katar – Anadolu Yakın Doğu Araştırmaları Merkezi http://ayam.com.tr Sun, 05 Jun 2022 18:19:10 +0000 tr hourly 1 http://ayam.com.tr/wp-content/uploads/2020/08/cropped-ayam-logo-100x100.png katar – Anadolu Yakın Doğu Araştırmaları Merkezi http://ayam.com.tr 32 32 182085277 İsrail’in Gözünden Körfez ve Türkiye | 15 – 21 Mayıs 2022 http://ayam.com.tr/rapor/israilin-gozunden-korfez-ve-turkiye-15-21-mayis-2022/ http://ayam.com.tr/rapor/israilin-gozunden-korfez-ve-turkiye-15-21-mayis-2022/#respond Sun, 22 May 2022 16:18:00 +0000 http://ayam.com.tr/?p=4154 İsrail Basını ve Araştırma Merkezlerinde Körfez ve Türkiye Hakkında Çıkan Yayınlar

“Irak-Körfez İlişkileri: İstikrar ve İran’ın Bölgeye Müdahalesinin Sınırlandırılması İçin Bir Çıpa mı?” başlığıyla INSS’te yayımlanan yazıda şunlara temas ediliyor:[1]

  • Irak ile Arap komşuları arasındaki ilişkilerin tarihine dair şunlara değiniliyor:
    • İlişkiler ABD’nin Irak işgali ile bozulmaya başladı.
    • Başbakan Maliki döneminde Irak’taki Şii kurumların Körfez’deki Şii gösterilerine destek vermesiyle dibe vurdu.
    • Özellikle Suudi Arabistan’ın Irak’ı İran’a bağlı bir ülke olarak görmesi, İran’ı Irak’a yakınlaştıran bir sebep olmuştur.
    • Son dönemde Iraklı liderler, ülkedeki İran etkisini dengelemek ve Irak’ın ekonomik durumunu düzeltmek için Körfez ülkeleriyle yakınlaşma yoluna gittiler.
  • İran’la imzalanması muhtemel nükleer anlaşmanın ışığında Irak, jeopolitik açıdan önemli bir konumda bulunuyor (Körfez-İran arasında köprü). Ancak Irak’ın bölgesel statüsünü yükseltmesi, Irak’taki siyasi çıkmaza  ve iç dinamiklere bağlı:
    • Son Irak seçimlerinde İran yanlısı gruplar güç kaybetti.
    • Yeni hükümet koalisyonunun kurulması için çalışmalar 6 aydır devam ediyor.
    • Özellikle Şiiler ile Kürtler arasındaki iç ayrılıklar derinleşti.
    • Mevcut durumda iki rakip bloktan bahsetmek mümkün. Bir tarafta seçimde güç kaybetmesine rağmen koalisyonda yer almak isteyen ve aksi durumda şiddeti tırmandırma tehdidinde bulunan İran yanlısı isimler; diğer tarafta ise Mukteda El Sadr liderliğindeki, İran’ın ülkedeki varlığını reddeden çok etnikli koalisyon.
    • Her ne kadar Sadr bloğu İran diktasından uzak bir hükümet kurmak istese de bu hükümetin Tahran destekli temsilcileri de içermesi gerektiği sonucuna varmışlardır.
    • 2019 yılındaki gösteriler halkın ülkedeki İran etkisinden rahatsız olduğuna işaret ediyor.
  • Irak-Körfez ilişkileri açısından bölgesel dinamikler ise şu şekilde sıralanabilir:
    • BAE 2008 yılında Irak’la ilişkilerini yeniledi ve o tarihten bu yana ekonomik katılımını artırdı.
    • Irak’ın 1991 işgalinin zararlarına karşılık Kuveyt’e ödemekte olduğu 52 milyar dolarlık borç Ocak 2022’de tamamlandı. 
    • Suudi Arabistan 2015 yılında Irak’a yerleşik olmayan bir büyükelçi atadı. 2016 yılında Erbil’de bir konsolosluk açıldı. 2020 yılında ise iki ülke arasındaki Arar sınır kapısı açıldı.
    • Katar da 2015 yılında Bağdat’taki büyükelçiliğini yeniden açtı ve o tarihten bu yana ülkedeki yatırımlarını derinleştirdi.
    • Kazımi’nin 2021 yılında Riyad ve Abu Dabi ziyaretleri ve Irak’taki İranlı milislere yönelik açıklamaları Körfez ülkelerinin desteğini artırdı.
    • Suudi Arabistan bu yakınlaşmadan istifade ederek İran yanlısı isimleri Irak hükümetinden uzak tutmak istiyor.
    • Irak, enerji konusunda ciddi oranda İran’a bağımlı durumda. Körfez ülkeleri bunun önüne geçmek için Irak’ı kendi elektrik şebekelerine bağlamayı kabul etti. Ancak enerji konusunda Irak halen İran’a bağımlı durumda.
    • ABD’nin bölge politikaları da İran lehine avantaj sağlıyor. Bu durum Irak’ın İran karşısındaki şansını azaltıyor.
    • Ayrıca Irak, İran ve Suudi Arabistan arasındaki görüşmelere ev sahipliği yapmaktadır. Ancak masadaki iki ülkenin Irak iç siyasetinde farklı kampları destekliyor olması, anlaşma sürecinde Irak’ın aktif bir rol oynamasının önüne geçmektedir.
  • Irak ile Körfez ülkeleri arasındaki yakınlaşmanın önündeki zorluklar olarak şunlara yer verilebilir:
    • Körfez ülkelerinin Irak’a yaklaşımları arasında farklılıklar mevcuttur.
    • Körfez ülkeleri halen Irak yönetimine şüpheyle yaklaşmaktadır.
    • Irak petrol endüstrisinin yükselişe geçmesi Suudi Arabistan’ın petrol piyasalarındaki hakimiyetine zarar verebilir.
    • Irak’taki Şii liderlerin Bahreyn ve Suudi Arabistan’daki Şiiler üzerinde etkileri bulunmaktadır.
    • Irak’ın yavaş yavaş ordusunu inşa etmeye başlaması Körfez ülkeleri için yeni bir askeri tehdit teşkil edebilir.
    • İran’ın Irak’taki varlığına karşı olmak doğrudan Suudi Arabistan’ı desteklemek anlamına gelmiyor. Birçok Iraklı Şii kendi topraklarındaki Şiilere yönelik tutumu ve 2011 yılında Şii ayaklanmasını bastırmak için Bahreyn’i işgal etmesinin ardından Suudi Arabistan’a tarihsel olarak karşı çıkmıştır. Ayrıca bazı kesimler Suudi Arabistan’ı Irak’taki aşırılık yanlısı Sünnileri desteklemek ve DAEŞ’in büyümesine kaynaklık etmekle itham ediyor.
  • Sonuç olarak şu neticelere ulaşılabilir:
    • İsrail ve Körfez ülkelerinin, Irak’ta İran yanlısı milislerin dizginlenmesinde önemli güvenlik çıkarları vardır.
    • İran Devrim Muhafızları güçlerinin Irak’ın batısındaki varlığı, İsrail-Suudi Arabistan işbirliği için katalizör görevi görebilir.
    • İç kutuplaşma ve İran etkisi nedeniyle Irak, İsrail ile normalleşme noktasında henüz uygun bir aday değil.
    • İsrail ile Irak arasında açık bir normalleşmenin olmaması, Körfez ülkelerinin Irak’la yakınlaşmasına ve yeni kurulacak hükümete daha kolay etki etmesine yardımcı olacaktır.

“İki Normalleşme Hikayesi: BAE-İsrail Normalleşmesi – Bölüm I” başlığıyla Moshe Dayan Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezinde yayımlanan yazıda şu hususlara temas ediliyor:[2]

  • BAE Dış politikası şu küresel ve bölgesel gelişmelerin etkisi altında şekillenmektedir:
    • Stratejik ortakları olan ABD’nin dış politika vizyonu ve Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki politikaları
    • Çin’in ve Çin-ABD rekabetinin yükselişi
    • Karbonsuzlaşma ve Yeşil Enerji stratejileri
    • ABD-Rusya arasındaki stratejik çatışma
    • Arap ayaklanmalarının yarattığı -özellikle Yemen, Libya ve Suriye’de- istikrarsızlığın devam etmesi
    • İsrail, İran ve Türkiye’nin son 20 yılda artan bölgesel güç ve etkisi
    • Körfez ülkeleriyle BAE arasındaki denge ve rekabet
  • Ukrayna ve ABD’nin İsrail-BAE ilişkilerine etkisine dair:
    • ABD’nin müttefiklerinden Rusya’ya karşı ABD’nin belirlediği politikalara bağlı kalmasını istemesi Washington ile Abu Dabi arasındaki ilişkileri germiştir. BAE, Rusya’ya yönelik yaptırımlardan ve ABD’nin petrol üretimini artırma taleplerinden geri durmuştur.
    • BAE’nin dış politika vizyonu kutuplardan müteşekkil bir dünya düzenine sahip değil. Söz gelimi BAE ile Çin arasındaki ekonomik ilişkilerin ya da Suriye konusunda Rusya ile angajmanın, ABD-BAE ilişkileri açısından bir sorun teşkil etmemesi gerektiğini öngörüyor. Bu durum BAE’nin küresel bir ekonomi vizyonuna sahip olmasıyla paralel ilerliyor.
    • ABD’nin Rusya’ya yönelik yaptırımlar kapsamında BAE’den beklentileri, BAE’nin bu dış politika vizyonunu ve global ekonomisini tehdit eden bir tehlike olarak görülüyor. Örneğin ABD’nin, BAE ve Suudi Arabistan’dan OPEC+’ın üretim anlaşmalarını ihlal etmelerini istemesi, bu ülkelerin Rusya ile inşa ettikleri kontrol mekanizmalarını parçalama girişimi olarak görülmekte ve bunun BAE ve Suudi Arabistan’ın menfaatlerine doğrudan zarar vereceğine inanılmaktadır.
    • Bir diğer yandan BAE, ABD’nin bölgeden çekilmesinden endişe duymaktadır. BAE’yi İsrail ile normalleşmeye iten temel sebeplerden birisi de bölge ülkelerinin ABD’ye bağımlılığının yerine geçebilecek sağlam güvenlik ortaklıklarına duydukları ihtiyaçtır.
  • BAE dış politikasında son dönemde görülen değişimler hakkında:
    • BAE son dönemde -özellikle Biden yönetiminin göreve gelmesiyle- maliyetli ve maceracı olarak nitelenen ulusal güvenlik politikasından vazgeçerek daha yumuşak bir politika (bölge ülkeleriyle sıfır sorun politikası) benimsemeye başladı. 
    • Buna göre “büyük rekabet” kavramının yerini “büyük tamamlayıcılık” stratejisi aldı. Yumuşak güce ve diplomatik çabalara ve diyaloga öncelik verilmeye başlandı. Bölgedeki nüfuzunu geliştirmek isteyen BAE, artık kendini “barış gücü” olarak lanse etmeyi tercih edecek.
    • Bu dönüşümün en net yansımaları Türkiye, İran ve Suriye ile BAE arasındaki ilişkilerde görüldü.
  • BAE-Türkiye ilişkilerinde yaşanan değişimlere dair:
  • BAE-Türkiye ilişkilerindeki değişim önemli. Bu değişim El-Ula zirvesini takiben gerçekleşti. Türkiye’nin dış politikadaki zayıf konumundan istifade ederek BAE, Ankara ile yakınlaşmayı tercih etti.
  • BAE’nin, Türkiye ile ilişkilerini kullanarak İran’ın bölgesel gücünü dengelemekle ilgileniyor olması muhtemel. Ayrıca Türkiye, BAE’ye Afrika’daki yeni pazarlara açılma imkânı sağlayacaktır.
  • BAE-İran ilişkilerinde yaşanan değişime dair:
    • BAE’nin İran’la ilişkileri yumuşatması, 2019 yılının Eylül ayında Körfez’deki gemilere ve Aramco rafinerisine yapılan saldırının ardından ABD ve Suudi Arabistan’ın İran’a karşı kayda değer bir tepki vermemesiyle başladı.
    • BAE, İran’a karşı yardımsız kalmaktan çekindi. Zaten iki ülke arasında Suudi Arabistan-İran arasındaki kadar keskin bir düşmanlık bulunmuyor.
    • BAE’nin bu endişeleri; İran’la devam eden nükleer müzakereler, Husilerin terör örgütü listesinden çıkarılması, DMO’nun Biden yönetimi tarafından terör örgütleri listesinden çıkarılacağına dair söylentiler, ABD’nin kendi tesislerine yönelik saldırılara dahi sessiz kalması gibi durumlarla daha da güçlendi. 
    • Biden yönetimi BAE’li analistler tarafından üçüncü Obama dönemi olarak nitelendiriliyor.
    • Ayrıca BAE, İran’ın bölgedeki etkisini azaltmak için çeşitli politikalar takip etmektedir. Suriye’de İran etkisini azaltmak için Esed’i Arap saflarına geri döndürmeye çabalamaktadır. Irak’ta İran nüfuzunu azaltmak için Mısır, Ürdün ve Irak arasında kurulan üçlü Arap ittifakını desteklemektedir.
  • BAE-İsrail ekonomik ilişkilerine dair:
    • İki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler 2020 yılında başladı.
    • 2020’de iki ülke arasındaki ticaret 200 milyon doların altındayken 2021 yılında 1,2 milyar dolar oldu. Bu ticaretin bir kısmı daha önce gizli ve dolaylı yollardan gerçekleştirilen ticaretin açığa çıkarılması olabilir.
    • Özellikle Abu Dabi yatırım fonu Mubadala Petroleum, İsrail’de enerji sektörüne önemli yatırımlar yaptı ve yapmaya devam ediyor. İki ülke arasındaki ticaret hacminin 2022 yılında iki katına çıkması bekleniyor.
    • Nisan ayında BAE-İsrail arasında kapsamlı bir serbest ticaret anlaşması imzalandı. İki ülke arasında ticareti yapılan tüm ürünlerin yüzde 95’i gümrük vergisinden muaf olacak.
    • İsrail açısından bakıldığında anlaşma, BAE’nin son derece gelişmiş bölgesel ve küresel ticaret ağından faydalanmasına olanak tanıyacak. BAE açısından ise, İsrail teknolojilerine daha fazla erişim sağlayacak ve İsrailli şirketlere yatırım yapmalarını kolaylaştıracaktır.
    • İsrailli ve BAE’li şirketler arasında imzalanan ve Körfez petrolünü Akdeniz’e aktarması beklenen transit anlaşması askıya alındı. Bu durum beklenildiği ölçüde büyük sorunlara yol açmadı.
  • BAE kamuoyunda İsrail ile normalleşme hususundaki tepkilere dair:
    • Normalleşme konusunda kamuoyunda bir heyecanın olmadığı ancak muhalefetin de sınırlı olduğu bildiriliyor. Yine de BAE’de örgütlü bir muhalefet olmadığı için hoşnutsuzlukları tespit etmek zor.
    • Yurtdışındaki BAE’lilerin normalleşmeyi eleştirdiği ve bunun iç politikaya  da yansıyabileceği tahmin ediliyor.
    • İbrahim Anlaşmalarının bölgede olumlu bir etki yaratacağını düşünenlerin oranı, imzadan sonra yüzde 44’ten yüzde 23’e düşerek yarı yarıya azalmıştır. Bu değişimin geçen yıl yaşanan Mescid-i Aksa krizi ve İran nükleer görüşmelerinde ilerleme kaydedilmemesinden kaynaklandığı değerlendiriliyor.
    • İki ülke halkları arasındaki ilişkinin gelişmesi önündeki en temel engel genel manada Filistin meselesi, daha özel de ise Mescid-i Aksa meselesidir.
    • İbrahim Anlaşmalarına taraf olan ülkeler Şeyh Cerrah ve Mescid-i Aksa’daki olaylar nedeniyle İsrail’e karşı sert ifadeler içeren açıklamalar yayınladı.
  • Sonuç olarak:
    • İsrail ile normalleşme BAE açısından birkaç stratejik menfaat sağlıyor:
      • İran’ın gücüne karşı bir dengeleyici
      • Siyasal İslam’a karşı mücadelede bir müttefik
      • Gelişmekte olan bölgesel temelli muhafazakâr güvenlik mimarisinin bir parçası 
      • Güvenlik teknolojisi için bir kaynak 
      • Gelecekte belki de savunma ve caydırıcılık konusunda bir yardımcı
    • Bütün bunlara ek olarak İsrail, BAE-ABD ilişkilerinin sürdürülmesi noktasında kilit bir araç olarak görülüyor.
    • Enerjiye bağımlı ekonomiden küresel ekonomiye doğru bir geçişi öngören BAE açısından İsrail, önemli bir bölgesel tamamlayıcı ekonomi olarak görülmektedir.
    • Ayrıca BAE yönetimi yumuşak gücün dini ve kültürel hoşgörü gibi yönlerini ön plana çıkararak imajını yenilemektedir.
    • Ancak BAE yönetimi normalleşme sürecini kontrol altında tutmak istiyor ve özellikle halk düzeyindeki sivil toplum girişimleri konusunda pek hevesli gözükmüyor.
    • İsrail tarafı ise bu yakınlaşmayı, İsrail’in bölgesel izolasyonunu kıran büyük bir nimet olarak değerlendiriyor.
    • İki ülke arasında Kudüs ve Filistin meselesi noktasında çeşitli çatışmaların görülmesi kaçınılmaz.
    • İsrail’in serbestiyete dayalı iş ve turizm kültürü ile BAE’deki sosyal ve siyasi sistemin dayattığı sınırlamalar arasındaki çatışma da iki ülke arasındaki süreçlerde zorluklara sebep olabilir.

“Türkiye’nin Masaya Geri Dönme İsteğine Sınırlı Bir Karşılık Verilmelidir” başlığıyla Mitvim Enstitüsü tarafından hazırlanan ve Haaretz’de yayımlanan yazıda şunlara temas ediliyor:[3]

  • Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun önümüzdeki hafta gerçekleştireceği ziyaret iki Türkiye-İsrail ilişkileri açısından bir diğer önemli adım.
  • Ziyarette Türkiye Enerji Bakanı’nın da yer alması bekleniyor. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşının patlak vermesiyle iki ülke arasındaki enerji işbirlikleri daha önemli bir hale geldiği ortamda, enerji ve Doğu Akdeniz meseleleri görüşmenin temel gündem maddelerinden birisini teşkil ediyor. 
    • Ankara’nın İsrail gazını transfer etme noktasında açık bir ilgisi bulunuyor. Türkiye’nin Rus gazına olan bağımlılığı düşünüldüğünde, enerji kaynaklarını çeşitlendirme arzusu anlaşılabilir ve haklı.
  • İki ülke enerji alanındaki meseleleri iki ayrı düzlemde ele alınıyor: Ekonomik ve enerji düzlemi ile diplomatik-stratejik düzlem.
    • Ekonomi-Enerji Düzlemi: Türkiye enerji kaynaklarını çeşitlendirme konusunda istekli. Ayrıca Türkiye, Avrupa’ya enerji arzı açısından stratejik bir konumda bulunuyor ve jeopolitik konumunu iyileştirmeye çalışıyor.
    • Diplomatik-Stratejik Düzlem: İlişkilerin soğuk olduğu dönemde İsrail ve diğer bölge ülkeleri Türkiye’yi izole eden yeni bir bölgesel mimari oluşturdu. Ankara son dönemde bunun farkına vararak İsrail, Suudi Arabistan, BAE ve Mısır ile ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor. 
  • Türkiye dış politikasındaki bu dönüşüm temelde Türkiye’nin Yunanistan ve GKRY’ye karşı konumu güçlendirme isteğinden kaynaklanmaktadır. İsrail, Yunanistan, GKRY ve Mısır Doğu Akdeniz’de bir blok oluşturdular.
    • İsrail, Türkiye ile ilişkilerin Mısır, Yunanistan ve GKRY pahasına olmayacağını açıkladı. Dolayısıyla mevcut durumda Türkiye üzerinden İsrail gazının transferi mevcut bölgesel mimariye uygun gözükmüyor.
  • İki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi için şu hususlara dikkat edilmelidir:
    • Her iki ülkenin ulusal çıkarlarını dürüst ve kapsamlı bir biçimde açıklığa kavuşturması: Örneğin İsrail, Türkiye’ye doğal gaz ihracatının yakın vadede çıkarlarına ters olduğunu açıkça belirtmelidir.
    • Türkiye’yi bölgesel mimariye entegre etmek için bir formül bulmaya çalışılması: Bu noktada Türkiye’de 2023 yılında yapılacak seçimlere kadar gerçek bir ilerleme beklenmemelidir. Ancak Türkiye’nin Doğu Akdeniz Gaz Forumundan dışlanması da makul bir seçenek değil. Bu aşamada Türkiye’yi bölgesel meselelere entegre etmek için KKTC ile GKRY arasındaki siyasi diyaloğun yeniden başlatılması bir seçenek olabilir. İsrail bu diyaloğu teşvik etmede kilit rol oynayabilir.
    • İsrail-Türkiye Enerji Çalışma grubu kurulması: Bu grup iki temel odak noktasına sahip olmalıdır. Birinci olarak, İsrail’den Türkiye’ye gaz ihracatı meselesinin pratik yönlerine (ihracat şekli, fiyat seviyesi, beklenen miktarlar vs.) odaklanmalıdır. İkinci olarak ise yenilenebilir enerji konusundaki muhtemel işbirliklerine odaklanmalıdır.
    • Enerji alanında Türkiye-İsrail-AB arasında üçlü bir çalışma grubu kurulması: Bu çalışma grubu Türkiye’nin enerji ve siyaset açısından AB gündemindeki merkezi yerini ön plana çıkaracaktır.

Referanslar

  1. https://www.inss.org.il/publication/iraq-gulf-states/
  2. https://dayan.org/content/tale-two-normalizations-israeli-normalization-united-arab-emirates-uae-part-i
  3. https://www.haaretz.co.il/blogs/mitvim/BLOG-1.10807240 
]]>
http://ayam.com.tr/rapor/israilin-gozunden-korfez-ve-turkiye-15-21-mayis-2022/feed/ 0 4154
İsrail’in Gözünden Körfez ve Türkiye | 06 – 12 Mart 2022 http://ayam.com.tr/rapor/israilin-gozunden-korfez-ve-turkiye-06-12-mart-2022/ http://ayam.com.tr/rapor/israilin-gozunden-korfez-ve-turkiye-06-12-mart-2022/#respond Sun, 13 Mar 2022 12:11:00 +0000 http://ayam.com.tr/?p=3565 İsrail Basını ve Araştırma Merkezlerinde Körfez ve Türkiye Hakkında Çıkan Yayınlar

“Katar’ın Bölgesel Ve Uluslararası Statüsü Yükselişte” başlıklı yazıda şu hususlara temas ediliyor[1]:

  • Katar’ın dış politikada etkisini artıran gelişmeler olarak şunlara yer veriliyor:
    • Katar ile Körfez ülkeleri arasındaki uzlaşma,
    • ABD’nin Afganistan’dan çekilme sürecinde ve sonrasında oynadığı rol,
    • İran’la arabuluculuk noktasında ABD’ye sağladığı yardım,
    • Ukrayna’daki savaş ve beraberindeki küresel enerji krizi ve Katar’ın enerji piyasalarındaki rolü,
    • ABD tarafından NATO üyesi olmayan önemli müttefik statüsüne yükseltilmesi,
    • Dünya Kupasına ev sahipliği yapacak olması.
  • Katar’ın ABD için önemi açıklanırken şu hususlara değiniliyor:
    • ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM) bölgesel karargâhı Katar’da bulunuyor.
    • Katar, bölgedeki devlet dışı aktörlerle ilişkilerini koruyor.
  • Katar’ın, Ukrayna’daki savaş ve beraberindeki küresel enerji krizinden istifade ederek bölgedeki konumunu ve ABD ile ilişkilerini geliştirmek isteyeceği belirtiliyor.
    • Bunun karşılığında Katar’ın temel hedefinin F-35 alma girişimi olduğu iddia ediliyor.
  • Katar’ın bu yükselişinin İsrail açısından değerlendirildiği bölümde şu noktalara temas ediliyor:
    • İsrail-Katar ilişkileri temelde Gazze Şeridi üzerinden şekilleniyor. İsrail, Katar’ın Gazze’ye yardımlarından memnun gözüküyor.
    • Mısır, BAE ve Suudi Arabistan gibi diğer devletler Katar’ın Gazze Şeridindeki bu rolünden memnun değiller. Ancak bu devletler ekonomik açıdan Katar yardımının yerini dolduramayacak durumdalar.
    • Bu durumda İsrail için Gazze konusunda -en azından kısa vadede Katar’dan başka bir alternatif olmayacaktır. İsrail ile Katar arasındaki bu ilişki BAE’yi rahatsız edebilir.
    • Yazıda ayrıca Katar ile İsrail arasında 1996 yılından bu yana süregelen ekonomik bir ilişkinin olduğuna dikkat çekiliyor.
    • Katar’ın İbrahim Anlaşmalarına şiddetle karşı çıktığı ifade ediliyor.
    • Katar’ın tıpkı BAE gibi F-35 satın alma hususunda ABD’yi ikna etmek için İsrail’le yakınlaşmayı deneyebileceği belirtilirken, Biden yönetiminin Trump yönetimi kadar cömert olmadığı vurgulanıyor.

“Hizbullah, Lübnan ve Körfez ile Uzlaşma: Çıkmaz” başlıklı yazıda şunlara değiniliyor[2]:

  • Lübnan ile Körfez ülkeleri arasındaki ilişkinin bir krizde olduğu ifade edilen yazıda krizin gerçek nedeni olarak Hizbullah’ın Lübnan’da giderek güçlenmesi gösteriliyor. 
  • 2021 yılında Lübnan ile Körfez arasında yaşanan gerilimler şu şekilde sıralanıyor:
    • Nisan ayında Suudi yetkililer Lübnan’dan gelen narların içine gizlenmiş 7,8 milyondan fazla uyuşturucu hap ele geçirdi. Bunun üzerine Lübnan’dan meyve ve sebze ithalatı yasaklandı.
    • Lübnan Geçici Dışişleri Bakanı Wehbe, Suudi Arabistan’a yönelik sert sözler sarf etmesinin ardından istifa ettirildi.
    • Lübnan Enformasyon Bakanı Kardahi’nin Suudi Arabistan’ın Yemen’e askeri müdahalesine ilişkin eleştirel yorumlarıyla kriz daha da derinleşti.
  • Kardahi krizi sonrası gelen yaptırımlar ve tepkiler olarak şunlara yer veriliyor:
    • Suudi Arabistan: Diplomatik ve ticari bağlarını tamamen kopardı. Lübnan büyükelçisi Riyad’dan kovuldu. Beyrut’taki Suudi Arabistan büyükelçisi geri çağrıldı. Lübnan’dan ithalat yapmak tamamen yasaklandı.
    • Bahreyn ve Kuveyt: Lübnanlı diplomatları sınır dışı edip kendi büyükelçilerini geri çağırdılar.
    • BAE: Kendi büyükelçisini geri çağırdı.
    • Katar: Kardahi’nin açıklamalarını kınadı.
    • Lübnan: Başbakan Mikati ve Cumhurbaşkanı Mişel Avn, Kardahi’nin açıklamalarını reddederek dolaylı yoldan istifaya çağırdı.
    • Hizbullah: Suudi Arabistan’ı Lübnan’ın iç işlerine karışmakla ve ülkeye şantaj yapmakla suçladı.
    • Fransa: Tarafları yatıştırmaya çalıştı ancak somut bir sonuç elde edilemedi. Sadece Lübnan’a insani yardım sağlamak için ortak bir Fransız-Suudi mekanizması kuruldu.
    • Kuveyt: Ocak ayında Lübnanlı liderlere, ilişkileri yeniden kurma konusunda on iki maddelik bir yol haritası sundu. Şartlar arasında tüm milislerin yani Hizbullah’ın dağıtılması da vardı. Lübnanlı liderler Kuveyt girişimine olumlu yanıt verirken Lübnan’ın Hizbullah’ı silahsızlandırmasının imkânsız olduğunu da açıkça belirttiler.
  • Lübnan ile Körfez arasındaki ilişkinin yeniden tesis edilememesinin üç temel nedeni olarak şunlara yer veriliyor:
    • Lübnan devletinin zayıflığı (Devlet, Hizbullah’ın karşısında oldukça etkisiz kalıyor.)
    • Hizbullah’ın Suudi Arabistan’a karşı sert ve düşmanca tutumu (Krizler sonrasında Hizbullah’ın Suudi Arabistan’a karşı tutumunda hiçbir yumuşama görülmüyor)
    • Suudi Arabistan’ın Hizbullah’a karşı sert ve düşmanca tutumu
  • Körfez’in temel talebi Hizbullah’ın Lübnan’daki gücünün silahsızlandırılması ve kısıtlanması olduğu sürece Lübnan-Körfez uzlaşmasının ancak kısmen mümkün olabileceği vurgulanıyor.

“Suudi Veliaht Prens’in İsrail ve İran’a Mesajları” başlıklı yazıda şu konular dile getiriliyor[3]:

  • Muhammed bin Selman’ın verdiği bir röportajdaki şu ifadeler yazının merkezinde yer alıyor: “Biz, İsraillilerle Filistinliler arasındaki çatışmanın çözülmesini umuyoruz. İsrail’i düşman olarak görmüyoruz. Tam tersi, İsrail’e birçok konuda çıkarlara birlikte ulaşmaya çalışabileceğimiz potansiyel bir müttefik olarak bakıyoruz. Fakat buraya gelmeden önce bazı sorunların çözülmesi gerekiyor.”
  • İsrail ve Arap devletleri arasındaki normalleşme furyasının ABD’deki hükümet değişiminden etkilenmediği iddia edilen yazıda Suudi Arabistan Veliaht Prensinin İsrail’e karşı babası Kral Selman’dan daha yumuşak bir tavır takındığı belirtiliyor.
  • Suudi Arabistan’ın İsrail ile yakınlaşmasının, Kral Selman hayatta olduğu sürece mümkün gözükmediği ifade ediliyor. Biden ve Kamala Harris’in Kaşıkçı cinayeti sebebiyle halen Muhammed bin Selman’ı görmezden gelerek Kral Selman’ı muhatap aldıkları ve bu durumun değişmeyeceğinin ön görüldüğü belirtiliyor.
  • Aynı röportajda Muhammed bin Selman’ın İran’dan “komşumuz” diyerek bahsetmesi, İran’a karşı söylemlerde bir ton değişikliğinin işareti olarak ele alınıyor.

“Suudi Arabistan ve BAE Ukrayna Sahasında Oynuyor” başlıklı yazıda şunlara temas ediliyor[4]:

  • Biden’ın başkanlığının ilk günlerinden bu yana Suudi Arabistan ve BAE’yi rahatsız eden birtakım politikalar takip ettiği belirtiliyor:
    • Biden, Kaşıkçı cinayeti nedeniyle Muhammed bin Selman’ı muhatap olarak kabul etmiyor ve kendisini görmezden geliyor.
    • BAE’nin İbrahim Anlaşmalarının bir parçası olarak F-35 alması gerekiyordu ancak bu karar Biden yönetimi tarafından donduruldu.
    • ABD’nin, Husileri terör örgütü olarak tanıma konusundaki çekingen tavırları BAE’yi rahatsız ediyor.
  • Yazıda ayrıca BAE ve Suudi Arabistan’ın Rusya ile aralarında milyonlarca dolar değerinde ekonomik bağları ve askeri işbirlikleri olduğuna değiniliyor.
  • ABD’nin Ortadoğu’yu ikinci plana atmasından kaynaklanan sonuçlarla Ukrayna’daki savaş vesilesiyle yüzleşmeye başladığı ifade ediliyor:
    • ABD, Rus petrolüne bağımlılığı azaltmak adına Suudi Arabistan ve BAE’den (günlük üretim kotasının artırılması gibi) destek bekliyor. Ancak ABD’nin müttefiklerine yönelik önceki tutumları sebebiyle birçok problem ortaya çıkıyor.
    • ABD, Suudi Arabistan ve BAE’nin Rus milyarderlerin yaptırımları aşmak için sığınacakları liman olmasından endişe duyuyor.
  • Bütün bunlar göz önüne alındığında Ortadoğu’daki müttefiklerin stratejik önemi bir kez daha ortaya çıkmış oluyor. ABD’nin yaptırımları güçlendirmek adına yönünü yeniden Ortadoğu’ya çevirmesi gerekecektir.

“İsrail’in Türkiye ile Yeniden Alevlenen Ateşinin Ardında Arabuluculuk Tutkusu Olan Bir Haham” başlıklı yazı, Haham Marc Schneier’ın, Herzog ve Erdoğan’ı bir araya getirmedeki rolünü anlatıyor[5]:

  • Marc Schneier’ın, kurucusu olduğu Etnik Anlayış Vakfı vesilesiyle uzun yıllardır BAE, Bahreyn, Katar gibi Körfez ülkelerinde üst düzey yöneticilerle toplantılar yaparak Yahudileri ve Müslümanları bir araya getirmeye çalıştığına değiniliyor.
  • Geçtiğimiz hafta gerçekleşen Erdoğan-Herzog görüşmesinde yer alan [6] Marc Schneier’ın bu yakınlaşmanın arka planında önemli bir rol üstlendiği belirtiliyor:
    • Erdoğan ile Herzog arasındaki ilk telefon görüşmesinden önce T.C. Washington Büyükelçisi Murat Mercan ile bir iftarda bir araya gelen Schneier, Mercan’ın kendisine bu göreve gelme amaçlarından birisinin de Türkiye ile Amerikan Yahudilerinin arasını düzeltmek olduğunu söylediğini ifade ediyor. Schneier Mercan’a cevap olarak, ABD Yahudileri ile arayı düzeltmenin yolunun İsrail ile arayı düzeltmekten geçtiğini söylüyor.
    • Bundan birkaç ay sonra ikili bu kez bir sinagogda gerçekleşen bir etkinlikte bir araya geliyor. Bu kez Schneier Mercan’a, Erdoğan’ı arayarak ona yeni cumhurbaşkanı olan Herzog’u tebrik etmek için aramasını önermesini söylüyor. Bu konuşmadan bir gün sonra Erdoğan’ın Herzog’u arayarak tebrik ettiği ifade ediliyor.
    • Bu görüşmenin hemen ardından Schneier’in ilişkileri tesis etmek adına hemen harekete geçtiği iddia ediliyor. Ayrıca Herzog ile Schneier’in çocukluk arkadaşı olduğu vurgulanıyor.

Erdoğan-Herzog görüşmesiyle alakalı İsrail basınında çeşitli değerlendirmeler yer aldı:

  • Maariv gazetesinde yayınlanan köşe yazısında Türkiye’nin Müslüman Kardeşler ideolojisine ve Hamas’a yönelik tutumunu değiştirdiği ve bu durumun Hamas ve Müslüman Kardeşleri rahatsız ettiği iddia ediliyor.[7]
  • Yine aynı gazetede yayınlanan bir başka yazıda Erdoğan’ın Hamas’a karşı tutumunda bir değişiklik olduğu noktasında ciddi şüpheler olduğu, Gazze ile İsrail arasında olası bir tırmanışın İsrail-Türkiye ilişkilerindeki durumu tam tersine çevirebileceği ifade ediliyor.[8]
  • Haaretz gazetesinde yayınlanan değerlendirmede iki ülke arasında uzun yıllardır süregelen ticaret ve istihbarat işbirliğine dikkat çekilerek Herzog’un bu ziyaretinin düşmanlık, rekabet ve şüphe dönemini sona erdirebileceği belirtiliyor.[9]
  • Hayom gazetesinde yer alan bir diğer yazıda ise ABD’nin bölgeden çekilme stratejisine paralel İsrail’in İbrahim Anlaşmalarıyla başlayan bir bölgesel blok oluşturma çabasına dikkat çekilerek Türkiye’nin de İbrahim Anlaşmalarının oluşturduğu bu bloğa dahil olmak istediği iddia ediliyor.[10]
  • Yediot Aharonot gazetesinde yer alan bir değerlendirmede, iki ülke arasında henüz bir sevgiden bahsedilemeyeceği ancak karşılıklı çıkarların olduğu vurgulanırken Türkiye ile ilişkileri kurma rolünün Herzog’a verilmesi akıllıca bir seçim olarak niteleniyor.[11]

Referanslar:

  1. https://www.inss.org.il/he/publication/qatar-on-a-rise/ 
  2.  https://dayan.org/content/hizballah-lebanon-and-reconciliation-gulf-impasse
  3.  https://jcpa.org/the-saudi-crown-princes-messages-to-israel-and-iran/
  4.  https://www.haaretz.co.il/news/world/middle-east/.premium.HIGHLIGHT-1.10667556
  5. https://www.timesofisrael.com/behind-israels-rekindled-flame-with-turkey-a-rabbi-with-a-penchant-for-matchmaking/
  6.  Görüşmede Sadece Türk hükümet yetkilileri, İsrail heyeti üyeleri, gazeteciler ve güvenlik personeli hazır bulundu. Başka arabulucular, işadamları veya din adamları yoktu. Yalnızca Schneier bir istisna olarak görüşmelerde yer aldığı iddia ediliyor.
  7.  https://www.maariv.co.il/journalists/Article-903544
  8.  https://www.maariv.co.il/news/politics/Article-903662
  9.  https://www.haaretz.co.il/opinions/editorial-articles/.premium-1.10661208
  10.  https://www.israelhayom.co.il/news/geopolitics/article/9020145
  11.  https://www.ynet.co.il/news/article/sj001q9izq
]]>
http://ayam.com.tr/rapor/israilin-gozunden-korfez-ve-turkiye-06-12-mart-2022/feed/ 0 3565
İsrail’in Gözünden Körfez ve Türkiye | 19 – 26 Şubat 2022 http://ayam.com.tr/rapor/israilin-gozunden-korfez-ve-turkiye-19-26-subat-2022/ http://ayam.com.tr/rapor/israilin-gozunden-korfez-ve-turkiye-19-26-subat-2022/#respond Sun, 27 Feb 2022 18:12:00 +0000 http://ayam.com.tr/?p=4261 İsrail Basını ve Araştırma Merkezlerinde Körfez ve Türkiye Hakkında Çıkan Yayınlar

“Ortadoğu’da Sıfır Toplamlı Oyun, Kazan-Kazan’a Karşı” başlıklı yazıda şu hususlara temas ediliyor [1] :

  • Sıfır Toplamlı Oyun: Bir taraf için kazanç, diğer taraf için ise kayıp içeren oyun teorisi olarak tanımlanıyor. 
    • Uzun yıllar Ortadoğu siyasetinin merkezinde bu kavramın yer aldığı ifade ediliyor.
    • Arap-İsrail çatışmasında tarafların tavrı bu düşüncenin örneklerinden birisi olarak gösteriliyor.
    • Arap ülkelerinde hükümet ile özel sektör arasındaki çatışmada bu anlayışın hâkim olduğu ve Arap ülkelerin birçoğunda devletin güçlü bir özel sektör istemediği belirtiliyor.
  • Kazan-Kazan Durumu: işbirliğinin, uzlaşmanın veya grup katılımının tüm tarafların menfaatine yol açtığı bir durum olarak tarif ediliyor.
    • Barış antlaşmaları, bu durumun en güzel örnekleri olarak aktarılıyor.
    • Kazan-Kazan durumu için en büyük itirazın dini ve siyasi açıdan radikal gruplardan geldiği belirtiliyor.
  • İbrahim Anlaşmaları, Ortadoğu’da sıfır toplamlı oyun düşüncesinden kazan-kazan durumuna geçişin en büyük işaretçisi olarak ele alınıyor. İbrahim Anlaşmalarından bu yana vuku bulan ve her iki tarafın da menfaatine olan bazı gelişmeler örnek olarak veriliyor:
    • İbrahim Anlaşmalarıyla birlikte İsrail ile Arap ülkeleri arasında genişleyen ticaret hacmi
    • İsrail, Ürdün ve BAE arasında 2021 yılında imzalanan enerji ve su anlaşması
      • Bu anlaşmaya Suudi Arabistan’dan gelen itirazın “sıfır toplamlı oyun” düşüncesinden geldiği ifade ediliyor.
    • BAE’de hükümetin planladığı ekonomik reformlar, devlet içi oyunda sıfır toplamlı düşünceden kazan-kazan durumuna geçiş için bir örnek olarak veriliyor. (Hükümet, ithal malların satışı noktasında belirli ailelerin tekelleşmesinin önüne geçmek istiyor.)
  • Devlet içi ekonomi politikalarında sıfır toplamlı oyun düşüncesinin hâkim olmasının Arap ülkelerinin ekonomisini nasıl etkilediği inceleniyor:
    • Arap ülkelerinde hükümetlerin, 1950’li yıllardaki kurumları millileştirme dalgasından bu yana özel sektörü potansiyel düşman ve rakip olarak gördükleri ifade ediliyor.
    • Arap ülkelerinin takip ettiği kalkınma modeli şu iki temele dayandırılıyor: Vatandaşlar için refahın ve belirli şirketler için ayrıcalıkların sağlanması.
    • Bireyler ve şirketlerin hareketliliğini kısıtlayan bu sistemin insanlara belirli bir refah seviyesi sağladığı ancak belirli bir süre sonra beklentileri karşılayamaz hale geldiği ifade ediliyor.
    • Bu sistemin giderek artan kamu harcamaları, eğitimli işsizlik, özel sektördeki rekabetçilikten uzak genç işgücü gibi bazı kronik sorunlara sebep olduğu belirtiliyor.
    • Bu sistemde özel sektörün ya sağlam siyasi bağlantılarla piramidin tepesinde yer alarak ya da piramidin en altında kayıt dışı sektörde var olabildiği dolayısıyla bu sistemin üretkenlik açısından oldukça önemli olan orta ölçekli firmalardan mahrum olduğu belirtiliyor.
  • İsrail’in Batı Şeria ve Gazze ekonomisi konusunda sıfır toplamlı oyun düşüncesiyle hareket ettiği ifade ediliyor.
    • İsrail’in, Batı Şeria ve Gazze’deki sanayinin gelişimini daha düşük maliyetli üreticilerin çıkarak rekabeti artırmasından korktuğu için sınırladığı belirtiliyor.
    • Bunun sonucu olarak Filistinlilerin ucuz emek gücü ihracatına bağımlı hale geldiği, Filistinli işçilerin İsrail’e girişinin kısıtlanmasıyla Hamas’a desteğin arttığı ifade ediliyor.
  • Arap-İsrail çatışmasında da sıfır toplamlı oyun düşüncesinin hâkim olduğu belirtiliyor.
    • İki devletli çözümün ve çatışmanın sona ermesinin büyük ekonomik faydalar sağlayacağı ifade ediliyor.

“Türkiye Ukrayna’ya Desteğinin Bedelini Suriye’de Ödeyebilir” başlıklı yazıda şu noktalara temas ediliyor [2] :

  • Rusya’nın Suriye’de, Türkiye ve İsrail’e mesaj göndermek için çeşitli faaliyetlerde bulunduğu iddia ediliyor. Buna göre;
    • Türkiye’nin Ukrayna’ya askeri teçhizat noktasında yardım etmesine Rusya’nın Dışişleri Bakan Yardımcısı Bogdanov’un şu açıklamasıyla bir karşılık verdiği iddia ediliyor: “Rusya, Suriyeli Kürtlerin diplomatik süreçlere katılımını, ayrılıkçılığın önlenmesinde ve birleşik bir Suriye inşa edilmesinde önemli bir unsur olarak görüyor.”
    • Rusya’nın Kürtleri meşru bir bileşen olarak kabul etmesinin Türkiye’nin Suriye’de operasyonel alanını oldukça kısıtlayacak bir hamle olacağına dikkat çekiliyor.
    • Benzer şekilde Rus hava kuvvetlerinin Golan Tepeleri üzerinde Suriye ile yaptığı ortak devriyelerin de İsrail için bir mesaj taşıdığı iddia ediliyor.
    • Yazıda ayrıca Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zakharova’nın İsrail’in Suriye’deki hava saldırılarına yönelttiği eleştiriler hatırlatılıyor. 
    • Rusya’nın bu sinyallerinin ardından İsrail’in Baltık ülkelerine sattığı silahların Ukrayna’ya devredilmesini yasakladığına dair bir bildiri yayınladığı belirtiliyor.

“Bölgesel Askeri İttifak Olanağının Yeniden İncelenmesi” başlıklı yazıda şunlara değiniliyor [3] :

  • Bölgesel bir askeri ittifak olasılığının yeniden değerlendirilmesini gerekli kılan gelişmeler olarak şunlar zikrediliyor:
    • İbrahim Anlaşmaları ve BAE, Bahreyn ile İsrail arasında gelişen ilişkiler (ekonomik anlaşmalar, resmi ziyaretler, hava trafiği vs.)
    • Körfez ülkelerine yönelik ciddi tehditler (son örnek Husilerin BAE saldırısı),
    • Bütün bunlara paralel olarak imzalanan savunma anlaşmaları ve ortak tatbikatlar.
    • İsrail’in ABD Merkez Komutanlığına kaydırılması.[4]
  • Tüm bu gelişmelerin arka planında yatan 3 ana nedenden bahsediliyor:
    • İran’ın artan saldırganlığı/saldırgan davranma özgürlüğü ile İran ve vekillerinden gelen tehditler,
    • ABD’nin Ortadoğu’dan çekilmeye devam etmesi ve müttefikleri nezdinde güvenilmez bir imaj çizmesi,
    • Körfez liderlerinin İsrail ile ilişkilerin stratejik önemini kavraması.
  • Bütün bu gelişmelere rağmen bölgesel bir askeri ittifakın önünde çeşitli engellerin olduğu belirtiliyor:
    • Arap ülkelerinin geçmişte yaşadığı başarısız askeri birlik denemeleri,
    • Arap ülkeleri arasında İran tehdidine yaklaşım noktasındaki farklılıklar,
    • Araplar arası anlaşmazlıklar (Aşiret, aile, kişiler arası rekabet; çakışan çıkarlar),
  • İsrail’in böyle bir bölgesel ittifaka nasıl entegre olacağı konusunun incelendiği kısımda ise şu noktalara temas ediliyor:
    • Körfez-İsrail yakınlaşmasının daha ileri bir düzeye taşınması İran tehdidini daha fazla celp edeceği için Körfez ülkelerine zarar verebilir.
    • Körfez ülkelerinin böyle bir ittifaka ABD katılımı olmadan dahil olması zor bir ihtimal olarak durmaktadır.
    • İsrail, böyle bir ittifaka dahil olarak kendisini ilgilendirmeyen çatışmalarda yer almayı taahhüt etmekten kaçınacaktır.

Referanslar:

  1.  https://dayan.org/content/zero-sum-versus-win-win-middle-east 
  2. https://www.haaretz.com/world-news/europe/.premium.HIGHLIGHT-the-cost-of-supporting-ukraine-may-be-paid-in-syria-1.10623639?utm_source=dlvr.it&utm_medium=twitter 
  3.  https://www.inss.org.il/publication/nato-of-the-middle-east/ 
  4. Bu durum İsrail ile Körfez ülkeleri, Mısır ve Ürdün arasındaki iş birliğini artıracaktır.
]]>
http://ayam.com.tr/rapor/israilin-gozunden-korfez-ve-turkiye-19-26-subat-2022/feed/ 0 4261
İsrail’in Gözünden Körfez ve Türkiye | 13 – 19 Şubat 2022 http://ayam.com.tr/rapor/israilin-gozunden-korfez-ve-turkiye-13-19-subat-2022/ http://ayam.com.tr/rapor/israilin-gozunden-korfez-ve-turkiye-13-19-subat-2022/#respond Sun, 20 Feb 2022 18:16:00 +0000 http://ayam.com.tr/?p=4265 İsrail Basını ve Araştırma Merkezlerinde Körfez ve Türkiye Hakkında Çıkan Yayınlar

“İbrahim Anlaşmalarından Yemen Savaşına: BAE ve İran Tehdidi” başlığıyla INSS’te yayınlanan yazıda şu hususlar ele alınıyor [1]

  • İsrail’in Körfez’deki ana müttefiki olarak nitelenen BAE ile İran arasındaki ilişkinin ele alındığı yazıda BAE’nin İran’ı ulusal güvenliği açısından en büyük tehdit olarak gördüğü ifade ediliyor. BAE açısından İran tehditleri aşağıdaki gibi kategorize ediliyor:
    • Stratejik bölgelere direkt saldırılar (petrol ve desalinasyon tesisleri)
    • Vekiller aracılığıyla dolaylı saldırılar (Yemen’deki Husiler vb.)
    • İç karışıklık ve terör potansiyeli (BAE’de mukim İranlılar)
    • Tunb ve Ebu Musa adalarını işgal tehdidi
  • Bu potansiyel tehditlere karşı BAE’nin kendini güvenceye almak için iki tür tepki verdiğine değiniliyor:
    • İran ile ekonomik ve diplomatik bağları sürdürmek 
      • BAE-İran ticareti 2018’de 13 milyar doları bulurken bu miktar BAE’nin nükleer anlaşmadan çekilme hususunda ABD’ye destek vermesi sonrasında 7 milyar dolar seviyelerine geriledi.
      • BAE, ABD ile İran arasındaki temaslardan endişe duysa da İran’a yönelik yaptırımların kaldırıldığı bir senaryoda kazançlı çıkacaktır.
      • İki ülke arasında diplomatik temaslar son dönemde gelişerek devam ediyor.
    • İran’a karşı savunma önlemleri almak
      • Bu noktada BAE-İsrail ilişkileri birçok şey vadediyor: Siyasi-stratejik düzeyde ortak koordinasyon, somut tehditlere karşı operasyonel iş birliği, güvenlik teknolojileri, özellikle füze savunma sistemleri vb.
  • Son dönemde görülen BAE’nin İran’a yakınlaşmasının, yukarıda bahsedilen iki yaklaşım arasındaki dengeyi korumak maksatlı olduğu ifade ediliyor:
    • İbrahim Anlaşmaları İran’ın tepkisini çekti ve BAE-İran ilişkilerinde gerginlik yarattı.
    • BAE, İsrail’in operasyonel yardımcısı imajından kurtulmak istiyor. Zira nükleer anlaşmaya varılması durumunda İran’ın bölgedeki statüsü iyileşebilir.
  • Husilerin BAE’ye gerçekleştirdiği saldırılar, İran’ın vekilleri aracılığıyla BAE’ye gönderdiği bir tehdit olarak nitelendiriliyor.
  • Yazının son kısmında, BAE’nin İran’a yönelik bu çift taraflı politikasının bilincinde olan İsrail’in olası bir nükleer anlaşmaya varılması durumunda BAE’nin İran’a karşı bölgesel cephedeki rolünde değişiklikler olabileceğini göz önünde bulundurması gerektiği ifade ediliyor.

“BAE Saldırı Altında: Bir Dış Politika Testi” başlıklı, Muhammed bin Zayed döneminde BAE’nin dış politikasına dair değerlendirmelere yer verilen yazıda şu noktalara temas ediliyor [2]:

  • Muhammed bin Zayed döneminde BAE dış politikasının daha proaktif ve zaman zaman saldırgan bir çizgide şekillendiği ifade ediliyor. (Yemen, Suriye, Libya ve Afganistan savaşlarına katılım)
  • Bu süreçte BAE’nin barış süreçlerinde aktif rol aldığı belirtiliyor. (Etiyopya-Eritre, Taliban-ABD, İbrahim Anlaşmaları)
  • Dış politikada yumuşak ve sert güç kullanımı arasındaki dengenin süreç içerisinde değişiklik gösterdiği ifade ediliyor:
Yumuşak Güç: Arap Baharı sonrası yumuşak güç yatırımları arttı. (DP World’ün yatırımları, Emirates markasının ön plana çıkarılması, uluslararası spor kulüplerine sponsorluk vb.) 
Sert Güç:Suriye (2014), Libya (2014) ve Yemen (2015) savaşlarına katılım bir dönüm noktasıydı.
Yeniden Yumuşak Güç:2019 yılında BAE’nin Yemen’den çekilmesi ve İran’la görüşmelere başlaması bir diğer dönüm noktası oldu. İsrail ile İbrahim Anlaşmaları, Katar ve Türkiye ile buzların eritilmesi bu dönüşümün bir parçası olarak ele alınabilir.
  • Küçük bir devlet olan BAE’nin küresel arenada bu derece etkili olmasının arkasındaki dinamikler şu şekilde sıralanıyor:
    • Sert Güç Ekseni: İyi eğitimli ve vatansever savaş birlikleri, yerel vekiller ve yabancı paralı askerler ile modern bir ordu
    • Yumuşak Güç Ekseni: Yerel ve bölgesel ittifak ağının geliştirilmesi
  • BAE’ye yönelik Husi saldırılarının, BAE’yi 2019’dan bu yana takip ettiği uzlaşmacı yaklaşımdan uzaklaştırarak sert güç kullanımına döneceği yeni bir dönüm noktası olabileceği iddiasına yer veriliyor:
    • Saldırıların BAE yönetim kademesi tarafından ülkenin egemenliğine doğrudan bir tehdit olarak ele alındığı ifade ediliyor.
    • Bu saldırılara karşılık olarak BAE’nin Husilere ve İran hedeflerine olası saldırısının BAE’yi uzlaşmacı tavırdan uzaklaştıracağı dile getiriliyor.
    • Bu süreçte İran’la diyalogları sürdürmenin bir zayıflık emaresi olarak değerlendirileceği ifade ediliyor.

“Türk Lirasına Ne Oldu?” başlığıyla Moshe Dayan Merkezinde yayınlanan yazıda şu hususlara temas ediliyor [3]:

  • 2001 yılında Kemal Derviş ile başlayan ve 2002 yılında AK Parti iktidarı döneminde de devam ettirilen, AB’ye adaylık süreciyle paralel ilerleyen Ortodoks ekonomi modeli sayesinde Türk ekonomisinin bir istikrara kavuştuğu belirtiliyor. Ancak özellikle 2018 yılından bu yana Türkiye’de ekonomik istikrar ve politikalar konusunda ciddi sorunlar olduğuna değiniliyor.
  • Yazıda son bir yıl içerisinde TL’nin yaşadığı dramatik düşüş, yüksek TEFE (%99) ve TÜFE (%49) oranları ile yabancı para mevduatlarının toplam banka mevduatları içerisindeki payı (+%68) gibi göstergelere vurgu yapılıyor.
  • Ekonomideki bu krizin nedeni olarak şu hususlara temas ediliyor:
    • 2018 yılında başkanlık sistemine geçilmesiyle gerçekleştirilen idari reform, bakanlıklarda -bakan dışındaki- üst düzey bürokratları pasifize etti.
    •  Bu durum Türkiye’nin politika oluşturma mekanizmalarına yansıyarak etkili bir politika analizi ve politika oluşturma kabiliyetini köreltmiştir.
  • Büyüme rakamı gibi olumlu ilerleyen göstergelerin yanıltıcı olduğu belirtilen yazıda, istikrarlı bir ekonomik plana sahip olması halinde Türkiye’nin bu göstergelerde çok daha yüksek potansiyellere sahip olabileceği iddia ediliyor.
  • Paris Anlaşmasının yürürlüğe girmesi Türk ekonomisi için bir şans olarak nitelendiriliyor. 
    • Yeşil dönüşümün Türkiye gibi yapısal bütçe açığı olan ülkeler için ekonomik açıdan bir yapısal dönüşüm anlamına geldiği ifade ediliyor.
    • Türkiye’nin ihracatının %60’ının G7 ülkelerine olduğu belirtilerek zor da olsa Türkiye’nin bu ülkelerle arasındaki önemli politika değişikliklerini kapatacak bir ekonomik dönüşüm sürecine girmesinin mümkün olduğu ifade ediliyor.

“Türkiye Bekleyebilir” başlığıyla Kudüs Kamu Araştırmaları Merkezinde (Jerusalem Center for Public Affairs) yayınlanan yazıda şu noktalara temas ediliyor [4]:

  • Diplomatik krizlerle geçen 10 yılın ardından Erdoğan’ın İsrail ile yakınlaşmak için çeşitli adımlar attığı ifade ediliyor.
  • Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail ile yakınlaşma kararı almasına olanak sağlayan etkenler olarak şunlar sıralanıyor:
    • Netanyahu hükümetinin sona ermesi,
    • Yeni bir ABD yönetiminin olması,
    • Trump’ın “Yüzyılın Anlaşması” planının gündemden düşmesi.
  • Türkiye’nin İsrail ile yakınlaşma arzusu, dış politikada yaşanan bir dönüşümün parçası olarak değerlendirilerek Türkiye ile Mısır, BAE ve Suudi Arabistan gibi ülkeler arasında artan diyaloğa ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bölgesel sorunlarda oynadığı aktif role dikkat çekiliyor. (Bölge ülkelerine ziyaret, Ukrayna ziyareti, Putin görüşmesi vb.)
  • Yazıda Erdoğan’ın, Müslüman Kardeşler hareketinin üst düzey bir temsilcisi olduğu iddiasına yer veriliyor.
  • Türkiye-Mısır ve Türkiye-İsrail yakınlaşmasının Müslüman Kardeşler hareketi liderlerinin tepkisini çektiği ancak Erdoğan’ın bu kararları kendi siyasi bekası için aldığı iddia ediliyor.
  • Erdoğan’ın siyasi açıdan zor bir dönemde olduğu iddia ediliyor. Bu pozisyondan istifade ederek İsrail’in Türkiye’deki Hamas ofisinin kapatılması için baskı yapması gerektiği ifade ediliyor.
  • Hamas’ın Türkiye ofisinin faaliyetleri hakkında aşağıdaki iddialara yer veriliyor:
    • 12 Haziran 2014 tarihinde kaçırılan ve daha sonra ölü bulunan 3 İsrailli gencin, kaçırılma ve öldürülme emirlerinin İstanbul’dan geldiği iddia ediliyor.
    • İstanbul’da siber savaş ve karşı istihbarat birimleri olan gizli bir Hamas ofisi olduğu iddia ediliyor.
    • İstanbul’daki gizli şubenin Hamas lideri Sinvar’ın kişisel bir projesi olduğu ve bu ofisi askeri kanadın amaçları için kullandığı iddia ediliyor.
    • Türkiye’deki Hamas ofisinin geçtiğimiz Kasım ayında Kudüs’te bir saldırı gerçekleştiren Fadi Ebu Şihaydam’a silah temin ettiğine dair kanıtlar olduğu iddia ediliyor.
  • Yazıda bu ofisin faaliyetleri göz önüne alınarak İsrail’in Türkiye ile ilişkileri geliştirme noktasında aceleci davranmaması ve ofisin kapatılması için Türkiye’ye baskı uygulaması gerektiği ifade ediliyor.

“Erdoğan’ın Tehlikeli Kucaklaşması” başlıklı yazıda şu hususlara temas ediliyor [5]:

  • Aynı hafta içinde gerçekleşen iki tarihi ziyarete dikkat çekiliyor:
    • Erdoğan’ın BAE ziyareti
    • Bennett’in Bahreyn ziyareti
  • Bennett’in Bahreyn ziyareti ve Bahreyn-İsrail ilişkileri hakkında olumlu nitelemeler yapılırken iki kusura dikkat çekiliyor:
    • Bennett’in İsrail basınına yaptığı açıklama esnasında Bahreyn Kralı’nın adını unutması,
    • Bennett’in “bölgedeki liderlerle ilk görüşme turunu tamamladığını” söylemesi ancak gazetecilerin ona Fas liderleriyle henüz görüşmediğini hatırlatması.
  • Erdoğan’ın BAE ziyareti ile Erdoğan-Herzog arasındaki diyalog birlikte değerlendirilerek bu gelişmeler bölgede yeni bir kamplaşmanın habercisi olarak nitelendiriliyor: Suudi Arabistan ve BAE gibi pragmatik kamp ile Katar ve Türkiye gibi siyasal İslam’ın temellerini oluşturan ülkelerin kurduğu ve İsrail’in entegre olduğu yeni bir ortaklık.
  • Yazının devamında Erdoğan’ın İsrail karşıtı söylemleri, Hamas’ın Türkiye’deki faaliyetleri, Türkiye ile Yunanistan ve GKRY arasındaki ilişki gibi faktörler üzerinden İsrail’in bu bloğa dahil olmasının ne denli doğru olduğu tartışılıyor.

Referanslar:

  1. https://www.inss.org.il/publication/iran-uae/ 
  2.  https://dayan.org/content/uae-under-attack-foreign-policy-test 
  3. https://dayan.org/content/what-happened-turkish-lira    
  4. https://jcpa.org/turkey-can-wait/ 
  5. https://www.israelhayom.co.il/magazine/hashavua/article/8257726 
]]>
http://ayam.com.tr/rapor/israilin-gozunden-korfez-ve-turkiye-13-19-subat-2022/feed/ 0 4265