölgeye yerleştirmeyi ve topraklarını hedef alan bir terör güvenlik kemerinin oluşmasını engellemek istediğini belirtiyor.
ABD, Türk güçlerinin YPG’ye karşı operasyon düzenlemesini reddetmiş ve bu görüşünü, operasyonun “DEAŞ’a karşı verilen savaşa yoğunlaşmasını engelleyerek, dikkatleri dağıttığı” şeklinde gerekçelendirmiştir.
4-5. ABD’nin Türk-Rus anlaşmazlıklarına yönelik bakış açısı
Türkiye ve Rusya, Suriye, Libya ve Azerbaycan’daki Dağlık Karabağ gibi askeri çatışmaların hakim olduğu birçok bölgede çıkar mücadelesi içinde yer alıyor.
ِABD’nin Türkiye ile Rusya’nın karşı karşıya geldiği meselelere ilişkin vizyonlarıyla ilgili farklı görüşler var.
ABD’de bazı kesimler Türkiye’yi NATO müttefiki olarak görüyor, Rusya’nın Orta Doğu’daki varlığına karşı bir denge unsuru olarak tanımlıyor ve bocalayan ABD-Türkiye ilişkilerini canlandırmak için Rusya’ya karşı ortak muhalefetin temel aktörü olabileceğine inanma eğiliminde.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun Suriye Özel Temsilcisi ve Uluslararası DEAŞ ile Mücadele Koalisyonu Özel Temsilcisi olarak görev yapan eski ABD Büyükelçisi James Jeffrey’in 2020’de Türkiye ile Suriye arasındaki çatışmaların ardından yaptığı açıklamalar bu vizyonu doğrular nitelikte. Jeffrey, Türkiye’nin İdlib’deki rolünü överek, Türkiye’nin Suriye’deki askeri misyonuna ABD veya NATO’dan maddi destek sağlama olasılığından bahsetmişti. Bu Türkiye’nin Rusya’ya karşı bir karşı ağırlığı temsil ettiği şeklinde açıklanabilir. Bu açıdan, Rusya ile Türkiye arasındaki rekabet iki ülke arasındaki koordinasyonu güçlendirdi. Bunun neticesinde, Türk-Rus ilişkileri daha güçlü hale geldi. Bu da Türkiye’yi nispeten batı cephesinden uzaklaştırdı.
5. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri
Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkisi organik bir ilişkidir ve karşılıklı kazanmaya dayalıdır. İki taraf da kendi ulusal güvenlikleriyle ilgili birçok konuyu paylaşmaktadır. Türkiye, birçok Avrupa kurumunun üyesi olduğu için Avrupa Birliği ile olan ilişkisini dış politikadaki en önemli konulardan biri olarak görmektedir. AB ile ilişkiler, son zamanlarda iki taraf arasında çıkan anlaşmazlığa rağmen Türk dış politikasının değişmezlerinden biridir.
Fransa Başbakanı Emmanuel Macron, Eylül 2017’de Atina’ya yaptığı ziyarette Yunan Kathimerini gazetesine verdiği röportajda, “Türkiye, gerçekten de son aylarda Avrupa Birliği’nden uzaklaşmış ve endişe verici derecede ileri gitmiş olabilir. Ancak başta göç sıkıntısı ve terör tehdidi olmak üzere bugün karşı karşıya olduğumuz birçok krizde hayati bir ortağımız olmasından dolayı ilişkilerin kopmasına karşıyım” ifadelerini kullanmıştı. Macron’un açıklaması, çok sayıda Avrupa ülkesinin Türkiye’ye yönelik konumunu gösteriyor. Gergin ilişkilere rağmen Türkiye, göç ve güvenliğin yanı sıra ekonomide de Avrupa Birliği ile önemli bir ortak olmaya devam ediyor.
2015-2020 yılları arasındaki uluslararası arenada cereyan eden olayların seyrine göre Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkinin şekillenmesinde şu 4 konu büyük rol oynamıştır:
5-1. Doğu Akdeniz ve Enerji Güvenliği:
Avrupa Konseyi, Aralık 2019’da Türkiye ve Libya arasındaki su hatlarının sınırlandırılmasına ilişkin anlaşmanın; üçüncü taraf ülkelerin (Kıbrıs ve Yunanistan) egemenlik haklarını ihlal ettiğini savunarak Türkiye ve Libya’ya karşı bir tutum aldı. Türkiye, 2019 yılında askeri gemi ve botların yanı sıra Doğu Akdeniz’e sondaj gemileri göndererek güvenlik önlemlerini artırdı. Bu tırmanış, Avrupa Birliği’nin muhalefetine yol açtığı gibi Türkiye’ye karşı ciddi ekonomik yaptırım tehditlerini de beraberinde getirdi.
13 Temmuz 2020’de Avrupa Birliği dışişleri bakanları, Kıbrıs’ın talebi üzerine, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki arama ve keşif faaliyetlerine yönelik yaptırım listesi hazırlamayı kabul etti. 23 Temmuz 2020’de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa Birliği’nin Doğu Akdeniz’deki politikaları nedeniyle Türkiye’ye yaptırım uygulanmasını talep ederek, Türkiye’nin egemenliklerini ihlali karşısında Kıbrıs ve Yunanistan’ın tamamen arkasındayız.” dedi. Fransa, Kıbrıs deniz üssü Marie’de Fransız savaş gemilerine hizmet vermek üzere Güney Kıbrıs ile bir anlaşma imzaladı. Fransa Cumhurbaşkanı, Doğu Akdeniz’deki Fransız kuvvetlerine Yunanistan’a askeri yardım sağlama talimatı verdi. Fransa, askeri işbirliği anlaşması kapsamında Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgesinde askeri devriyelerin yürütülmesine yardımcı olmak için ilk kez Rafale uçaklarını görevlendirdi.
Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Yunanistan ile Türkiye arasında tırmanan gerilime son verilmesi çağrısında bulunurken, felaket uyarısı yaptı. Bakan, iki taraf arasındaki anlaşmazlığı askeri yollarla çözmek istemediği için iki ülke arasında hala diyalog isteği olduğunu belirtti.
Fransız-İtalyan siyasi yakınlaşması ve (belli bir dereceye kadar) Alman siyasetinin Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimini desteklemesi; Doğu Akdeniz’deki AB politikasını, Türkiye’nin münhasır ekonomik sularındaki çıkarları ve haklarıyla karşı karşıya getirdi.
5-2. Mülteci meselesi
Türkiye, bu çalışmanın yazıldığı tarih itibariyle sayıları 3,7 milyonu aşan Suriye ve diğer ülkelerden daha önce eşi benzeri görülmemiş bir mülteci akınına sahne oldu. Birçok mültecinin Avrupa Birliği’ne geçmesi için bir köprü vazifesi gördü. Bu durum, Türkiye ile AB arasında ortak bir eylem planı hazırlanmasına neden olmuştur. Bu eylem planı, 29 Kasım 2015’te AB-Türkiye zirvesinde aktif hale getirilmiştir. Eylem planı, göç akışlarını düzenlemeyi ve düzensiz göçü durdurmayı amaçlıyor. Türkiye’den Avrupa Birliği’ne düzensiz göçü sona erdirme konusundaki ortak taahhütlerini yineleyen AB ve Türkiye, 18 Mart 2016’da yayınladıkları ortak bir bildiri ile insan kaçakçılarını durdurmayı amaçladıklarını ifade etti ve hayatını tehlikeye atan göçmenlere bir alternatif sundu.
Türkiye’deki mültecilerin, özellikle de Suriyelilerin geleceği, dört yılı aşkın bir süredir Avrupa Birliği ile Türkiye arasında devam eden diyaloğun temel konusu olmuştur. Bu süre zarfında Avrupa Birliği, Türkiye’deki Suriyeli mültecileri desteklemek için hükümete 6 milyar euro ödemeyi kabul etti. Şu ana kadar 5 milyardan fazla euro desteği alan Türkiye, entegrasyon gereksinimleri, materyal ve eğitim desteği açısından mültecileri ağırlama sürecinin ihtiyaçları için daha fazla destek talep etmektedir.
Avrupa’daki bazı siyasi partiler, Türkiye’nin bu yükü tek başına taşımaması ve Mülteci Destek Fonu’nda yer alan mali tedbirlerin genişletilmesi gerektiği şeklinde açıklamalarda bulunmuşlardır.
5-3. Ekonomik İlişkiler
Türkiye ve Avrupa Birliği, karşılıklı yarar sağlayan bir dizi ekonomik çıkarla birbirine bağlıdır. İki taraf arasında ticari malların serbest dolaşımına izin veren bir gümrük birliği anlaşması vardır.
Türkiye, AB’nin en büyük beşinci ticaret ortağı, ihracat pazarı ve ithalat tedarikçisi konumundadır. Avrupa Birliği aynı zamanda Türkiye’nin ithalat ve ihracat alanındaki ilk ortağı ve aynı zamanda bir yatırım kaynağıdır. Avrupa pazarı Türkiye için önemli bir ihracat pazarıdır. Nitekim Türkiye toplam ihracatının yüzde 42,4’ünü Avrupa ülkelerine gerçekleştirmekte; toplam ithalatının yüzde 32,3’ünü Avrupa pazarlarından sağlamaktadır.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden yaptığı ithalat 2019 yılında yüzde 1.3’lük bir azalma gösterdi. 2019’da Avrupa’nın Türkiye’den yaptığı ithalat ise bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 4.4’lük bir artış gösterdi. Bu artışın nedeni; Türk sanayisinin tercih edilmesi, gelişmesi ve Türk ürünlerinin AB tarafından tercih edilmesidir. Tablo-1’de iki taraf arasındaki ticaret hacmi ve Türkiye’nin AB’ye yönelik ihracatındaki artışı ve AB’nin Türkiye’ye ithalatındaki düşüş gösterilmiştir.
Tablo-2 Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ticaret hacmini gösteriyor (milyar dolar bazında)
Yıl | Türkiye’nin AB ülkelerinden yaptığı ithalat | Türkiye’nin AB ülkelerine yaptığı ihracat |
2016 | 72.4 | 55.7 |
2017 | 76.7 | 61.4 |
2018 | 69.2 | 68.8 |
2019 | 68.3 | 69.8 |
5-4. Terörle mücadele
Avrupa hükümetlerinin öncelikleri arasında yer alan bir diğer unsur terörle mücadeledir. Türkiye ile AB’nin farklı öncelikleri olmasına rağmen ‘terörle mücadele’ Avrupa ile Türkiye arasındaki iş birliği programlarının kapsadığı bir alandır. İki taraf arasında terörle mücadele alanındaki iş birliği halen gündemdedir. Bu madde, Türkiye ve Avrupa hükümetlerinin gündeminin en üst sıralarında yer almaktadır.
Son beş yılda her iki tarafı da meşgul eden en önemli güvenlik sorunu, YPG tarafından gözaltına alınan ve bir kısmı Suriye-Türkiye sınırında mahkum edilen DEAŞ bağlantılı yüzlerce savaşçı ve aileleri sorunudur. Bazıları Türkiye cezaevlerinde bulunmakta ve Avrupa pasaportu taşımaktadır. Halen Suriye’de bulunan unsurlar ise, Türkiye üzerinden Avrupa’da yer alan ülkelerine geri dönmek için çabalamaktadır. Söz konusu DEAŞ unsurları, her iki taraf için de güvenlik tehdidi haline gelmiş ve Türkiye ile AB’yi herhangi bir terör operasyonunun gerçekleşmesini önlemek için güvenlik alanında işbirliği yapmaya itmiştir.
6. Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri
2015-2020 dönemi, Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinde birden fazla gelişmenin yaşandığı bir süreç olmuştur. Katar ablukası, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi Arabistan Konsolosluğu’nda öldürülmesi, son dönemde iki ülke ilişkilerini en çok etkileyen meseleler arasında yer almıştır. Katar ablukasından önceki dönemde ise 13 Mart 2015’te Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin ‘Kararlılık Fırtınası Operasyonu’na lojistik ve istihbarat konusu ile katılımcı ülkelerin ihtiyaç duyduğu her alanda destek vermeye hazır olduğunu ifade etmişti. Erdoğan, daha önce de ülkesinin; Yemen’de Husilere karşı düzenleyeceği askeri operasyonda Suudi Arabistan’a lojistik yardım sağlayabileceğini duyurmuştu.
14 Nisan 2016’da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Suudi Arabistanlı mevkidaşı ile diplomatik ilişkiler, tarım, ordu, kültür ve terörle mücadele başta olmak üzere 8 sektörü güçlendirmeyi amaçlayan bir “Stratejik Koordinasyon Konseyi” kurmak için bir anlaşma imzaladı. 2016’da Türkiye’deki başarısız darbe girişiminden altı ay sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suudi Arabistan ve Bahreyn’den başlayarak Körfez ülkelerini ziyaret etti.
Ardından Haziran 2017’de Suudi Arabistan ile Türkiye arasında Katar ablukası patlak verdi. Türkiye, Katar yanlısı bir tutum sergiledi. Türkiye’nin Katar’da askeri üs inşa etmesi, Suudi Arabistan’ı kızdırdı ve iki ülke arasında belirgin bir ayrılık yaşandı. Bu da ekonomik ilişkileri olumsuz etkiledi.
2020’de, özellikle hükümete bağlı Suudi Arabistan Ticaret Odası’nın Türk mallarına yönelik boykotu teşvik etmesinden sonra, birçok Suudi şirketi Türkiye ile iş yapmayı reddetti. Türk malları, gayrı-resmi bir Suudi Arabistan boykotu ile karşı karşıya kaldı.
Aynı yıl, 20 Kasım 2020’de Kral Selman, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı arayarak Suudi Arabistan’da düzenlenecek olan G-20 zirvesine davet etti. İki taraf arasında yapılan telefon görüşmesinde, gergin ilişkileri iyileştirme yolları ele alındı.
7. Türkiye-BAE ilişkileri
Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye’nin en büyük Arap ticaret ortakları arasındaydı ve doğrudan yabancı yatırım kaynakları arasında önemli bir yerdeydi. İstatistiklere göre, Türkiye’nin BAE ile ticareti 2017’den sonra ihracatta yüzde 66’lık, ithalatta ise yüzde 32’lik keskin bir düşüş yaşadı. Arap Baharı devrimlerinde Türkiye’nin devrim yanlısı olması, BAE’nin ise bu devrimlere karşı tutum sergilemesi ve karşı devrimleri desteklemesi iki ülke arasındaki anlaşmazlıkları ortaya çıkardı.
Türkiye, BAE’nin çeşitli ülkelerde siyasi olarak ve medyada savaş açtığı Müslüman Kardeşler’e bağlı isimlere kucak açması, iki taraf arasındaki anlaşmazlıkları şiddetlendirdi. Türkiye’nin Libya’da uluslararası arenada tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin yanında yer alması, askeri ve siyasi olarak desteklemesi; BAE’nin Halife Hafter güçlerini askeri ve finansal olarak desteklemesiyle, Libya meselesi iki taraf arasındaki en geniş anlaşmazlık meselelerinden biri haline geldi. Katar ablukası ve Türkiye’nin açıkça Katar’ı desteklemesi de tarafları karşı karşıya getiren bir diğer meseleydi.
BAE ayrıca Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı bir yol izleyerek, Akdeniz’de Yunanistan ile askeri tatbikatlar düzenledi. Türk medyası BAE’nin 2016’daki başarısız darbe girişiminde rolü olduğunu ve Suriye’deki SDG militanlarına milyarlarca dolarlık destek sağladığını savundu.
8. Türkiye-İran ilişkileri
Geçtiğimiz yıllarda Türkiye ve İran, ekonomik ilişkilerini, -düşmanlığın en belirgin özelliği olan- bölgesel rekabetlerinden ayırmayı başarmış, bu da kısmen ortak ekonomik çıkarlarını korumak için iki taraf arasındaki karşılıklı politikaların kontrol edilmesine katkıda bulunmuştur.
Türkiye, İran’ı enerji güvenliği ve çeşitlendirme politikası açısından önemli olan stratejik bir ham petrol ve doğal gaz kaynağı olarak görmektedir. Büyük nüfusu da İran’ı, Türkiye’nin ihracatı için önemli bir pazar haline getiriyor.
Türkler, Kuzey Irak’ta Kürdistan’ın bağımsızlığına ve bir Kürt devletinin kurulmasına karşı muhalif görüşlerinde İran ile hemfikirler. İran, Türkiye’nin Irak’a müdahalesini eleştirmesine rağmen, Türkiye’nin Kuzey Irak’taki PKK mevzilerine yönelik askeri operasyon yapmasına herhangi bir itiraz göstermiyor.
Suriye’de devrimin başlamasıyla iki ülke arasında gerilen ilişkiler, 2015 yılında İran’ın Esed rejimini askeri ve siyasi olarak desteklemesi nedeniyle daha da gerildi. Türkiye, Suriye muhalefetinin yanında yer aldı ve her iki taraf da diğer tarafın Suriye politikasını baltalamaya çalıştı ve kınadı.
Ardından İran’ın 15 Temmuz 2016’da Türkiye’deki başarısız askeri darbe girişimine karşı çıkması üzerine iki ülke arasında bir yakınlaşma yaşandı. Türkiye de 2018’de İran’daki protestoları eleştirdi ve aynı yıl ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımlara karşı çıktı.
Sonuç olarak, Suriye dosyasındaki anlaşmazlıklara rağmen iki taraf arasındaki iş birliği arttı. 2017’de Türkler, Ruslar ve İranlılar, Soçi’de ve ardından Astana’da muhalifler ve rejimin de aralarında bulunduğu Suriyeliler arasındaki müzakerelere garantör olmak için üçlü görüşmede bir araya geldi.
9. Türkiye-Mısır ilişkileri
Türkiye-Mısır ilişkileri, mevcut Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi tarafından gerçekleştirilen 2013 askeri darbesinin ardından gerildi. O dönemde Türkiye seçilmiş hükümete yönelik darbeye şiddetle karşı çıkmış ve iki ülke arasındaki artan gerginliğe rağmen maslahatgüzar düzeyinde diplomatik ilişkileri sürdürmüştür.
Bunun yanı sıra, Türkiye ve Mısır’ın ekonomik bağlantıları bulunmaktadır. Mısır, Türkiye’nin Afrika kıtasındaki ana ticaret ortağıdır ve iki taraf arasındaki siyasi kriz döneminde, iki ülke arasındaki ticaret hacmi azalmamıştır. Aksine, 2015 – 2019 yılları arasında Türkiye’nin Mısır’a yaptığı ihracat ve Mısır’dan yaptığı ithalat Tablo-3’te gösterildiği gibi artış göstermiştir.
Tablo-3: 2015-2019 yılları arasında Türkiye ile Mısır arasındaki ihracat ve ithalat rakamları
Yıl | Türkiye’nin Mısır’a yaptığı ihracat | Türkiye’nin Mısır’dan yaptığı ithalat |
2015 | 2.2 milyar dolar | 863 milyon dolar |
2016 | 2 milyar dolar | 706 milyon dolar |
2017 | 1.8 milyar dolar | 909 milyon dolar |
2018 | 1.9 milyar dolar | 1.1 milyar dolar |
2019 | 2.6 milyar dolar | 1 milyar dolar |
Türkiye, 2019’da Libya ile su sınırı anlaşması imzaladı. Anlaşmayı reddeden Mısır hükümeti, Yunanistan ile Türkiye’nin Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzaladığı anlaşmada çizilen sınırların tam tersini içeren bir su sınırı anlaşması imzaladı. Bu adım, iki ülke arasındaki ilişkileri daha da germiştir.
Türkiye’nin, Türk desteği ve silahlarıyla büyük ilerleme kaydeden Ulusal Mutabakat Hükümeti tarafında askeri müdahalede bulunarak, Halife Hafter aleyhine hareket etmesi iki ülke arasında tansiyonu yükselten bir başka adım olmuştur. Nitekim o dönemde Mısır, isyancı general Halife Hafter’i destekliyordu.
İki ülke arasındaki ilişkilerin yumuşamasına dair ilk sinyaller; Türkiye’nin Mart 2021’de İstanbul’dan yayın yapan muhalif Mısır kanallarına Sisi rejimine yönelik eleştirilerini hafifletmelerini ima etmesinin ardından görülmeye başladı. Mayıs 2021’de, bir Türk heyeti Kahire’yi ziyaret etti. Bu gelişme, Türkiye-Mısır ilişkilerinde yeni bir başlangıcın habercisi oldu.
Türkiye-Mısır ilişkilerinin yeniden başlaması, özellikle Ortadoğu’daki uluslararası dönüşümlerin bir sonucu olarak açıklanabilir. Bu dönüşümler, ABD’nin bölgeden çekilmesiyle ve buna bağlı olarak oluşabilecek bir güvenlik boşluğu ile sonuçlanabilir. Bu boşluğu, ülkelerin güvenliğini tehdit eden sınır ötesi milisler doldurabilir.
10. Türkiye-Libya ilişkileri
Türkiye-Libya ilişkileri, 1979 yılında Muammer Kaddafi döneminde Başbakan Bülent Ecevit’in Libya’ya yaptığı ziyaretle başlamıştı. O dönemde iki
ülke çeşitli alanlarda çok sayıda ekonomik anlaşmaya imza atmıştı. 1987’de Başbakan Kenan Evren, Libya’yı ziyaret etmişti. Ziyarette iki ülke arasındaki ticaret hacmini büyütmek için yeni anlaşmalar imzalanmıştı. Türkiye-Libya ilişkileri, doksanların sonlarında ve 2000’lerin başlarında en yüksek seviyelerine ulaşana kadar gelişmeye devam etti. 2010 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 9,8 milyar dolara kadar yükseldi. Libya o dönemde Türkiye’ye 100 milyar dolarlık yatırım yapacağını açıklamıştı.
Kaddafi’ye karşı yapılan devrim sırasında Türkiye, devrimi ve siyasi değişim taleplerini desteklediğini resmen dile getirdi. Kaddafi rejiminin düşmesi ve 2012-2015 yılları arasında yaşanan iç kaos ve milislerin yayılmasının ardından Türkiye, devrimci Tümgeneral Halife Hafter’e karşı Trablus merkezli meşru ve BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin yanında yer aldı.
İlk bölümde açıkladığımız; karasularındaki haklarını korumaya dayalı Mavi Vatan stratejisini temel alan Türkiye, Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti ile 2019 yılında Doğu Akdeniz’deki Su Sınırlarının (Münhasır Ekonomik Bölge) Belirlenmesine İlişkin Antlaşma’yı imzaladı. Bu anlaşma ile, Türkiye ve Libya su sınırlarını koruma altına aldı. (Daha fazla ayrıntı için “Türkiye’de son 5 yılda yaşanan gelişmeler: Askeri üsler ve sınır ötesi operasyonlar” dosyamıza bakabilirsiniz.)
Türkiye, 2019 yılında uluslararası tarafların destek verdiği Hafter güçlerinin başkent Trablus’u almak ve hükümeti düşürmek için Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne karşı harekete geçmesinin ardından Libya’ya askeri müdahalesini başlattı. Türk kara ve deniz güçlerinin İHA’larla verdiği destek, Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin Hafter güçlerinin saldırılarını püskürtmesini ve batı kıyı şeridinde bulunan birçok şehir ve bölgenin kontrolünü yeniden ele geçirmesini sağladı. Ulusal Mutabakat güçleri bu destek sayesinde Libya’daki birçok stratejik askeri üsleri de yeniden kontrolü altına almıştı.
Türkiye, 2021’de Libya’da ulusal birlik hükümetinin kurulmasından sonra siyasi ve ekonomik çıkarlarını korudu. Ayrıca çeşitli alanlarda birçok ticaret anlaşması imzaladı.
11. 2015 öncesi ve sonrası Türk dış ilişkilerinin karşılaştırılması
2015 öncesi Türk dış ilişkilerinin seyri | 2015 sonrası Türk dış ilişkilerinin seyri | |
Türkiye-Rusya ilişkileri | Gergin ilişkiler | İki ülke arasındaki ticaret borsası endeksindeki artışla birlikte birkaç meselede yakınlaşma, sükunet ve koordinasyon sağlandı |
Türkiye-ABD ilişkileri | Tüm dosyalarda iki ülke arasında yüksek koordinasyon | SDG, doğu Akdeniz ve S-400 krizi dosyalarında anlaşmazlıklar |
Türkiye-AB ilişkileri | Tüm düzeylerde neredeyse tam koordinasyon (politik, ekonomik, güvenlik…vs) | Mülteci sorunu, Doğu Akdeniz dosyası ve Libya dosyası konusunda görüş ayrılıkları |
Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri | Suriye ve Yemen’deki Husilere ilişkin ortak tutum | İlişkilerde şiddetli gerginlik, Katar kriziyle başladı |
Türkiye-BAE ilişkileri | Mısır’da askeri darbe sonrası gerginlik | Katar ablukası, Libya ve BAE’nin Doğu Akdeniz’de Yunanistan’a verdiği destek gibi çeşitli dosyalarla anlaşmazlıklar büyüdü |
Türkiye-İran ilişkileri | Suriye dosyasında anlaşmazlık | Suriye dosyasında daha fazla yakınlaşma ve koordinasyon |
Türkiye-Mısır ilişkileri | Muhammed Mursi’ye yönelik darbeyle başlayan çeşitli görüş ayrılıkları nedeniyle iki ülke arasında şiddetli gerilim | İki ülke, anlaşmazlıkları çözmek için heyetler arası müzakerelere başladı |
Türkiye-Libya ilişkileri | Diplomatik ilişkiler sürdürüldü | Ulusal Mutabakat Hükümetine siyasi ve askeri olarak destek verildi |
12. Özet
Türk dış politikası, sıfır sorun stratejisi, “Yurtta sulh, cihanda sulh” ve Mavi Vatan doktrininin kabul edilmesiyle son beş yılda önemli ölçüde değişmiştir. Uluslararası düzeyde, Türkiye ile ABD arasında, özellikle Türkiye’nin S-400 füze alımı ve Rusya ile yakınlaşması nedeniyle bazı anlaşmazlıklar yaşandı. Ancak yine de Türkiye, ABD ile stratejik ilişkilerini korumaya çalışmaktadır.
Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilere gelince, iki taraf arasındaki ilişkiler; özellikle Doğu Akdeniz’deki su sınırlarının çizilmesi, Libya dosyası ve mülteci dosyası gibi meselelerde gelgitler ve anlaşmazlıklara tanık olmuştur. Ancak ticaret ve teknoloji transferi iki taraf için de önemli bir yere sahip olduğundan; ekonomik ilişkiler bu anlaşmazlıklardan etkilenmemiştir. Buna ek olarak, göç ile ilgili müzakereler de sürmektedir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği ve ABD ile stratejik müttefiklik ilişkisi, Orta Doğu bölgesindeki bir dizi dosyadaki ciddi anlaşmazlıklara rağmen, dış politikasının değişmezlerinden birisi olmaya ve NATO şemsiyesi altında yer almaya devam etmektedir.
Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerde ise tarihi açıdan süregelen düşmanlık havasına rağmen bazı bölgesel meselelerde bir araya gelerek yüksek ticaret hacmi yakalandı. İki ülke arasında Suriye dosyası, Azerbaycan, Karadeniz’in güvenliği ve Libya gibi bazı konulardaki hedef ve çıkar farklılıklarına rağmen birçok konuda koordinasyon sağlandı. Ancak iki ülke arasındaki farklılıklar ve Karadeniz’in kontrolü üzerindeki tarihsel düşmanlık ve rekabet, iki ülke arasındaki ilişkiyi (dış politika açısından) değişen bir faktör haline getirmekte ve stratejik ilişkiler aşamasına ulaşılamamaktadır.
Bölgesel düzeyde Türkiye’nin Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkileri gerilmiştir. Katar’a yönelik ablukada Ankara’nın Doha’nın yanında yer alması ve diğer birçok mesele üzerindeki anlaşmazlıklar nedeniyle BAE ile ilişkiler kısmen daha gergin hale gelmiştir. İki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerde azalma yaşanmıştır.
Türkiye-İran ilişkilerinde ise Türkiye, Suriye’de nüfuz yarışı aşamasına gelinmesinin ardından İran’la temasa geçti ve ardından Suriye içinde çeşitli gelişmeler yaşandı.
Kaynakça
13. Çalışma Eki
Bu ekte, Türkiye’nin bazı ülkelerle olan dış ilişkilerini özetledik.
13-1. Türkiye-Çin ilişkileri
Türkiye’nin Çin ile ilişkisi, eski Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ortaya attığı ‘sıfır sorun’ stratejisine dayanmaktadır. Bu stratejinin ilkelerinden birisi de çok boyutlu bir dış politika izlemektir. (Batı Bloğu gibi tek bir uluslararası tarafa dayanmayarak Doğu’ya da açılma manasına gelir. Dengeyi sağlamak ve Türk çıkarlarını garanti altına almak anlamındadır). Bu, Doğu’nun en önemli ekonomik ve askeri ülkesi olmakla beraber BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olan Çin ile ilişkilerin güçlendirilmesiyle gerçekleşecektir.
Uygur meselesiyle ilgili olarak iki ülke arasında yaşanan gerilimi bir kenara bırakırsak, özellikle iki ülke arasında stratejik bir anlaşmazlık olmadığından ve büyük siyasi öneme sahip çıkarlar söz konusu olduğundan, Türkiye’nin Çin ile ortak ilişkilerini güçlendirmeyi tercih ettiğini ifade edebiliriz. Türkiye-Çin ilişkileri, Çin yönetiminin Doğu Türkistan’da ikamet eden Müslüman Uygur Türklerine yönelik insan hakları ihlalleri nedeniyle gerilmişti.
2018’de İnsan Hakları İzleme Örgütü, Çin hükümetinin “Doğu Türkistan’daki Uygur Müslümanlarına yönelik kitlesel gözaltı, işkence, zorla siyasi telkin ve kitlesel gözetim” uygulamalarından bahseden ayrıntılı bir rapor sundu. Türkiye bu eylemlere karşı çıktı ve çok sayıda Uygurluyu topraklarına kabul etti.
Birkaç resmi ziyaretin ardından 2010 yılında ikili ilişkilerde önemli bir gelişme yaşanmış ve iki ülke arasındaki ilişkiler “stratejik işbirliği” düzeyinde sınıflandırılmıştır. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in 2015’te açıkladığı ‘Tek Kuşak ve Tek Yol’ projesini ilan etmesinin ardından ikili ekonomik ve siyasi ilişkiler daha da gelişti. Türkiye jeostratejik konumu ile Kuşak Yol üzerindeki en önemli ülkelerden biri olacak. Tek Kuşak Tek Yol projesi ve Türkiye’nin bu projedeki rolü hakkında daha fazla bilgiyi “Çin’in Tek Kuşak ve Yol Projesi” başlıklı çalışmamızda bulabilirsiniz.
Ekonomik açıdan incelendiğinde, Çin ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi 2020 yılında yaklaşık 24 milyar dolardı.. Türkiye’nin son beş yılda Çin’e yaptığı ihracatın artmasıyla birlikte dış ticaret açığı yüzde 7 gerileyerek Türkiye açısından olumlu bir gelişme oldu. Xiaomi, Oppo ve Vivo gibi büyük Çinli akıllı telefon üreticileri Türkiye’ye doğrudan yatırım yaptı. Çin’in siyasi ve ekonomik öneminin farkında olan Türkiye, Çin ile ilişkilerini her düzeyde güçlendirmek için çalıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan 2012, 2015, 2017 ve 2019 yıllarında Çin’e dört resmi ziyaret gerçekleştirdi.
13-2. Türkiye-Malezya İlişkileri
Türkiye-Malezya ilişkileri, eski Başbakan Necmettin Erbakan’ın 1996 yılında Malezya’yı ziyaret etmesi ve savunma sanayii, ekonomik ve kültürel ilişkiler alanında çeşitli anlaşmalar imzalamasıyla güçlenmiştir.
Malezya’nın ekonomik kalkınmayı başarmış bir ülke ve Türkiye’nin Güneydoğu Asya’ya açılan kapısı olması nedeniyle, Cumhurbaşkanı Erdoğan (Başbakanlık döneminde) 2003 yılında, iktidara geldikten bir yıl sonra Malezya’yı ziyaret etti. Bu dönemde ilişkiler Malezya ile Türkiye arasında her alanda zirveye ulaştı. Aynı yıl, iki ülke arasındaki ticaret hacminin değeri 396 milyon dolardan 1 milyar dolara yükseldi.
2011-2014 yılları arasında iki ülke, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Malezya Başbakanı Necip Rezak’ın resmi ziyaretlerine tanık olmuş ve bu ziyaretler ekonomik ilişkilerde yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur. İki ülke arasında yatırım ve ticaret alışverişini teşvik eden Serbest Ticaret Anlaşması imzalanmıştır. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2014’te 2 milyar dolara, 2017’de ise 3.4 milyar dolara ulaşmıştır. İki ülke, aralarındaki ticaret hacmini en az 5 milyar dolara çıkarmayı hedeflemektedir.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından Malezya Türkiye’yi destekledi, Malezya Başbakanı Necip Rezak, FETÖ’nün yasa dışı demokrasiyi yok etme girişimine karşı Türk hükümetinin yanında olduğunu açıkladı ve 2017’de Malezya FETÖ’nün üst düzey üç üyesini tutuklayarak Türkiye’ye teslim etti. Bu da iki ülke arasındaki dostluğu güçlendirdi.
Eski Başbakan Mahathir Muhammed, 27 Temmuz 2019 tarihinde Türkiye’ye resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Kuala Lumpur Zirvesi kapsamında 19 Aralık 2019 tarihinde Malezya’ya resmi bir ziyaret gerçekleştirdi ve bu ziyaret sırasında ikili anlaşmaları öngören savunma sanayiinde faaliyet gösteren şirketler arasında iş birliğini içeren 14 Mutabakat belgesini imzaladı.
13-3. Türkiye-Japonya İlişkileri
Çalışmanın ilk bölümünde açıkladığımız gibi, tarih faktörü Türk dış politikasının seyrini etkileyen en önemli faktörlerden biri olarak kabul edilmektedir. Türkiye ile Japonya arasındaki diplomatik ilişkiler 1924 yılında başlamıştır. İki ülke arasındaki iki önemli tarihi olay, Türkiye-Japonya ilişkilerinde büyük önem taşımaktadır:
Birincisi: 1890’da Sultan 2. Abdülhamid’den dönemin Japon İmparatoru Meiji’ye hediyeler taşıyan Türk gemisi Ertuğrul’un Japon kıyıları yakınlarında batmasıdır. Oshima’daki Japon köylüler, Türk denizcilerini kurtarmaya çalıştılar, ancak başaramadılar. Kazada 532 denizci hayatını kaybetti.
Olayın ardından Japon halkı ve hükümeti denizcilerin ailelerine yardım göndermiş, Türk-Japon ilişkilerinin zeminini bu kampanyalar oluşturmuştur. Japonya’da her yıl Ertuğrul gemisinin şehitlerini anma töreni düzenlenir. Eski Başbakan Shinzō Abe, Mayıs 2013’te Türkiye’ye yaptığı ziyarette Ertuğrul mürettebatının torunlarıyla bir araya gelerek, geminin anılarının resimli kitap olarak yayınlandığını ve bu kitabın Japon topluluğu tarafından iyi bilindiğini açıkladı.
İkincisi: 1985 yılında İran-Irak savaşı sırasında İran’da mahsur kalan çok sayıda Japon vatandaşının Türkiye tarafından kurtarılarak Türk Hava Yolları aracılığıyla Japonya’ya tahliye edilmesi.
2013 yılında eski Japonya Başbakanı Shinzo Abe, Türkiye ziyareti sırasında ikili ilişkilerin stratejik ortaklık düzeyine yükseldiğini ifade etmişti. Japon şirketleri Türkiye’de çok sayıda dev projede yer aldı, bunların en önemlilerinden bazıları şunlardır: İstanbul’daki üçüncü köprü, metro çalışmaları ve Başakşehir Çam-Sakura Şehir Hastanesi projesi.
13-4. Türkiye-Afganistan ilişkileri
Türkiye’nin Afganistan ile ilişkisi, Türkiye’nin kurduğu en eski dış ilişkilerden birisi olarak kabul edilir.İlişkiler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve 1921’de Türkiye-Afganistan İttifak Antlaşması’nın imzalanması ve Kabil’de Türkiye temsilciliğinin açılmasıyla başladı. Afganistan’daki Türk Büyükelçiliği, Kabil’de faaliyete geçen ilk diplomatik ekip olmuştu. Afganistan, Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıyan ikinci ülke oldu.
Tarihi açıdan bakıldığında; 1920-1960 yılları arasında Türkiye, çeşitli alanlarda çok sayıda uzman göndererek Afgan devlet kurumlarının askeri, kültürel, eğitim ve sağlık alanlarında gelişmesinde rol oynamıştır.
ABD’nin Afganistan’ı işgali ve NATO güçlerinin ülkeye giriş yaptığı dönemde Türkiye, eğitimin yanı sıra başkent Kabil’deki Karzai Uluslararası Havalimanı’nı korumak için Birleşmiş Milletler ve NATO’nun çabalarına destek vererek muharebe dışı katkı sunarak, Afgan ordusundan subayları eğitti.
Türkiye, 2004 yılında yardım toplamak amacıyla Brüksel’de düzenlenen bir konferans çerçevesinde Afganistan yönetimine yaklaşık 1,1 milyar dolarlık yardım sağlamıştır ve bu yardım Türkiye’nin bugüne kadar yabancı bir ülkeye yaptığı en büyük dış yardım programları arasında yer almaktadır.
18 Ekim 2014 tarihinde Afganistan’ı ziyaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, 46 yıl aradan sonra Afganistan’ı ziyaret eden ilk Cumhurbaşkanı oldu. Ziyaret sırasında iki ülke arasında stratejik ortaklık ve dostluk anlaşması imzalandı. Afganistan Devlet Başkanı Eşref Gani, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın davetlisi olarak 2015 yılında Türkiye’ye resmi bir ziyaret gerçekleştirdi.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 16 Haziran 2016 tarihinde Kabil’i ziyaret ederek Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani ile temaslarda bulunmuştu. 8 Nisan 2018 tarihinde Afganistan’ı ziyaret eden dönemin Başbakanı Binali Yıldırım da Eşref Gani ve ardından İcra Komitesi Başkanı Abdullah Abdullah ile bir araya gelmişti.
31 Ağustos’ta ABD ve NATO güçlerinin Afganistan’dan çekilmesinin ardından Karzai havaalanında konuşlanan Türk kuvvetleri bölgeden ayrıldı. Uluslararası güçlerin geri çekilmesi, başkent Kabil’deki hükümetin çökmesine ve Taliban hareketinin ülkenin kontrolünü ele geçirmesine zemin hazırladı. Taliban’ın Afganistan’da iktidara gelmesinden sonra iki ülke arasındaki ilişkinin nasıl seyredeceği henüz öngörülemiyor. Nitekim, bu çalışmanın yazıldığı tarihe dek, Taliban uluslararası alanda henüz tanınmadı.
13-5. Mağrip ülkeleri ile Türkiye İlişkileri
Türkiye, Mağrip ülkeleriyle (Fas, Cezayir ve Moritanya) Osmanlı dönemine kadar uzanan tarihi ilişkilere sahiptir. Osmanlı Devleti, Fas topraklarını kontrol etmese de, diplomatik ilişkiler kurdu ve iki ülke İspanyollar ve Portekizlere karşı savaşlara aynı safta katıldı.
Türkiye, Fas Krallığı ile siyasi ve ekonomik ilişkilerini güçlendirmek için Fas’ın toprak bütünlüğünü desteklemiştir. Türkiye’nin Batı Sahra’nın ayrılmasını reddeden tutumu, Fas’ın bakış açısıyla tutarlı olmuştur. Türkiye, Fas’ın bu meseleye yönelik duyarlılığı nedeniyle iki ülke arasındaki ilişkileri bozacak herhangi bir tavır almaktan kaçınmıştır.
İki ülke arasındaki ticaretin hacmi ; 2006 yılında Serbest Ticaret Anlaşması’nın imzalanmasının ardından artarak 2018’e gelindiğinde 2,8 milyar dolara ulaşmıştır. 2013 yılında dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu Fas’ı ziyaret ederek Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin (YDSK) kurulmasını içeren anlaşmaya imza atmıştır.
Fas’ta faaliyet gösteren Türk şirketlerinin sayısı son yıllarda giderek artmıştır. Şu anda Fas’ta faaliyet gösteren Türk şirketlerinin sayısı 160 civarında. Bu şirketler, ağırlıklı olarak taahhüt, inşaat, toptan-perakende ticaret, tekstil, mobilya, demir-çelik, halı, gıda ve hazır giyim gibi sektörlerde faaliyet göstermektedir. Türkiye’nin Fas’ta üstlendiği projelerin toplam değeri 4,1 milyar dolar olup, bu yatırımlarda yaklaşık 8 bin Faslı istihdam edilmektedir.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından önce, Türkiye’nin NATO ve Batı sisteminin bir parçası olması, Cezayir’in ise sosyalist sistemle bağlantıları olması Türk-Cezayir ilişkilerinin gelişmesini engelledi. Sosyalist bloğun çöküşüyle ​​birlikte Türkiye ile Cezayir arasındaki siyasi ilişkilerin gelişmesini engelleyen unsurlar büyük ölçüde ortadan kalktı.
Üst düzey siyasi ve teknik heyetler düzeyinde yapılan karşılıklı ziyaretlerde artış yaşandı. 2006 yılında “Dostluk ve İşbirliği Anlaşması” imzalandı ve Türkiye, Cezayir, İspanya, İtalya ile Portekiz tarafından “stratejik ortak” olarak kabul edildi.
2018 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan Cezayir’i ziyaret etmiş ve ziyaret kapsamında ikisi ticari olmak üzere toplamda yedi anlaşma imzalanmıştır.
Cezayir, Türkiye’nin doğalgaz ithalatında ve kaynak çeşitlendirme politikasının teşvik edilmesinde önemli kaynaklardan biri olarak görülmekte ve Türkiye’nin dördüncü doğalgaz tedarikçisi konumunda yer almaktadır. 40 milyon nüfusu ile Afrika’nın dördüncü büyük ekonomisi olan Cezayir, Türkiye nezdinde önemli bir yatırım ülkesi durumundadır.
]]>