İsrail Basını ve Araştırma Merkezlerinde Körfez ve Türkiye Hakkında Çıkan Yayınlar
“Riyad ve Ankara: Uzlaşma Bölgeyi Değiştirecek mi?” başlığıyla Jerusalem Post’ta yayımlanan yazıda şunlara temas ediliyor:[1]
- Türk dış politikası bir dönüşüm geçiriyor.
- 2021 öncesinde Türkiye bölgede izole bir konumdaydı.
- Türkiye bu süreçte Yunanistan, GKRY, Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve İsrail ile sorunlar yaşıyordu.
- Ülke, Hamas ve Müslüman Kardeşlere yakın bir çizgideydi.
- Türkiye’nin o dönemki bölge politikaları Trump yönetimi tarafından kabul görüyordu.
- Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Ankara ziyareti bu dönüşümün bir parçasıdır.
- Ziyaret esnasında turizm, ticaret, inşaat ve savunma alanlarında yeni anlaşmaların gündeme gelmesi bekleniyor.
- Türkiye’nin yeni dönem dış politikasında bölgesel diplomatik çabaların öne çıktığı görülüyor.
- Türkiye, Suudi Arabistan ve BAE ile ekonomik ilişkiler geliştirmek istiyor.
- Suriye’deki operasyonlar açısından büyük önem taşıyan Rusya ile iyi ilişkiler kurmak istiyor.
- Türkiye’nin uzlaşma adımları dikkatle incelenmelidir. Zira ülkenin yönetim kademesinde yer alan isimlerin Suudi Arabistan’a karşı tutumlarında ne kadar samimi oldukları bir soru işaretidir.
- İki ülke tarafından yapılan açıklamalarda somut ortaklıklar konusu ele alındı. Bu durum iki ülke arasındaki yakınlaşmanın sözde kalmayacağına işaret ediyor.
- Muhammed bin Selman, Türkiye’nin ardından Mısır ve Ürdün’ü ziyaret edecek.
- Suudi Arabistan, güvenlik açısından önem taşıyan kilit bölge ülkeleriyle görüşüyor.
- Yakın zamanda ABD Başkanı Biden, Suudi Arabistan ve İsrail’i ziyaret edecek.
- Türkiye-Suudi Arabistan yakınlaşmasından uzun vadede hangi tarafın karlı çıkacağı meçhul. Zira iki ülkenin de ABD ve bölge ülkeleriyle karmaşık bir ilişkisi var.
“Suudi-Türk Uzlaşması Güçlü Bir Bölgesel İttifakın Habercisi” başlığıyla Haaretz’de yayımlanan analizde şu hususlara değiniliyor:[2]
- Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Türkiye ziyareti, iki ülke arasında Kaşıkçı cinayeti sebebiyle hasıl olan nefret ve derin kopukluğun bitmesi anlamına geliyor.
- Türkiye, uzun yıllar “komşularla sıfır sorun” sloganının tam aksine hareket etti.
- Ancak ülkede yaşanan ekonomik kriz sebebiyle dış politikada bir dönüşüm yaşanıyor.
- Suudi Arabistan-Türkiye ilişkileri, ABD’nin bölge politikasına yön verebilecek güçlü bir bölgesel ilişkiler ağı yaratma potansiyeline sahip.
- Muhammed bin Selman’ın Türkiye, Mısır ve Ürdün ziyaretleri, Biden’ın İsrail ve Suudi Arabistan ziyaretlerinden hemen önce geldi.
- MbS, Sisi’ye Türkiye ile ilişkilerini yenilemesini tavsiye etti. İsrail-Mısır barışı açısından büyük öneme sahip Sanafir ve Tiran adalarındaki ihtilaflı konuları çözüme kavuşturdu.
- Ürdün’e Suudi Arabistan yardımının devam edeceği garantisi verildi.
- Bütün bunlar Biden’ın bölge ziyareti öncesi yarım kalan bazı işlerin tamamlanması olarak değerlendirilebilir.
- İsrail kendisini bütün bu bölge diplomasisinin merkezinde konumlandırıyor.
- Bölgesel bir hava savunma ittifakı kurulacaksa asıl övgüyü İsrail almalı,
- Muhammed bin Selman, Biden ile arasını düzeltecekse İsrail ile normalleşmeli,
- Türkiye, Mısır ile yakınlaşma istiyorsa İsrail’in aracılığı olmalı gibi düşünceler hakim.
- Hükümeti dahi olmayan İsrail, bölge ülkelerini “Beyaz Saray’da sözü dinlenen ülke” illüzyonuyla ‘kandırmaya’ devam ediyor.
- Bölge ülkelerinin İsrail’e bakışında bir değişim söz konusu.
- İsrail’in BAE ve Bahreyn’e radar istasyonları yerleştirdiği iddia ediliyor.
- İsrail’in bölge ülkeleriyle istihbarat işbirliği gün geçtikçe artıyor.
- Bu durum bölge ülkelerinin İsrail’i terörle mücadelede meşru bir ortak olarak görmelerine olanak sağlıyor.
- Bu olumlu yaklaşıma rağmen bölge ülkeleri İsrail’in İran’a karşı yürüttüğü çok sayıda operasyonun kendilerini hedef haline getirmesinden korkuyor.
- İsrail, İran’da bilim adamlarına suikast düzenledi, Suriye’deki İran üslerini bombaladı.
- Suudi Arabistan ve BAE, İran’a karşı olsalar dahi İran’la direkt karşı karşıya kalmak istemeyeceklerdir. Suudi Arabistan, İran ile yeni bir sayfa açmak istiyor. BAE ve İran arasında ise devam eden ticaret ilişkileri mevcut.
- İsrail’in hava savunma sistemleri bu ülkelerin çıkarlarını korumaları için yeterli bir alternatif değil.
- İran karşısında Türkiye için de benzer bir durum söz konusu.
- İran ve Türkiye, Suriye’deki pozisyonları gereği sık sık karşı karşıya geliyor.
- Ancak iki ülke arasında ciddi ticaret ve turizm bağları mevcut.
- Bu sebeple Türkiye, İran-İsrail gerilimi için yeni bir sahne haline gelmek istemeyecektir.
- İran’ın Türkiye’de yaşayan İsraillilere suikast hazırlığında olduğu iddiası, Türkiye ve İsrail istihbaratları arasında yeni bir iş birliği yarattı.
- İsrail ile Türkiye arasındaki bu istihbarat işbirliği, Ankara’yı çok da istekli olmadığı bir pozisyona itiyor.
“İkiyüzlü Türkiye NATO Genişlemesi İçin Korkunç Bir Bedel İstiyor” başlığıyla Haaretz’de yayımlanan yazıda şunlara değiniliyor:[3]
- Türkiye sert muhalefetinden vazgeçerek Madrid’deki NATO zirvesinde İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girişine onay verdi.
- Ankara ve Batı’nın güvenlik öncelikleri birbirinden çok farklı.
- Batı açısından Rusya’nın Ukrayna ve ötesindeki saldırganlığı, Çin’in artan etkisi, iklim değişikliği, enerji kaynakları ve siber güvenlik konuları öne çıkıyor.
- İklim değişikliği ve siber güvenlik Türkiye’deki stratejik tartışmalarda pek yer almıyor. Çin’in artan gücü Erdoğan tarafından küresel istikrar için bir fırsat olarak görülüyor.
- Türkiye’nin başlıca güvenlik tehditleri iç tehditler (PKK, FETÖ) ve Suriye’deki iç savaş.
- Rusya ile Türkiye arasında ise hassas dengelere dayalı bir ilişki mevcut.
- Türkiye, Rusya’dan S-400 satın aldı.
- İki taraf da ticari ilişkileri geliştirmeye çalışıyor.
- İki ülke arasında güçlü bir enerji ve turizm iş birliği söz konusu.
- İki ülke Libya, Dağlık Karabağ ve Suriye’de karşıt pozisyonlarda yer aldı.
- Türkiye, Ukrayna’ya Bayraktar İHA satışı yapıyor ve Boğazları Rus gemilerinin geçişine kapattı.
- Türkiye, hava sahasını Rusya’ya kapatmayı reddetti.
- NATO genişlemesine onay vermesinin akabinde Türkiye’nin Rusya’ya yeni bir jest yapması oldukça muhtemeldir.
- Türkiye’nin, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılmasına karşı çıkmaktan vazgeçmesini sağlamak için üç ülke üçlü bir mutabakat imzaladı.
- Stockholm ve Oslo Türkiye’ye silah ambargosunu kaldırmayı, PKK’nın kendi topraklarındaki faaliyetlerini kısıtlamayı, Türkiye’nin PKK ve FETÖ üyesi olduğundan şüphelenilen kişilere yönelik iade taleplerini incelemeyi ve Suriye’de YPG/PYD’ye destek vermemeyi taahhüt etti.
- Bu taahhütlerin verilmesi Türkiye açısından bir başarı olarak nitelenebilir.
- Bu taahhütlerin somut olarak gerçekleşmesi şu anlamlara geliyor:
- Türkiye’nin Suriye’de Batı’nın müttefiki olan YPG’ye karşı operasyonlarının desteklenmesi,
- Bunu müteakip Türkiye’nin 1 milyon Suriyeliyi Suriye’nin kuzeyine yerleştirme planının desteklenmesi,
- PKK ve FETÖ üyelerinin iadesi.
- Türkiye, Batı’nın yukarıda sayılan hususlarda her türlü ikircikli tutumunu bir kötü niyet nişanesi kabul ederek Türkiye ile Batı arasında yeni bir krizi alevlendirmek için haklı neden olarak görecektir. Dolayısıyla NATO anlaşması bir sonraki yangına doğru bir geri sayımın başlangıcı olarak görülebilir.
“El Aksa ile Burç Halife Arasında: BAE İsrail-Filistin Çatışmasına Karşı Tutumunu Yeniden Tanımlıyor” başlığıyla Moşe Dayan Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezinde yayımlanan yazıda şu noktalara temas ediliyor:[4]
- İsrail-Filistin çatışması, BAE-İsrail ilişkileri açısından en önemli meydan okumadır.
- Mayıs 2021’de ve geçtiğimiz ramazan ayında yaşanan olaylar BAE’yi bir yol ayrımına koyuyor: İsrail ile normalleşmeyi sürdürmek yahut Filistinlileri savunmak.
- BAE, İsrail-Filistin çatışmasına bütüncül bir yaklaşım sergilemek yerine olayların konumuna göre tavır belirliyor.
- BAE’nin Gazze’deki olaylara yaklaşımı, Batı Şeria’daki olaylara yaklaşımından; Batı Şeria’daki olaylara yaklaşımı ise Kudüs’teki olaylara yaklaşımından farklıdır.
- BAE’nin Gazze Şeridine yaklaşımında İsrail lehine bir durum söz konusudur.
- Gazze’den İsrail’e yapılan roket atışları terörizm ve aşırılık olarak görülüyor.
- BAE, Hamas’ı şu sebeplerden ötürü onaylamıyor:
- Hamas, BAE tarafından Müslüman Kardeşlerin bir kolu olarak görülüyor.
- Hamas ile BAE’nin bölgesel rakibi olan Katar arasında güçlü bağlar var.
- Kudüs konusunda BAE’nin daha farklı bir pozisyonu var.
- Arap ülkelerinin çoğu Kudüs’ü (Doğu ve Batı) tanımlamak için “işgal altındaki topraklar” tabirini kullanıyor. İbrahim Anlaşmalarından bu yana BAE, “67 sınırları” ve “Doğu Kudüs” ibarelerini tercih ediyor.
- BAE açısından Doğu Kudüs, Filistin’in egemenliği altında olmalıdır ve bu hususta esnekliğe yer yoktur.
- BAE, İsrail’in Şeyh Cerrah’taki (Doğu Kudüs) eylemlerini sert biçimde kınadı ve İsrail’in eylemlerini “kendi topraklarında Filistinli sivillere karşı bir provokasyon” olarak niteledi.
- Şeyh Cerrah olayları sonrası diplomatik süreçlerde bir yavaşlama yaşandı. Benzer bir durumu gazeteci Şirin Ebu Akile’nin ölümü sonrasında da gözlemlemek mümkün.
- BAE, Kudüs konusundaki bu politikasını uluslararası arenaya da taşıyor. Geçtiğimiz ramazan ayında yaşanan olaylar hakkında BM Güvenlik Kurulunda bir oturum başlattı.
- BAE, İbrahim Anlaşmalarından önce olduğu gibi sonra da iki devletli çözümü desteklemeyi sürdürüyor.
- İbrahim Anlaşmaları BAE’nin bu duruşuna bir tezat teşkil etmiyor.
- BAE, İsrail ile Filistinli yetkililer arasında arabuluculuk yapma konusunda istekli ancak Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile aralarındaki gerginlik buna engel teşkil ediyor.
- BAE’nin Batı Şeria hususunda daha esnek ve sessiz bir politika takip etmesinin temel nedeni olarak Abbas ile arasındaki bu husumet gösterilebilir.
- Filistin ile BAE arasında gerçekleşecek olası müzakereler, BAE’nin Batı Şeria ve yerleşimler konusunda da daha sert bir tavır takınmasına sebep olabilir.
- İsrail-Filistin çatışması devam ettiği müddetçe İsrail, Arap dünyasıyla ilişkilerinde zorluklarla yüzleşmeye devam edecektir.
- Tarih, Arap ülkelerindeki idarecilerin çatışmalarla ilgili olayları affedebileceğini, ancak Arap Sokağının daha az bağışlayıcı olduğunu ve çoğu zaman affetmediğini gösteriyor.
“İki Normalleşme Hikayesi: İsrail’in Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn ile Normalleşmesi- Bölüm II” başlığıyla Moşe Dayan Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezinde yayımlanan yazıda şu noktalara temas ediliyor:[5]
- Bahreyn’in İsrail ile normalleşmedeki gerekçeleri birçok açıdan BAE ile benzerlik taşır.
- Stratejik ve güvenlikle ilgili hususlar: İran’a karşı dengeleyici, siyasal İslam’la mücadele, gelişmekte olan bölgesel güvenlik mimarisinin bir parçası olma, ABD ile ilişkiler vs.
- Ekonomik gerekçeler: enerjiye bağımlı bir ekonomiden küresel, teknolojik, hizmet ve ticarete dayalı bir ekonomiye geçiş için İsrail’in ortaklığı.
- Bahreyn açısından tüm bunlar önemli gerekçeler olsa da asıl gerekçe İran tehdidi.
- Bahreyn’de önemli bir Şii nüfus bulunuyor. Dolayısıyla İran hem iç hem dış güvenlik açısından varoluşsal bir tehdit olarak algılanıyor.
- Bahreyn, Suudi Arabistan ve BAE’nin güvenliği için kendisini kilit rolde konumlandırıyor: Bu ülkeleri İran’a karşı koruyan “jeo-stratejik kalkan”.
- Bahreyn-İsrail normalleşmesinden önce de iki ülke arasında ilişkiler gizli biçimde yürütülüyordu.
- Manama’da 2009’dan beri İsrailli diplomatların çalıştığı ama ticari örtü altında faaliyet gösteren resmi bir İsrail temsilciliği vardı.
- İstihbarat servisleri arasında yakın bir ilişki mevcuttu.
- ABD’nin bölgeden çekilmeye yönelik stratejisi İran tehdidi karşısında Bahreyn’in konumunu zayıflatıyor.
- Bahreyn, ABD’nin İran’a yönelik zayıf tutumundan endişe duyuyor.
- İbrahim Anlaşmalarının gelecekteki yörüngesi büyük ölçüde İran’a bağlı; İran ne kadar saldırganlaşırsa, bölgedeki devletleri tarihsel çekingenliklerini bir kenara bırakmaya ve İsrail’e karşı onunla birleşmeye itme olasılığı o kadar artar.
- BAE’den farklı olarak Bahreyn, Suudi Arabistan ile yakın ilişkilere sahip ve bir anlamda Suudi Arabistan’a bağımlı durumdadır.
- Bu nedenle İsrail-Bahreyn normalleşmenin içeriği ve zamanlamasının Riyad ile yakından koordine edildiği bildiriliyor.
- İsrail ile Bahreyn arasındaki ekonomik ilişkiler, İsrail-BAE arasındakine oranla oldukça yavaş ilerliyor.
- Bahreyn çok daha küçük bir devlet. BAE’ye kıyasla ekonomik hacmi de daha küçüktür ve büyük oranda Suudi Arabistan’a bağımlıdır.
- Bahreyn, daha az gelişmiş ve daha az küreselleşmiş bir ülkedir.
- İsrail ile Bahreyn’in iş dünyası kültürleri arasında önemli farklılıklar mevcuttur.
- Tüm bunlara ek olarak halen bürokratik engeller aşılabilmiş değil.
- Bazı Bahreynliler ülkelerinin, İbrahim Anlaşmaları ülkeleri arasında hiçbir şey elde edemeyen tek ülke olduğunu düşünüyor.
- Ancak İsrail ile normalleşme sayesinde Bahreyn, İsrail ve ABD gibi askeri açıdan güçlü iki önemli aktörle yakınlaşarak güvenlik konumunu güçlendirmiştir.
- Ekonomik işbirliğine kıyasla İsrail ile Bahreyn arasındaki askeri ve güvenlik işbirliği daha yüksek tempoda ilerledi.
- İsrail Dışişleri Bakanı Eylül 2021’de, Savunma Bakanı Benny Gantz Şubat 2022’de, Genelkurmay Başkanı Aviv Kochavi 10 Mart’ta Manama’ya bir devlet ziyareti gerçekleştirdi.
- Kasım 2021’de ABD, İsrail, Bahreyn ve BAE Kızıldeniz’de beş günlük çok taraflı bir deniz güvenlik operasyonları tatbikatı gerçekleştirdi.
- Savunma Bakanı Gantz’ın şubat ayındaki ziyareti sırasında iki taraf istihbarat işbirliği, askeri işbirliği (tatbikatlar dahil) ve ülkelerin savunma sanayileri arasında işbirliği konularında bir Mutabakat Zaptı imzaladı.
- Bahreyn ile askeri işbirliği, İsrail’i İran’a vuruş mesafesine getiriyor ve İran’ın Suriye ve Lübnan’daki ileri üslerine karşı bir önlem olarak görülebilir.
- İsrail Savunma Bakanı Gantz geçtiğimiz günlerde Knesset üyelerine, İran’ın füze, roket ve insansız hava araçlarına karşı çalışan ve halihazırda faaliyette olan Orta Doğu Hava Savunma İttifakı adlı bir girişimin varlığı hakkında bilgi verdi.
- Bazı Körfezli diplomatlar güvenlik işbirliğinin yüksek profilde seyretmesinden endişe duyuyor. Zira bu durum İran’ı kışkırtacak bir girişim olarak görülebilir.
- Bahreyn halkının çoğunluğunun İsrail ile normalleşmeden hoşnut olmadığı düşünülüyor. Normalleşme karşıtları üç grupta inceleniyor:
- Şii çoğunluk
- Arap milliyetçileri ve dindar bireyler
- Filistin yanlısı gençler
- İsrail ve bazı Arap devletleri arasındaki normalleşme, daha büyük bir bölgesel evrimin ve yeniden şekillenmenin bir parçasıdır.
- ABD’nin bölgeden çekilmesi ile ABD merkezli güvenlik mimarisi yerini bölge merkezli bir mimariye bırakmıştır.
- Ortaya çıkan bu bölgesel düzen resmi ittifaklara değil, “benzer düşünen” ortaklıklara ve ittifaklara dayanmaktadır. Üyelerinin birbirlerini savunacaklarına dair resmi taahhütler içeren bir “Orta Doğu NATO’su” olası değildir.
- Trump yönetimi ödüllendirici tavrıyla İbrahim Anlaşmalarının İslam dünyasında hızla yayılması açısından önemli bir katalizör görevi görüyordu. Biden’ın bölge ziyaretiyle bazı önemli ipuçları meydana çıkacak ama şimdilik normalleşme furyası duraklamış gözüküyor.
- İbrahim Anlaşmalarının gizli ortağı olarak görülen Suudi Arabistan ile İsrail arasında dolaylı bir ittifak söz konusudur. Körfez uzmanları, Veliaht Prens Muhammed bin Selman tahta çıkıp yönetimini sağlamlaştırana kadar iki ülke arasında tam bir normalleşme beklemiyor.
Referanslar
- https://www.jpost.com/middle-east/article-710166
- https://www.haaretz.com/middle-east-news/turkey/2022-06-22/ty-article/.highlight/saudi-turkish-detente-portends-powerful-regional-alliance/00000181-87ac-d0ac-a7bd-a7bfef8e0000?utm_source=dlvr.it&utm_medium=twitter
- https://www.haaretz.com/middle-east-news/turkey/2022-06-30/ty-article-opinion/.premium/two-faced-turkey-demands-a-terrible-price-for-nato-expansion/00000181-b40c-d445-afbd-bc1cf9960000?utm_source=dlvr.it&utm_medium=twitter
- https://dayan.org/he/content/5957
- https://dayan.org/content/tale-two-normalizations-israeli-normalization-united-arab-emirates-uae-and-bahrain-part-ii