Analiz – Anadolu Yakın Doğu Araştırmaları Merkezi http://ayam.com.tr Sun, 05 Dec 2021 07:21:51 +0000 tr hourly 1 http://ayam.com.tr/wp-content/uploads/2020/08/cropped-ayam-logo-100x100.png Analiz – Anadolu Yakın Doğu Araştırmaları Merkezi http://ayam.com.tr 32 32 182085277 İsrail’in Gözünden Tutuklanan Çift Olayı http://ayam.com.tr/analiz/israilin-gozunden-tutuklanan-cift-olayi/ http://ayam.com.tr/analiz/israilin-gozunden-tutuklanan-cift-olayi/#respond Sat, 04 Dec 2021 14:22:15 +0000 http://ayam.com.tr/?p=3210 İsrailli Mody ve Natali Oknin çifti Türkiye tatilleri esnasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konutunu görüntüledikleri gerekçesiyle casusluk suçlamasıyla gözaltına alınmıştı. Çift 18 Kasım itibarıyla serbest bırakılarak İsrail’e döndü. İsrail Başbakanı Naftali Bennett yaptığı açıklamada işbirlikleri için Türkiye Cumhurbaşkanına ve hükümetine teşekkürlerini iletti.

Neler Oldu?

  • İsrailli çift Erdoğan’ın konutunu fotoğrafladıkları gerekçesiyle askeri ve siyasal casusluk suçlamasıyla gözaltına alındı.
  • Çiftin deport edilmesi bekleniyordu ancak savcılık yaptığı mütalaada tutukluluk sürelerini 20 gün uzattı.
  • Bu uzatma kararıyla birlikte olay İsrail basının ana gündem maddelerinden birisi haline geldi.
  • İsrail Cumhurbaşkanı İsak Herzog, Başbakan Naftali Bennett ve Dışişleri Bakanı Yair Lapid yaptıkları açıklamalarda çiftin herhangi bir resmi kurumla bağları olmadığını açıkladılar.
  • İsrail adına süreci Yair Lapid yönetti. Başbakan Bennett de süreci yakından takip ederken İsrail basınında yer alan iddialara göre krizin uzaması ihtimaline karşı ABD ve çeşitli üçüncü ülkeler de süreçten haberdar edildi.
  • Bennett, bakanlara ve çiftin ailesine olay hakkında temkinli davranmalarını ve sessiz kalmalarını söyledi.
  • İsrail tarafı olayın bir krize dönüşmeden konsolosluk düzeyinde çözülmesi için çaba gösterdi. Basında hükümeti eleştiren çeşitli haberlere rağmen hükümet basına malzeme vermeden olayı sessizce halletmeyi seçti. 
  • Yaklaşık bir haftanın sonunda 18 Kasım tarihinde çift serbest bırakıldı ve İsrail’e döndü.
  • 18 Kasım’da İsrail Başbakanı Bennett, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı telefonla arayarak olayın çözülmesindeki katkılarından dolayı teşekkür etti. Bu görüşme 2013’ten bu yana bu seviyede gerçekleşen ilk telefon görüşmesi oldu.
  • İsrail basınında Türkiye adına süreci Hakan Fidan ve İbrahim Kalın’ın yönettiği bilgisi yer alıyor. Çiftin serbest bırakılmasında istihbarat diplomasisinin etkili olduğu da bir diğer iddia. 
  • İsrail basınında da yer alan bilgilere göre Mossad Başkanı Barnea ile Türk mevkidaşı Hakan Fidan arasında gerçekleşen görüşme olayın çözülmesinde kilit rol oynadı. Ayrıca İsrail’in Türkiye Maslahatgüzarı ve Misyon Şefi İrit Lillian ile İbrahim Kalın arasında da bir diplomatik görüşme trafiğinin gerçekleştiği bilgisine yer verildi.
  • İsrail basınında yer alan bilgilere göre çiftin serbest bırakılması karşılığında Türkiye herhangi bir talepte bulunmadı. Yediot Aharonot’taki bir haberde ise Türkiye’nin İsrail’e karşılıksız bir jest yapmasının mümkün olmadığı, muhtemelen Türkiye’nin Filistin’e yardım aktarma taleplerine karşılık verilmesinin gündeme geleceği ifade edildi. Aynı haberde ayrıca meselenin çabuk çözülmesinin iki ülke ilişkilerine olumlu yansıyabileceği belirtildi. Benzer şekilde Haaretz gazetesi de ismi verilmeyen bir diplomatik kaynağa dayandırdığı iddiasında İsrail’in Türkiye’ye gelecekte bir jestle karşılık verebileceğini ifade etti.
  • Erdoğan’ın meseleye şahsen dâhil olmasıyla birlikte sürecin hızlandığı bilgisi de çeşitli gazetelerde yer buldu.

Süreç İsrail Basınına Nasıl Yansıdı?

  • Gündem süresince sosyal medyada ve basında, “Türkiye’de antisemitizm” ve “Türkiye’ye turistik seyahatin tehlikeleri” ön plana çıkan başlıklar arasındaydı. 
  • Türkiye’nin Yahudiler için güvenli bir yer olmadığı söylemleri arasında sıkça “Gece Yarısı Ekspresi” filmine atıf yapıldı.[1] 1978 yılı ABD yapımı filmde Amerikalı bir turist arkadaşlarına haşhaş götürmek isterken Türkiye’de tutuklanarak cezaevinde işkence görüyordu.
  • Türkiye-İsrail arasındaki sabık krizlerde de olduğu gibi çeşitli siyasi gruplar (Likud ve Haredi partiler) sözde Ermeni soykırımı yasasını meclise daha güçlü şekilde getirmekle tehdit etti. Geçtiğimiz haftalarda Şas ve Likud milletvekillerinden oluşan bir grup Knesset üyesi tarafından İsrail’in sözde Ermeni soykırımını tanımasını öngören bir teklif meclise getirilmişti.[2]
  • Walla News’te yayınlanan bir yazıda İsrail’den Türkiye’ye giden turistlerin birçoğunun İsrailli Araplar olduğu ve THY’nin Ben Gurion Havalimanının birçok destinasyona açılmasında önemli bir rol oynadığı belirtilerek iki ülke arasındaki turistik ilişkilerin bu olaydan uzun vadede ciddi zarar görmeyeceği belirtildi.[3]
  • İsrail basınında sorulan sorulardan birisi de bu tutuklamada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne denli rol oynadığı ve hedefinin ne olduğuydu. Erdoğan’ın tutuklama sürecinden ne denli haberdar olduğu tartışıldı. İsrailliler tarafından cevap aranan en temel soru bu tutuklamanın olağan bir hukuki süreç mi yoksa hükümet tarafından kurgulanan bir siyasi hamle mi olduğuydu. Erdoğan’ın başından beri bu tutuklamadan haberdar olmasına pek ihtimal verilmezken, olay bir diplomatik meseleye dönüştükten sonra bunu bir pazarlık meselesi haline getirmek istediği kanısı basında ve sosyal medyada sıkça yer buldu. Bu noktada Türkiye’de hukukun durumuyla alakalı tartışmalar da yer aldı. Haaretz gazetesinden bir yazar İsraillilerin bu tutuklamadan mağduriyet devşirmekten memnun olduğunu belirtirken Türkiye’deki hukuk sisteminin bölgedeki askeri rejimler kadar kötü olmadığını ifade etti.[4]
  • Tartışılan bir diğer nokta ise çiftin tutuklanmasının geçtiğimiz ay MİT’in gerçekleştirdiği ve 15 MOSSAD ajanının tutuklandığı operasyonla alakası hakkındaydı. Dindar-Siyonist kesimin gazetesi Makor Rishon’da yer alan bir yazıda, Erdoğan’ın amacının İsrail’e, “Türkiye’de yapacağınız casusluk faaliyetleri böyle utanç verici sonlara sebep olabilir” mesajı vermek olduğu belirtildi.[5]
  • Maariv gazetesinde yer alan bir makalede ise Türkiye hakkında asılsız ithamlara yer verildi. Türkiye’nin bu tutumunun neredeyse bir alışkanlık haline geldiği, Türkiye’nin yabancı hükümetlere karşı güç kazanmak için “rehine diplomasisine” başvurduğu belirtildi. Benzer bir uygulamayı Çin’in Batılı ülkelere karşı uyguladığı ifade edildi.[6] Jerusalem Post’ta yayınlanan yazısında Seth Frantzman da benzer iddiaları dile getirerek rehine diplomasisi kavramını kullandı.[7]
  • İsrail, bu olayı ciddi bir krize dönüşmeden çözmüş olmaktan memnun gözüküyor. Bazı analistler olayın hızlı çözülmesinin ikili ilişkiler açısından olumlu sonuçlar getirebileceğini belirtse de mevcut durumda genel kanı henüz ikili ilişkilerde güvenin tesis edilemediği yönünde. 

Başvurular

1-  https://e.walla.co.il/item/3470806

2-  https://www.jpost.com/breaking-news/israeli-mks-submit-bill-to-recognize-armenian-genocide-684464 

3-  https://travel.walla.co.il/item/3471460

4-  https://www.haaretz.co.il/opinions/.premium-1.10393217 

5-  https://www.makorrishon.co.il/opinion/421343/ 

6-  https://www.maariv.co.il/journalists/opinions/Article-877841 

7-https://www.jpost.com/middle-east/after-israeli-couple-release-dont-fall-into-turkey-appeasement-trap-analysis-685339 

]]>
http://ayam.com.tr/analiz/israilin-gozunden-tutuklanan-cift-olayi/feed/ 0 3210
2021-2022 Kışında Beklenen Üç Kriz http://ayam.com.tr/analiz/2021-2022-kisinda-beklenen-uc-kriz/ http://ayam.com.tr/analiz/2021-2022-kisinda-beklenen-uc-kriz/#respond Fri, 03 Dec 2021 10:21:15 +0000 http://ayam.com.tr/?p=3202 2019’un sonlarında ortaya çıkan Kovid-19 salgınının bir sonucu olarak dünya çok katmanlı bir krizin içinden geçiyor. Virüs nedeniyle ülkelerin kapılarını dış dünyaya kapatması ve alınan tedbirler küresel ekonomi üzerinde birden fazla olumsuz etkiye yol açtı. Nitekim, üretim sürecinin durdurulması ve ticari tedarik zincirinin kesintiye uğraması; başta petrol ve gaz olmak üzere hammadde fiyatlarında önemli bir düşüşe neden oldu. Bu yazıda 2021-2022 kış döneminde küresel ekonomide beklenen ve emareleri ortaya çıkmaya başlayan; büyük ölçüde iklim değişiklikleri ve doğal kaynaklarla bağlantılı krizleri ele alacağız. 

Beklenen ilk kriz: Kışın çok soğuk geçmesi

İklim değişikliği insanların yaşamlarını, ekonomiyi ve ülkelerin koşullarını büyük ölçüde etkiliyor. Örneğin, sıcaklıklardaki düşüş, en önemlileri petrol, gaz ve kömür olan ısıtma kaynaklarına  yüksek talep nedeniyle günlük yaşam maliyetlerinin artmasına yol açıyor. Bu kaynakların fiyatındaki artış; diğer tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarına yansıyor.

Birçok hava durumu izleme merkezi; 2021-2022 kışının çok soğuk geçeceğini; normalden daha düşük sıcaklıklar kaydedileceğini öngörüyor. Bu tahminleri yürüten kurumlar arasında ABD Ulusal Kar ve Buz Veri Merkezi ve NASA da yer alıyor. 

Uzman meteoroloji ajanslarına göre, sıcaklıkları tahmin etmede güvenilebilecek birçok faktör var. Bunlardan belki de en önemlisi “gezgin kutup girdabı” olgusudur. Kutup girdabı, Kuzey Kutbunu çevreleyen bir rüzgar halkasıdır. Bu kuşak bölgedeki soğuk havayı sıkıca hapseder ve eğer zayıflarsa soğuk rüzgarlar Kuzey Kutbu sınırlarını terk ederek doğrudan sıcaklıkta düşüşe neden olur. Kutup girdabının bozulmasından en çok etkilenen kıtalar Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika’dır. NASA, Kuzey Kutbu’na yaptığı bir keşif gezisinden sonra, dünyanın çeşitli bölgelerinde, özellikle kuzey yarımkürede soğuk hava tahmininde bulundu. NASA misyonu, bu kış kutup girdabında büyük bir bozulmanın neredeyse kaçınılmaz olduğunu doğruladı.

Beklenen ikinci kriz: Enerji kaynakları (Gaz – petrol) fiyatlarındaki artış

Petrol ve gaz fiyatları, koronavirüs salgınının başlangıcında ve ortasında önemli bir düşüş yaşadı. Bu düşüş, Suudi Arabistan ve Rusya liderliğindeki petrol üreticisi olan OPEC+ grubunu her ay petrol bakanları düzeyinde toplantı yapmaya sevk etti. Bu toplantıların amacı; küresel talep ve ekonomik kapanma ile orantılı olarak üretim ve arzı azaltmak ve bir varil petrol fiyatının düşmesini engellemekti. 

OPEC+ ittifakının aldığı önlemlerin ardından petrol fiyatları yükseldi. Bir varil petrolün fiyatı, dünyanın çoğu ülkesinin seyahat yasağını kaldırması ve OPEC ittifakının üretimi azaltma politikası ve üretim miktarındaki kademeli artış ile beraber 60-65 dolar arasında sabitlendi, ardından 2021’in dördüncü çeyreğinde 80 dolar seviyesine kadar ulaştı.

Koronavirüs salgınının başlangıcında, doğal gaz fiyatları 1 milyon BTU başına 34 dolar kaydetti. Gaz fiyatları şu anda neredeyse yüzde 500 daha yüksek. Gaz fiyatlarındaki artışın başlıca nedenleri şunlardır:

  • Kışın soğuk geçeceğine ilişkin tahminlere göre doğal gaz fiyatlarının artmaya devam etmesi bekleniyor. Bu da ısınma amaçlı fabrikalarda, şirketlerde ve elektrik üretim süreçlerinde doğal gaz kullanan tüketicileri etkileyecektir.
  • Avrupa ülkelerinde, Rus arzının azalması ve Cezayir’den Fas topraklarına geçen boru hatlarından birinin kesintiye uğraması nedeniyle depolama seviyesinin düşmesi.
  • Küresel ekonomilerin pandemi sonrası gaz talebinde artışa tanık olması.
  • Birçok ülkenin petrol ve kömürden daha az karbondioksit salınımı yapması nedeniyle çevre dostu bir yakıt olarak sınıflandırılan gaza bağımlılığı.
  • Elektrik talebindeki artış.

Beklenen üçüncü kriz: Deniz taşımacılığının maliyetlerinin artması

Nakliye fiyatları birçok engel nedeniyle yüksek seyretmektedir. Gemilerin maruz kalabileceği korsanlık tehditleri, bazı ülkeleri su yolunu veya boğazını kapatmaya zorlayabilecek siyasi ve güvenlik gerilimleri ile pandemide patlak veren konteyner krizi deniz taşımacılığının maliyetlerini yükseltti. Pandeminin ardından Çin ve ABD başta olmak üzere küresel tedarik zincirlerinin hareketinin azalması ve limanları etkileyen grevler de nakliye maliyetlerini yükseltti. Örneğin, nakliye için belirlenen Çin’den gelen konteynerlerin en büyük kısmı, pandemi nedeniyle kapanmalar sırasında ABD’de kaldı. Dolayısıyla küresel talep arttığında, bu tankerlerin Çin’de bulunmaması, bu konteynerlere olan talebi artırdı. Buna bağlı olarak da dünyadaki navlun oranları arttı.

Kışın soğuk geçeceğine ilişkin beklentiler, artan enerji fiyatları ve nakliye maliyetleri hakkında yukarıda zikredilen noktalar, her türlü malın fiyatlarında ve dolayısıyla dünyanın birçok ülkesinde yaşam maliyetinde bir artış anlamına gelmektedir. OPEC+ grubu ülkelerinin başını çektiği enerji kaynakları üreten ülkelerin (Suudi Arabistan, Rusya ve Katar) önümüzdeki dönemde çok büyük finansal gelirler elde edecekleri açıktır. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın birçok ülkesi, küresel piyasalarda yoğun talep gören doğal gaz stoklarındaki açığı kapatmak için santral işletmek üzere kömür üretimini yeniden düşünmeye başlayabilir.

]]>
http://ayam.com.tr/analiz/2021-2022-kisinda-beklenen-uc-kriz/feed/ 0 3202
Bibizm Olgusu: Netanyahu İsrail Toplumunu ve Siyasetini Nasıl Böldü? http://ayam.com.tr/analiz/bibizm-olgusu-netanyahu-israil-toplumunu-ve-siyasetini-nasil-boldu/ http://ayam.com.tr/analiz/bibizm-olgusu-netanyahu-israil-toplumunu-ve-siyasetini-nasil-boldu/#respond Thu, 30 Sep 2021 14:20:01 +0000 http://ayam.com.tr/?p=3027 İsrail siyasetinin son 12 yılında kesintisiz olarak Başbakanlık yapan Binyamin Netanyahu, şüphesiz İsrail siyasetinde son dönemin en çok tartışılan aktörü oldu. Son İsrail seçimleri “Netanyahu hakkında referandum” olarak değerlendirilirken, öncesinde sağ ve sol olarak iki kutba ayrılan İsrail siyaseti artık Netanyahu yanlısı ve Netanyahu karşıtı olarak ikiye ayrılır oldu. (Ghitis, 2021) Aynı durum siyasi partilerde de görüldü. İsrail’de, Netanyahu’yu İsrail’in güvenliğinin teminatı olarak gören bir kitle olduğu gibi; İsrail demokrasisi için bir tehdit olarak görenler de var. Netanyahu hakkında en çok tartışılan konulardan biri de Netanyahu’nun yargı süreci:Netanyahu İsrail tarihinde görevdeyken yargılanan ilk Başbakan oldu. Netanyahu’nun iktidarda kalmak konusundaki ısrarcı çabaları, hakkında açılan davalarla da ilişkilendirildi. Zira, Netanyahu bulunduğu konumu yargı sürecini etkileyecek şekilde kullanmaktan çekinmedi. 2 yıl içinde 4 kere tekrarlanan İsrail seçimlerinde Netanyahu son ana kadar  iktidarda kalmak için tüm çabasını ortaya koydu. Netanyahu karşıtı blok ise Netanyahu iktidarına son vermek için tüm farklılıklarına rağmen ortak amaç uğrunda birleşti ve koalisyonu kurmayı başardı. Böylece, Netanyahu iktidar koltuğunu rakiplerine bırakarak, İsrail siyasetinde muhalefet kısmına geçti.  Rakiplerinin hükümeti kurmasından sonra yaptığı konuşmaya bakıldığında dahi Netanyahu için her şeyin bitmediği görülebilir. Zira, Netanyahu konuşmasında koalisyonu çok sert bir şekilde eleştirirken yakında geri döneceğinin mesajını da verdi. (Times of Israel, 2021)

Uzun ve kesintisiz iktidarı boyunca İsrail tarihi açısından önemli adımlar atmış olan Netanyahu,  halkın belli kesimleri tarafından koşulsuz şartsız desteklenmektedir. Netanyahu destekçileri daha çok sağ kesimden ve dindar Yahudilerden oluşmaktadır. Bu kesim Netanyahu aleyhine olan davalara kulak asmamakta ve Netanyahu’yu, İsrail’i güçlü kılan bir lider olarak tanımlamaktadır. Özellikle, Kudüs’ün başkent olarak kabul edilmesi, İsrail’in Golan tepeleri üzerindeki egemenliğinin tanınması Netanyahu’nun önemli başarıları arasında görülmektedir. Bunlara ek olarak, bölge devletleriyle İbrahim Anlaşmaları’nı imzalayarak İsrail’in bölgedeki konumunu güçlendirmesi de Netanyahu’nun diplomatik başarıları arasında görülüyor. Son olarak, İsrail nüfusunun Covid-19 salgınına karşı kısa sürede aşılanmış olması da Netanyahu’nun taraftarlarından beğeni toplamasını sağladı.  

Likud destekçilerinin yoğunlukla yaşadığı bölgelerde halkla yapılan röportajlar Netanyahu taraftarlarının son seçimlerle ilgili hayal kırıklıklarını ortaya koyuyor. (Kamar, 2021)  Netanyahu’yu doğrudan “Güvenlik” kavramının karşılığı olarak algılayan bu kesim, Netanyahu’nun iktidardan gidişini korkuyla karşılıyor. Nitekim, vatandaşlardan birinin “Bizi Hamas’tan ve İran’dan kim koruyacak?” şeklindeki sorusu bunu açıkça gösteriyor. Bir diğer vatandaş ise 30 sandalyenin boşa gittiğini düşünüyor ve bunu kabul  edemiyor, seçimleri demokratik bulmuyor ve diktatörlük olarak tanımlıyor. “Bibi’nin ayağa kalktığını ve bir konuşma yaptığını gördüğünüzde, bilgisi, kıdemi ve tecrübesiyle onun yerini alabilecek biri var mı?” diye soran diğer bir vatandaş da Netanyahu’ya olan hayranlığını gözler önüne seriyor. Netanyahu destekçilerinin genel fikrini gözler önüne seren bu röportajlar şunu gösteriyor ki, tıpkı Netanyahu gibi taraftarları için de her şey bitmiş değil. Aksine onlar da Netanyahu’nun geri döneceğine dair inançlarını koruyorlar. 

Netanyahu’ya bu denli bağlılık gösteren bu kitleler, Netanyahu’nun takma adı olan “Bibi” isminden yola çıkarak “Bibist” olarak isimlendiriliyor. Bibistlerin sahip olduğu ideolojiye “Bibizm” deniyor. Hayfa Üniversitesinden Sosyoloji Profesörü Sammy Smooha, Bibizm’in, devletin Yahudi kimliğini güçlendirmeyi demokratik kimliğini kaybetmek pahasına desteklediğini söylüyor. Ayrıca bu ideolojinin İsrail’deki Yahudileri önce Yahudi sonra İsrailli olarak tanımladığını ve Netanyahu’nun bunu Likud içerisindeki baskın fikir haline getirmeyi başardığını düşünüyor. (Maltz, 2020) 

Netanyahu’yu destekleyen sağ gruplar arasında dikkat çeken bir diğergrup da Haredilerdir. Kendi içinde farklı görüşler barındırmakla birlikte Haredi toplumu için İsrail devletinin kurulmuş olması nihai amaç değildir. Bu gruplar açısından bir Yahudi devletinin kurulmuş olması Mesihi çağa hazırlık aşamalarından birisi olarak ele alınmaktadır. Dolayısıyla Haredi siyasetinin temel hedefi devletin faydası değildir. Kendilerini, “toplumu Mesihî çağa hazırlayacak öncüler” olarak gören bu dinî topluluklar devlete ve onun mekanizmalarına pragmatik bir biçimde yaklaşmaktadır. (Inbari, 2009) Siyasetleri temelde devletin içerisinde dinî statükonun, kurumların ve faaliyetlerin güçlendirilmesi hedefine dayanmaktadır. 

İsrail’in mevcut seçim sistemi hükümet kurmak için irili ufaklı partilerden oluşan bir koalisyon ittifakını zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla mecliste birkaç sandalyeye sahip partiler dahi koalisyon açısından kritik bir konumda yer alabilmektedir. Netanyahu uzun süren Başbakanlığı döneminde iki senelik bir dilim hariç dindar partilere koalisyonda yer vermiştir. Koalisyon görüşmeleri adeta her partinin kendi kârını maksimize etmek üzere oturduğu bir pazarlık masası gibi olmuştur. Netanyahu iktidarı boyunca Haredi partilere sayısız tavizler verdi. Bu sayede Haredi partiler temsil ettikleri kitleye oranla orantısız bir güce sahip oldular. Bu partiler için Netanyahu’yu önemli kılan en temel -belki de tek- husus “Netanyahu’nun onlara her türlü tavizi vermeye hazır olması hatta bir anlamda mecbur olmasıydı” diyebiliriz.

Netanyahu döneminde, tapınak hareketlerine ve dinî STK’lara aktarılan bütçeler, Yeşiva öğrencilerinin askerlikten muafiyeti gibi birçok konuda toplumun diğer kesimleri tarafından ciddi tepki çeken kazanımlar elde eden Harediler, yeni hükümetle birlikte bu kazanımlardan bazı tavizler vermek zorunda kalacak gibi gözükmektedir. Her ne kadar Başbakan Bennet birçoklarına göre Netanyahu’dan daha radikal bir isim olsa da hükümetin yapısı gereği Haredi topluluğunun  bütün kazanımlarını koruması oldukça zor gözükmektedir. Ekonomi Bakanı olması sebebiyle bütçeleri elinde bulunduran Lieberman, bir Haredi düşmanı olarak bilinmektedir. Bu durum Haredilerin Netanyahu döneminde olduğu gibi ciddi bütçeler almasının önüne geçecektir. Ayrıca Ulaştırma Bakanı’nın solcu bir isim olması, Batı Şeria’daki yerleşim yerlerine götürülen altyapı yatırımlarında kesintilerin olmasına sebep olacaktır. Bütün bunların yanında Şabat günlerinde ulaşım, sivil evlilik gibi Haredi toplumu açısından kritik öneme sahip bazı meseleler de çoktan gündeme gelmeye başlamıştır. 

Bütün bu kayıpları göz önünde bulundurarak Haredi partilerin Netanyahu günlerine özlem duyacağını söylemek güç olmayacaktır. Ayrıca Likud halen İsrail’in en çok oy alan partisi ve Netanyahu da halen bu partinin başkanı. Dolayısıyla Haredi partiler Likud’a ve Likud’un başında olduğu sürece Netanyahu’ya yakın durmaya devam edeceklerdir. Zira Haredi partilerinin Likud’un olmadığı bir senaryoda farklı partilerle koalisyon kurması sayısal açıdan da zor gözükmektedir.

Netanyahu karşıtı grupların ise Netanyahu’ya bakışı oldukça farklıdır. Son dönemde de Netanyahu karşıtı protestolar sıklıkla vuku bulmaktadır. Öyle ki, koronavirüs salgını dolayısıyla yasaklanan gösteriler dahi protestocuların hızını kesmeye yaramadı. Zaten Netanyahu hükümetinin İsrailli Araplara karşı ırkçı tutumunu ve Filistin-İsrail meselesindeki duruşunu desteklemeyen Netanyahu karşıtı blok, koalisyon kurulmadan önceki süreçte yaşanan Filistin-İsrail gerginliğinden de Netanyahu’yu sorumlu tutmaktadır. Ayrıca, Netanyahu kişisel çıkarlarını göz önünde bulundurmak uğruna ülkenin çıkarlarını ikinci plana atmakla itham edilmektedir. Evinin önünde toplanan protestocular bu gerginliklerle ilgili “Netanyahu’nun İsrail için tehlikeli olduğu ve aşamayacağı  kırmızı çizgi olmadığı bir kez daha kanıtlandı.” şeklinde yorumda bulundu. (Jerusalem Post Staff, 2021) Netanyahu karşıtlarının Netanyahu’ya bakışı öyle bir noktaya geldi ki, demokrasinin devamlılığı için Netanyahu’nun gidişi bu kitle açısından elzem olarak görülmeye başlandı. Öyle ki, bu kitle tarafından son yapılan seçimler demokratik olmak ile Yahudi olmak arasında yapılan bir tercih olarak algılandı. (Levy, 2021) Netanyahu karşıtları, yeni hükümetin güvenoyu almasını  Tel Aviv’in Rabin meydanında coşkuyla kutladı. Kutlamaya katılanlardan birisi Netanyahu dönemiyle ilgili görüşlerini şöyle ifade etti: “Uzun zamandır süren çok kötü bir rüyaydı. Adeta bir kabustu.” İsrailli bir diğer vatandaş ise çok mutlu olduğunu belirtirken, “Nihayet o korkunç insandan kurtulduk, adını bile anmak istemiyorum” dedi. (Gavrielov, 2021) 

İsrail siyasetinde oldukça tartışmalı bir aktör olan Netanyahu, halkın farklı kesimleri tarafından da farklı algılanan bir isim. Muhalefet koltuğuna geçerken dahi geri döneceğinin mesajını veren Netanyahu, yeni hükümetin ilk günlerinden itibaren hükümete zarar vermeyi amaçlayan çalışmalarına başladı. Bunun için farklı konularda krizler çıkarmayı deneyecek olan  Netanyahu’nun en önemli amaçlarından biri de göz önünde bulunmayı ve gündeme  hakim olmayı sürdürmek… Fakat tüm bunları  Başbakanlık ofisinin imtiyazları olmadan sağlamakta zorlanıyor. (Pfefer, 2021)

Başvurular

Gavrielov, N. (2021, 06 13). In Tel Aviv, a dance party celebrates the exit of the ‘crime minister.’ New York Times. Retrieved 08 16, 2021, from https://www.nytimes.com/2021/06/13/world/middleeast/tel-aviv-netanyahu-opponents-celebrate.html

Ghitis, F. (2021, 04 1). Israel Is No Longer Right or Left. It’s Pro- and Anti-Netanyahu. World Politics Review. Retrieved 08 16, 2021, from https://www.worldpoliticsreview.com/articles/29537/israeli-elections-show-it-s-not-a-right-or-left-country-it-s-pro-and-anti-netanyahu

Inbari, M. (2009). Jewish Fundamentalism and the Temple Mount: Who Will Build the Third Temple? State University of New York Press.

Jerusalem Post Staff. (2021, 05 22). Anti-Netanyahu protesters blame PM for Gaza escalation. The Jerusalem Post. Retrieved 08 16, 2021, from https://www.jpost.com/israel-news/anti-netanyahu-protesters-to-gather-blame-pm-for-gaza-escalation-668825

Kamar, A. (2021, 06 18). Bibi Kısa Sürede Tekrar Dönecek, Onun Yerini Alacak Kimse Yok: Netanyahu Destekçileri Değişim Bekliyor (İbranice). Yediot Aharonot. Retrieved 08 16, 2021, from https://www.ynet.co.il/news/article/rJyI8lOsO

Levy, G. (2021, 06 27). Israel’s Moment of Truth Is Approaching – Will It Choose to Be Jewish or Democratic? Haaretz. Retrieved 08 16, 2021, from https://www.haaretz.com/opinion/.premium-israel-s-moment-of-truth-is-approaching-will-it-choose-to-be-jewish-or-democratic-1.9943467

Maltz, J. (2020, 08 07). Meet the ‘Bibists’: Netanyahu Loyalists Say There’s a Reason They’re Not Out in the Streets Defending Him. Haaretz. Retrieved 08 16, 2021, from https://www.haaretz.com/israel-news/.premium-meet-the-bibists-netanyahu-loyalists-explain-their-support-1.9054619

Pfefer, A. (2021, 07 26). Netanyahu Is Using the Third COVID Vaccine to Try to Remain Relevant. Haaretz. Retrieved 08 16, 2021, from https://www.haaretz.com/israel-news/.premium.HIGHLIGHT-netanyahu-is-using-the-third-covid-vaccine-to-try-to-remain-relevant-1.10036060

Times of Israel. (2021, 06 18). Full text: Netanyahu’s furious final speech after 12 years as prime minister. Times of Israel. Retrieved 08 16, 2021, from https://www.timesofisrael.com/full-text-netanyahus-furious-final-speech-after-12-years-as-prime-minister/

]]>
http://ayam.com.tr/analiz/bibizm-olgusu-netanyahu-israil-toplumunu-ve-siyasetini-nasil-boldu/feed/ 0 3027
BİDEN’IN ORTADOĞU POLİTİKASI: İLK İKİ YÜZ GÜNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRME http://ayam.com.tr/analiz/bidenin-ortadogu-politikasi-ilk-iki-yuz-gune-iliskin-degerlendirme/ http://ayam.com.tr/analiz/bidenin-ortadogu-politikasi-ilk-iki-yuz-gune-iliskin-degerlendirme/#respond Sun, 12 Sep 2021 07:51:04 +0000 http://ayam.com.tr/?p=2994 ABD’de Ocak 2021’de göreve başlayan Joe Biden yönetiminin ilk yüz günlük süre zarfında genel olarak dış politikası ve özel olarak Ortadoğu politikası şekillendi. ABD Başkanı Biden ilk olarak Avrupa’daki ittifak ağına ve küresel kurumlara vurgu yaparak “Amerika geri döndü” mottosunu dile getirdi. Biden yönetiminin iç politika gündeminde Kovid-19 salgınını azaltmak, aşı tedarikini sağlamak ve ekonomiyi canlandırmak yer alırken, dış politika gündeminde Rusya ve Çin’in dahil olduğu Asya-Pasifik bölgesi önemli bir yer teşkil etmektedir. ABD dış politikasında Barack Obama döneminde başlayan ve Donald Trump döneminde devam eden Asya’ya dönüş (Pivot to Asia) stratejisi Biden yönetimi dış politikasında da merkezi yere sahiptir. Bu bağlamda, Ortadoğu ABD’nin Asya’ya dönüş stratejisinde önemlidir. Zira, ABD’nin Asya-Pasifik bölgesine yönelişi bir ölçüde Ortadoğu’nun göreli istikrarına bağlıdır. Obama ve Trump döneminde başlayan ve Biden yönetimi ile devam edecek Rusya ve Çin’in dengelenmesi politikası Ortadoğu’yu Biden yönetiminin dış politika gündemine daha çok getirecektir. Bununla birlikte, Biden yönetimi Obama ve Trump dönemi Ortadoğu’sundan farklı bir Ortadoğu ile karşı karşıya kalmıştır. Bu bağlamda, Biden yönetimi Rusya ve Çin’in Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmesi sonucunda rekabetin arttığı ve ABD’nin daha az çıkarına olan bölgesel bir oyun sahası ile karşı karşıya kalmıştır. Nitekim, Obama döneminde başlayan ve Trump döneminde devam eden Ortadoğu’da Rusya’ya karşı yetersiz dengeleme (underbalancing) Rusya’ya büyük bir nüfuz alanı açtı. Keza, Çin Kuşak ve Yol Girişimi ile Ortadoğu’daki nüfuzunu artırmıştır. Son olarak, Çin İran ile 400 milyar dolar değerinde 25 yıllık bir anlaşma imzaladı. Dolayısıyla, ABD’nin Asya’ya dönüş stratejisinde önemli yeri olan Rusya ve Çin’in Ortadoğu’daki nüfuz alanlarını genişletmesi, Biden yönetiminin Asya-Pasifik bölgesine yönelik politikasının Ortadoğu’dan başladığını göstermektedir. 

Biden yönetimi göreve başladığından beri ilk yüz günlük süre zarfında Ortadoğu politikası üç mesele (Körfez ile ilişkiler, İran dosyası ve İsrail) üzerinden şekillenmiştir. Körfez dosyasında, Biden yönetiminin Ortadoğu’yu Avrupa ülkeleri ile “ortak çıkar alanı” olarak ifade ederek Avrupa ile tarihi ortaklığını restore etmesidir. Körfez ile ilişkiler hususunda Biden liderliğinde transatlantik ittifak Körfez İşbirliği Konseyi’ni (KİK) istikrarlı bir yapıya kavuşturmayı hedeflemektedir. Katar ablukası kaldırılarak güçlendirilmesi istenen KİK’in İran’a karşı bir denge unsuru olarak kullanılması beklenmektedir. Bunun yanında, Ortadoğu’da Trumpsızlaştırma politikası izleyeceğini ilan eden Biden, ABD dış politikasında insan hakları değerlerinin ön plana çıkarılacağını da ifade etti. Bu minvalde, Biden seçim sürecinde “bitmek bilmeyen savaşlara” son verme vaadi doğrultusunda savaşlara ilişkin diplomasiyi ön plana çıkardı. Bu minvalde, Biden yönetimi Yemen’de askeri saldırılara desteğini keserek Birleşmiş Milletler (BM) gözetiminde savaşa diplomatik bir çözüm bulmak amacıyla özel bir temsilci atadı. Suriye İç Savaşında da Biden yönetimi Suriye’nin Kuzeydoğusundaki ABD askeri birliklerini kaldıraç olarak kullanarak BM öncülüğünde yürütülen diplomatik sürece yeniden angaje olmayı hedeflemektedir. Ayrıca, Biden 2001 yılından beri Afganistan’da bulunan ABD askeri birliklerini geri çekti. Biden, 20 yıl boyunca 300 bin askeri birliği haiz Afgan Ulusal Ordusuna takriben 90 milyar dolar harcayan ve 2400 askerini kaybeden ABD’nin Afganistan’dan çekilişini önceki yönetim döneminde varılan “çekilme anlaşması” ile izah etti. Biden seçim vaadini gerçekleştirmesine rağmen Batılı müttefikleri ABD’nin çekilişi esnasında yaşanan hengamenin genel olarak Batı siyaseti imajına zarar verdiğini fark ettiler. Dolayısıyla, Biden yönetimi döneminde ABD’nin Afganistan hezimeti stratejik körlük ile sonlandı. Son olarak, Ortadoğu’da Trumpsızlaştırma politikası ve dış politikada insan haklarını ön plana çıkarma bağlamında Biden yönetimi Suudi Arabistan ile ilişkilerine yeniden şekil vererek ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerde saatleri Trump öncesi döneme aldı. Biden yönetiminin Suudi Arabistan ile ilişkilerinde Yemen krizi ile siyasi ve toplumsal muhalefet gruplarının hapse atılması gündeme geldi. Biden Yemen Savaşını “insani ve stratejik bir felaket” olarak niteleyerek Suudi Arabistan’a Yemen’de saldırı amaçlı kullanılması muhtemel silah satışlarına yasak getirdi. Hatta, Birleşik Krallık hükümetinden benzer bir adım atmasını da bekledi. Ancak, Boris Johnson hükümeti yasak getirmedi. Buna rağmen, Biden yönetimi terörizm ile mücadele ve İran’ı dengeleme hususunda Suudi Arabistan ile işbirliğini devam ettirmektedir. Biden yönetimi saldırı amaçlı kullanılması muhtemel silahların satışına yasak getirse de İran bağlantılı milis yapılardan gelebilecek insansız hava aracı ve füze saldırılarına karşı savunma amaçlı silahları tedarik etmeye devam etmektedir. Bu anlamda Biden yönetimi Suudi Arabistan’ın Rusya ve Çin ile savunma işbirlikleri kurulmasını engellemeyi hedeflemektedir. 

Biden yönetiminin Ortadoğu politikasında maliyeti azaltmak amacıyla Avrupa ülkeleri ile olan transatlantik ittifakı ihya ettiği ikinci husus ise İran dosyasıdır. Bu dosya aynı zamanda Biden’ın Ortadoğu’da Trumpsızlaştırma politikası izleyeceği iddiası doğrultusunda İran ile nükleer anlaşmaya dönüşü içermektedir. Biden yönetimi Trump döneminde ABD’nin KOEP’den (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) tek taraflı çekilmesinin İran’ı Çin ile ekonomik ve stratejik iş birliği oluşturmaya ittiğini fark etmiştir. İran dosyasında Almanya, Fransa ve İngiltere’den müteşekkil E3 grubu ABD ile İran arasında nükleer müzakerelerin yürütülmesi için yoğun diplomasi yürütmüştür. Biden yönetiminin İran ile nükleer müzakerelere girme amaçları arasında İran ve bölgedeki İran destekli milis gruplarla çatışmaktan kaçınmak ve İran’ın daha çok uranyum zenginleştirerek nükleer silah elde etmesine seyirci kalmama isteği bulunmaktadır. Biden İran ile nükleer anlaşma görüşmelerine dolaylı olarak başlasa da ABD’nin İran ile nükleer anlaşmaya dönmesi beklenenden yavaş seyretmektedir. İran’ın balistik füzeler, vekil güçlerine destek ve KOEP yükümlülüklerine uyup uymayacağı konuları ve Biden’ın İran’ın yükümlülüklerini yerine getirmesine karşılık yaptırımların bir kısmını kaldırmasının iç politik maliyet taşıması ABD ile İran arasındaki görüşmeleri sürüncemede bırakabilir. İran ilk önce ABD’nin yaptırımlarını kaldırmasını isterken, Biden yönetimi İran’ın uranyum zenginleştirme düzeylerini 2015 antlaşmasında kabul edildiği düzeye indirilmesini talep etmektedir. Nükleer görüşmeler halihazırda devam ederken İran ile normalleşme süreci sancılı geçebilir. Irak’ta ABD üslerine yönelik saldırılar gerçekleşirken İran’da Natanz uranyum zenginleştirme tesisinde sabotaj olduğu kabul edilen bir patlama meydana gelmişti. Son olarak, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin ABD ve AB’nin nükleer anlaşma konusunda taahhütlerine uymadığını ifade etmesi nükleer görüşmelerin akıbetini belirsiz kılmaktadır.

Biden yönetiminin Ortadoğu politikasında İsrail-Filistin’in yerine gelince, Biden döneminde ABD ile İsrail arasındaki ilişkinin Trump dönemindeki kadar yakın olmayacağı beklenmiştir. Ortadoğu’da Trumpsızlaştırma politikası izleyeceğini ilan eden Biden’ın İsrail-Filistin meselesine yaklaşımı Trump öncesi ABD politikasına dönüşü temsil etmektedir: iki devletli çözüme retorik destek vermek, Filistinlilere insani yardımda bulunmak ve İsrail’e koşulsuz askeri ve diplomatik desteği devam ettirmek. Biden yönetiminin İsrail-Filistin politikası Mayıs 2021’de İsrail-Hamas çatışmasında sınanmıştır. Biden yönetimi İsrail-Filistin çatışmasında ABD’nin geleneksel iki devletli çözümünü dile getirmiş ve Filistin’e yapılan yardımları yeniden başlatmasına rağmen İsrail-Hamas çatışmasında İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu ifade etmiştir. Demokrat Parti içinden gelen baskılar neticesinde ABD içindeki politik maliyetleri hesaba katarak İsrail’e ateşkes için baskı yapmıştır. Biden yönetiminin İsrail-Filistin politikasında üçüncü unsur olan İsrail’e koşulsuz askeri destek vermesi İsrail’e 735 milyon dolarlık hassas güdümlü füze satışına onay vermesi örnek gösterilebilir. 

Biden yönetimi, İran gibi düşman devletlerle ilişkilerini normalleştirmek isterken Türkiye gibi bazı bölge ülkelerinin mevcut dış politika yönelimlerini terk etmeleri için çaba göstermektedir. Biden döneminde ABD ile Türkiye ile ilişkilerinde kötü bir başlangıç olmuştur. Trump döneminde devralınan S-400 meselesi yanında Biden yönetiminin Suriye politikası Obama ve Trump dönemi politikasının devamı niteliğindedir. Biden yönetimi PYD’ye verilen desteği devam ettirmektedir. Ayrıca, Türkiye’yi insan hakları ihlalleri nedeniyle eleştiren Biden, 1915 olaylarına ilişkin “soykırım” açıklamasında bulunması ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerde bir diğer krize sebep olmuştur. Biden’ın açıklaması Ermenistan’da Başbakan Nikol Paşinyan’a karşı rekabet eden revizyonistlere destek olarak görüldü.

Sonuç olarak, Biden yönetimi Trump yönetiminin bıraktığı Ortadoğu politikasına yeniden bir ayar verme peşindedir. Biden yönetiminin Ortadoğu politikasının Trump dönemi milliyetçiliği ve Obama dönemi küreselcilik idealizmi’nden farklı olarak sınırlı bir pragmatik angaje politikası olduğu görülmektedir. Ancak, bu politikayı uygulamak iki sebeple zordur. Birincisi, ABD’nin Ortadoğu politikasını düşük profilli tutmak ve bazı bölgesel krizlere müdahale etmek Ortadoğu’da güç boşluğu doğurmaktadır. Bu güç boşluğu İran, Türkiye ve Rusya gibi bölgesel ve küresel aktörler tarafından doldurulmaktadır. Biden yönetiminin Ortadoğu politikasının ikinci zorluğu ise ABD’nin bölge devletlerine baskı ve sopa politikası uygulamasıdır. Bu politika bölge devletlerinin alternatif iş birlikleri arayışına girmelerine ve diğer küresel güçler ile yakınlaşmalarına sebep olmaktadır. Son dönemde Ortadoğu’da Çin ve Rusya bölge devletleri ile ilişkilerini geliştirirken ABD hem müttefik hem de düşman devletler ile gergin ilişkilere sahip olmuştur. Dolayısıyla, Biden yönetiminde ABD’nin Ortadoğu politikasının kayda değer bir değişim göstermesi beklenmemektedir. 

]]>
http://ayam.com.tr/analiz/bidenin-ortadogu-politikasi-ilk-iki-yuz-gune-iliskin-degerlendirme/feed/ 0 2994
Saadet Partisi’nde Yaşanan İç Çatışmanın Önümüzdeki Dönemde Türk Siyasetine Yansımaları http://ayam.com.tr/analiz/saadet-partisinde-yasanan-ic-catismanin-onumuzdeki-donemde-turk-siyasetine-yansimalari/ http://ayam.com.tr/analiz/saadet-partisinde-yasanan-ic-catismanin-onumuzdeki-donemde-turk-siyasetine-yansimalari/#respond Tue, 13 Jul 2021 13:18:58 +0000 http://ayam.com.tr/?p=2840 Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı ve Milli Görüş hareketinin manevi babası olarak bilinen Oğuzhan Asiltürk, mevcut parti yönetimini değiştirmeye yönelik bir hamle yaparak; 15 Haziran’da partililere olağanüstü kongre çağrısı yaptı. Asiltürk, konuyla alakalı yaptığı Twitter paylaşımlarında, partinin kuruluşundaki değerlerden uzaklaştığı imasında bulundu. Paylaşımlarında Saadet Partisi yönetimine birtakım eleştiriler de yönelten Asiltürk, partinin mevcut söylemiyle gençlerin beklentilerini karşılamadığını ve onları etkilemediğini ifade etti. Saadet Partisi’nin, Necmettin Erbakan’ın direktifleri ve vizyonu ışığında çalışması gerektiğini vurguladı.

Saadet Partisi Millet İttifakı’nda mı kalacak, Cumhur İttifakı’na mı katılacak?

Parti içinde tartışma, Genel Başkan Temel Karamollaoğlu’nun 2018 genel seçimlerinde “Millet İttifakı”na katılma kararının ardından başlamıştı. Bu ittifak, İslamcı Saadet Partisi’nin, AK Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin oluşturduğu muhafazakar sağa karşı; muhalif ve lâik Cumhuriyet Halk Partisi ile aynı safta yer alması anlamına geliyordu.

Saadet Partisi bu ittifaka dahil olarak 20 yıl aradan sonra ilk kez TBMM’ye 2 milletvekili ile girmeyi başardı. Parti, iktidara karşı siyasetinde bu ittifak çerçevesinde hareket eder hale geldi. Saadet Partisi, söylemlerinde; kuruluşundan bu yana olduğu gibi İslami meselelere ve dış politikaya odaklanmak yerine ülkenin ekonomik sorunlarına ve özgürlük meselelerine yoğunlaştı.

Bu ittifak çerçevesinde parti lideri Temel Karamollaoğlu, partinin daha “açık” bir ideolojiyle, ittifakta yer alan lâik partilerle ilişkilerini yönetebilen yeni ve genç kadrolara ihtiyaç duyduğunu düşünmesi parti içerisinde geniş tartışmalara yol açmıştır. Öyle ki; parti içinde bazı kesimler partinin kendi kimliğini kaybederek Millet İttifakı potasında eridiğini düşünmüştür. 

Oğuzhan Asiltürk liderliğindeki partinin geleneksel İslamcı düşüncesini benimseyenler, partinin iki paralel eğilim içinde kendini kaybettiğini ve tehlikeli bir yolda ilerlediğini savunmuştur. 

İlk eğilim: Saadet Partisi, müttefikleri ile ilişkilerini olumsuz anlamda etkileyebilecek herhangi bir “radikal” söylemde bulunmaksızın; tamamen İslami söylemlerden kaçınmış ve hükümete yönelik eleştirisini yalnızca ekonomik ve sosyal meselelerle sınırlı bırakmıştır. 

İkinci eğilim: Partinin; yönetim ve merkez komitesini; Saadet Partisi’nin geleneksel ideolojisine daha az bağlı yeni liderlerle değiştirmesi. Bu değişim hamlesi, Ankara’daki parti yönetimiyle sınırlı kalmamıştır. Karamollaoğlu, farklı illerdeki parti liderlerini değiştirmek için çabalamış, İstanbul İl Başkanı Abdullah Sevim’i görevden almaya kalkışınca partinin iki kanadı arasında büyük bir tartışma patlak vermiştir. Sevim, kendisini bu göreve aday gösteren kişinin Oğuzhan Asiltürk olduğunu ve görevini bırakmayı reddettiğini ifade ederek değişime direnmiştir. Ta ki Oğuzhan Asiltürk araya girip “fitne”ye karşı istifasını isteyinceye kadar!

Saadet Partisi’nin izlediği bu politika geniş kitlelerde tepkiyle karşılandı. Partinin gençlik kolu olan Anadolu Gençlik Derneği, parti kararlarından uzakta, bazen de parti kararlarının aksi yönünde hareket ederek; Oğuzhan Asiltürk’ün etkisiyle hareket etti. Bu da taraflar arasındaki ayrılıkların büyümesine ve basına yansımasına neden oldu. 

Parti içindeki kanatlar arasındaki ayrılıkların en göze çarpanı, Boğaziçi örneğiydi. Üniversiteye yeni rektörün atanmasına karşı çıkan öğrenciler, Türk halkının tepkisine yol açan Kabe’ye yönelik hakaret içerikli pankartlar taşımıştı. O dönemde Anadolu Gençlik Derneği, Kabe’ye hakareti kınayan bir gösteri düzenledi. Türk halkının bu saygısızlığa karşı yekvücut olmasına rağmen, Saadet Partisi İl Gençlik Kolları Başkanlığı yapan Ali Aktaş, yaptığı açıklamalarda, görüntülerin bir ifade özgürlüğü olduğunu ve Kabe’ye hakaret içermediğini belirtti!

Bu açıklamalar, Oğuzhan Asiltürk’ü Saadet Partisi’ndeki yeni kadrolara açık bir itiraz mesajı ileterek; Ali Aktaş’ı partiden ihraç etmek için bizzat müdahale etmesine yol açtı.

2023 yolunda AK Parti ve Erdoğan’ın yakaladığı tarihi fırsat

Erdoğan, 2018 genel seçimlerinde Saadet Partisi’nin muhalefet kanadında yer alan Millet İttifakı’na katılmasını pek önemsemedi. Bilakis, hem 2018 seçimlerinde hem de önceki seçimlerde MHP’nin etkisi altında onlarla ittifak yapmayı reddetti. Ancak, AK Parti 2019 yerel seçimlerinde ilk kez İstanbul’u  kaybetti. AK Parti, İstanbul’u yeniden alabilmek için Saadet Partisi’nin aldığı az sayıdaki oyun yeterli olduğunu fark edince, Saadet Partisi ile ilişkilerini yeniden tesis etme çabasına girdi. 

Bu yakınlaşma hamlesi, AK Parti’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Binali Yıldırım’ın Milli Görüş hareketinin köklü gazetesi Milli Gazete’yi ziyaret etmesiyle başladı. Yıldırım, ziyaret sırasında şu mesajı vermişti: “Kardeş, kardeşin safında durur, başkalarının safında değil!” 

İkinci turu düzenlenen İstanbul seçimlerinde bu çabalar AK Parti’nin kazanmasına yetmedi. CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Ekrem İmamoğlu seçimi kazandı. Böylece AK Parti, seçimlerde herhangi bir kesimin oyunu kaybetmemenin önemini anladığı acı bir ders aldı. 

2019 seçimlerinden sonra, parti içindeki bazı kaynaklara göre Saadet Partisi’nde Oğuzhan Asiltürk’e yakın kişiler ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nden yetkililer arasında çeşitli görüşmeler gerçekleşti. Bu görüşmeler kapalı kapılar ardında gerçekleşti. Ta ki, 2021 yılının başlarında Ramazan’ın ikinci gününde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Asiltürk ile birlikte iftar yapana dek… 

Görünüşe göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, geleneksel İslami kökenli figürlere güvenmek istiyor. Bunun nedeni; ittifak yaptığı milliyetçilerin devlet kurumlarındaki hakimiyetini azaltmak ve milliyetçiler içindeki farklı kanatlar arasında ekonomik konularda yaşanan çekişmeler üzerinden kamuoyunda Erdoğan liderliğindeki Cumhur İttifakı’nın zedelenen imajını düzeltmek. 

Gelecek senaryoları: 

Saadet Partisi içerisindeki geleneksel İslami eğilim, bugün AK Parti ile ilişkiler konusunda bir iç çatışma da dahil, iki akım arasında önemli bir yol ayrımında:

Temel Karamollaoğlu liderliğindeki akım; AK Parti ve Erdoğan’ın Türkiye’ye çok zarar verdiğine inanıyor. Erdoğan’ı devirmek ve 2023 seçimlerini kazanmasına izin vermemek için aşırı lâik sol dahi olsa herhangi bir partinin yanında yer almayı meşru görüyor.  

Oğuzhan Asiltürk’ün başını çektiği akım; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son dönemde Ayasofya Camii’ni açma politikaları ile Batı ve Amerikan karşıtı hamlelerinin Milli Görüş hareketinin vizyonu çerçevesinde olduğuna inanıyor. Bu nedenle içeride ve dışarıda zor bir dönemden geçilen bu süreçte Erdoğan’a destek verilmesi gerektiğini düşünüyor. Daha önce iki taraf arasında emsali olmayan bir adım olarak; Cumhurbaşkanı Erdoğan da böyle bir işbirliğine yeşil ışık yakıyor.

Yukarıda zikredilen gelişmeler ışığında, Saadet Partisi içerisindeki mevcut tablo iki senaryo ile sonlanabilir:

Birinci senaryo; büyük olasılıkla; tabanın geniş kitlesini etkileyen  Oğuzhan Asiltürk’ün Saadet Partisi’nin mevcut yönetimini ortadan kaldırmayı başarmasıdır. Parti yönetiminin değiştirilmesi; partinin politikasını ve Türkiye siyasi haritasındaki konumunu da değiştirecektir. Şayet bu senaryo gerçekleşirse, Saadet Partisi’nin Millet İttifakı yerine Cumhur İttifakı ile daha fazla yakınlaşmasına tanık olacağız. Bu değişim partinin genel kongresinin tekrar yapılmasından sonra Temel Karamollaoğlu’nun kaybetmesiyle mümkün olacaktır.

İkinci senaryo ise; Temel Karamollaoğlu’nun bir sonraki kongrede yeniden genel başkan olmasıdır. Bu da Saadet Partisi içinde büyük bir bölünmeye yol açacaktır. Bu bölünme; Karamollaoğlu liderliğindeki partinin geleneksel İslamcı kesimden uzaklaşarak; Türk seçmeninin yüzde 1,5’ini temsil eden parti seçmeninin oylarının Oğuzhan Asiltürk’e yakın olanlar tarafından kurulabilecek yeni bir partiye kaymasına yol açabilir. 

Bu iki senaryodaki değişmez faktör, parti içindeki iki akım arasındaki sorunların geri dönüşü olmayan bir noktaya ulaşmış olmasıdır.

]]>
http://ayam.com.tr/analiz/saadet-partisinde-yasanan-ic-catismanin-onumuzdeki-donemde-turk-siyasetine-yansimalari/feed/ 0 2840
İSRAİL’İN DEĞİŞİM HÜKÜMETİ VE GELECEĞİNE YÖNELİK SENARYOLAR http://ayam.com.tr/analiz/israilin-degisim-hukumeti-ve-gelecegine-yonelik-senaryolar/ http://ayam.com.tr/analiz/israilin-degisim-hukumeti-ve-gelecegine-yonelik-senaryolar/#respond Mon, 12 Jul 2021 13:15:26 +0000 http://ayam.com.tr/?p=2828 Dördüncü kez seçime giden İsrail’de hükümet uzun uğraşlar sonucunda kuruldu. Mecliste en çok sandalyeyi alan Likud Partisi lideri Binyamin Netanyahu, hükümeti kurmakla görevlendirilen ilk lider olmasına rağmen başarısız oldu ve hükümet kurma görevi, Gelecek Var Partisi lideri Yair Lapid’e verildi. Lapid kendisine tanınan sürenin son saatlerinde koalisyon ortakları ile anlaşmayı imzalamayı başardı. Böylece, İsrail’in otuz altıncı hükümeti için koalisyon ortakları belli oldu.

Koalisyon anlaşmasının imzalanması Netanyahu’nun mücadeleden vazgeçmesi için yeterli olmadı. Netanyahu ile aynı partiden olan Meclis Başkanı güven oylamasının tarihini netleştirmekte hayli yavaş davrandı. Aradaki bu zaman diliminde Netanyahu da koalisyonun dağılması için elinden gelen her türlü çabayı gösterdi. Koalisyon anlaşmasından güven oylamasına dek geçen süreçte gelişen Filistin-İsrail gerginliği de sürecin gidişatı hakkında soru işaretleri oluşturdu. Netanyahu yeni koalisyonun dağılması uğrunda Başbakanlık koltuğundan vazgeçmeyi dahi göze aldı ve koalisyon ortağı ve aynı zamanda Savunma Bakanı olan Mavi Beyaz Partisi lideri Benny Gantz’e değişim koalisyonundan ayrılması karşılığında Başbakanlık koltuğunu teklif etti. Ancak, Netanyahu’nun tüm çabaları sonuçsuz kaldı ve Değişim Hükümeti 59 ret oyuna karşılık 60 kabul oyu ile güvenoyu aldı. Tüm bunlar, hayatının 15 yılını (1996 ve 1999 yılları arasında 3 yıl ve 2009 yılından itibaren 12 yıl) Başbakan olarak geçirmiş olan Netanyahu’nun iktidardan vazgeçmesine yetmedi. Meclisteki konuşmasında bu yeni hükümeti devirmek için çalışacağını ve bunun beklenenden çok daha kısa sürede gerçekleşeceğini söyledi. 

 Değişim  Hükümeti’nin karşı karşıya olduğu en büyük zorluk, bu hükümetin oldukça kırılgan bir yapıda oluşudur. Zira, oluşumun 8 farklı partiden meydana gelmesi ciddi ideolojik farklılıkları beraberinde getirmektedir. Bu nedenle partilerin beklentileri ve hedefleri birbirinden ayrışıyor. Hatta çoğu zaman ters düşüyor. Bu hükümet tarihte bir ilke de şahitlik ediyor. Zira, ilk kez Arap kökenli bir parti hükümet ortağı oldu. Ra’am Partisi’ni diğer Arap partilerinden ayıran özellik ise pragmatik bir bakış açısına sahip olmasıdır. Parti lideri Mansur Abbas, meclisteki konuşmasını Arapça olarak yaptı ve bu davranışı da savunduğu ideolojinin bir hatırlatması niteliğindeydi. Değişim Hükümeti’nde herhangi bir bakanlık almayan Abbas, mecliste Arapların menfaatini gözetmeyi hedefliyor. Değişim Hükümeti’ni bir araya getiren nokta ise hükümet ortaklarının Netanyahu karşıtı bir blokta toplanmasıdır. Ortak bir ideolojisi olmayan, çok farklı ve hatta birbirine zıt tabanlardan gelen bu partilerin kurduğu koalisyonunun ömrü ise herkes tarafından merak edilen bir konu haline geldi. Ortak hedefleri Netanyahu iktidarına son vermek olan bu partilerin, “hedef ortadan kalktıktan sonra” bir arada kalabilmek için bugünkü gibi bir çaba gösterme ihtimalleri ise oldukça düşük. Fakat bu noktada Netanyahu’nun mecliste yaptığı konuşma, aslında koalisyonun yardımına yetişebilecek niteliktedir. Öyle ki, Netanyahu meclis konuşmasında geri döneceğini belirterek hükümet bileşenlerine ciddi bir uyarıda bulunmuş oldu. 

Bununla birlikte, Netanyahu tehdidinin varlığını sürdürmesi, hükümetin birliğinin kesinkes devam edeceği anlamına gelmiyor. Değişim Hükümeti’nin kurulması noktasında her partinin beklentilerini aşağı çekmesi ve bazı noktalarda feragat etmesi gerekmişti. Aynı yolu yönetimde iken devam ettirip ettirmeyeceklerini önümüzdeki günler gösterecek. Hükümet kurma pazarlıkları esnasında Lapid, 8 parti arasındaki en çok sandalyeye sahip partinin lideri olmasına rağmen Başbakanlık koltuğundan ilk aşamada feragat etmişti. Lapid yerini Yamina Partisi lideri Naftali Bennett’a bırakarak iki yıl için Dışişleri Bakanlığı koltuğunda kalmayı kabul etti. Lapid’in bu davranışı hükümeti kurma yolundaki kararlılığını gözler önüne serdi ve koalisyonun kurulmasına dair ümitleri güçlendirdi. 

Değişim Hükümeti’nin ideolojik farklılıkları koalisyonun geleceğine dair şüpheler de uyandırıyor. Zira, koalisyonda yasa dışı yerleşimleri destekleyen partiler olduğu gibi buna kesinlikle karşı olanlar da yer alıyor. Eşcinsellere belli haklar verilmesini isteyen bir partinin yanında İslamcı bir parti de koalisyonun üyesi. Şabat günlerinde toplu taşıma araçlarının çalışmasını, işyerlerinin açılmasını destekleyen partilerin bulunduğu hükümeti İsrail’in ilk kipalı Başbakanı yönetiyor. Kendini Netanyahu’dan daha sağcı olarak nitelendiren ve Batı Şeria’nın ilhakını destekleyen Bennett, İsrailli bir kanala verdiği röportajda, Gazze’deki bir savaşın koalisyonun çökmesine sebep olabileceğini, çünkü Ra’am Partisi’nin buna destek vermeyeceğini ifade etti. Anlaşılan şu ki,  koalisyonun uzun ömürlü olması için partilerin aşırılıklarını törpülemeleri, isteklerinin bir kısmından vazgeçmeleri ve ortak bir zeminde buluşup karar alma zorunlulukları var. Bunun uygulamada nasıl bir karşılık bulacağı ve ne kadar uygulanabilir olacağı ise önümüzdeki günlerde belli olacak.

Dış politikada nasıl bir tutum sergileyeceği de merakla beklenen yeni hükümet, İran konusunda Netanyahu hükümeti ile aynı görüşleri paylaşıyor. Bir diğer ifadeyle, İran, İsrail güvenliğinin en büyük tehdidi olarak algılanmaya devam ediyor. Meclisteki konuşmasında buna değinen Netanyahu, yeni hükümetin İran tehdidi karşısında zayıf kalacağını belirtti. Ayrıca, Bennet’ı inandırıcı olmamakla itham etti. Netanyahu’nun düşüncesine göre Bennet, İran meselesinde kendisi kadar güçlü bir duruş sergileyemeyecek ve bu da İsrail için tehlikeli bir koalisyonun başa geldiğinin bir göstergesi. Değişim Hükümeti Dışişleri Bakanı Lapid, Amerikan mevkidaşı Antony Blinken ile yaptığı görüşmede, İran ile ilgili olarak, bu meselenin basın konferansında değil birebir konuşulması gerektiğini ifade etti. Öte yandan, ABD Başkanı Joe Biden, İsrailli mevkidaşına İran’ın nükleer silaha sahip olamayacağına dair vaatte bulundu. 

Bölgeye dair bir diğer konu da yeni hükümetin, İbrahim Anlaşmaları’nın seyrine etkisi oldu. Ra’am Partisi lideri Abbas’ın herhangi bir bakanlık sahibi olmasa dahi mecliste bulunması, Arap ülkeleri açısından İsrail ile ilişkilere meşruiyet kazandırmak için bir fırsat olarak telakki ediliyor. Öte yandan, yeni hükümetin de İbrahim Anlaşmaları’na karşı olumlu bir yaklaşım içerisinde olduğu açıkça gözlemlenebilir. Lapid’in göreve gelişinin hemen akabinde gerçekleştirdiği Birleşik Arap Emirlikleri ziyareti, ülkeye İsrailli bir bakan tarafından yapılan ilk resmi ziyaret olması hasebiyle tarihi bir ziyaret olarak görülüyor. Bunun yanında, Değişim Hükümeti’nin Bölgesel İşbirliği Bakanı İssawi Frej’in de Arap kökenli İsrail vatandaşı olması bölgedeki diğer devletlerle ilişkilere verilen önemin de bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Hamas ve İsrail arasında sıcak gelişmelerin yaşandığı günlerde kurulan yeni hükümetin olaylara karşı tavrı da merak edilenler arasında. Değişim Hükümeti’nden Filistinlilere yönelik politikalarda büyük bir değişim beklenmiyor. İsrailli bir kanala konuşan Bennett, Gazze’deki olası bir savaşın koalisyonun çöküşüne sebebiyet vereceğini söylemiş olsa da, hükümet değişiminin hemen ardından, daha önce tansiyonun çıkmasına neden olan aşırı sağcı grupların yürüyüş yapmasına izin verdi. Yürüyüş, gerilimin tırmanmasına neden oldu ve İsrail’in Değişim Hükümeti ile Hamas arasında ilk çatışma meydana geldi. Değişim Hükümeti Gazze ile ilişkilerde değişimi beraberinde getirmedi ve önümüzdeki günlerde de ciddi bir değişim öngörülmüyor.  Koalisyon arasında ciddi ayrılıklara sebebiyet verecek meselelerin koalisyonun devamlılığını sağlamak adına ertelenmesi söz konusu olabilir.

]]>
http://ayam.com.tr/analiz/israilin-degisim-hukumeti-ve-gelecegine-yonelik-senaryolar/feed/ 0 2828
Irak’ta gösteriler değişim getirebilir mi? http://ayam.com.tr/analiz/irakta-gosteriler-degisim-getirebilir-mi/ http://ayam.com.tr/analiz/irakta-gosteriler-degisim-getirebilir-mi/#respond Thu, 24 Jun 2021 16:32:01 +0000 http://ayam.com.tr/?p=2597 9 Mayıs’ta Kerbela’da göstericiler İran’ın Kerbela konsolosluğu duvarlarını ateşe verdi. Göstericiler bu saldırıyı Irak’ta yolsuzluk ve İran’ın Irak’taki nüfuzuna muhalif olan ve Kerbela’daki gösterilerin koordinatörü olan İhab el-Vezni’nin faili meçhul saldırıya kurban gitmesine karşılık yaptılar. El-Vezni suikasti Irak’ta tek bir hadise değildi. Ekim 2019’da gösterilerin başlamasından beri bazı faili meçhul saldırılar vuku bulmuştu. Örneğin, Aralık 2019’da el-Vezni önde gelen aktivist Fehim al-Tai’nin suikaste uğradığında sağ kurtulabildi. Nihayetinde, bu iki şahıs Irak’ta yolsuzluk ve İran’ın müdahalesine karşı patlak veren ülke çapındaki gösterilerde önde gelen iki aktivistti. Nitekim, faili meçhul saldırılar bununla sınırlı kalmamış, dünya çapında tanınan Iraklı analistlerden biri olan Hişam el-Haşimi de (6 Temmuz 2020) öldürüldü. Ağustos 2020’de Tahsin el-Usame ve Reham el-Yakup gibi diğer önemli aktivistler de suikaste kurban gitti.

Aralık 2019’da önceki hükümet Başbakanı Adil Abdülmehdi’nin istifası sonrasında gösteriler hem geleneksel siyasi partiler hem de İran’ın nüfuzuna meydan okumuştur. Erken seçimlerin Mayıs 2020’de yapılmasını arzulayan güçlerin el-Vezni suikastinde ve göstericilerin siyasi partilerinden Hayır Bayrakları partisinin bazı adaylarının seçimlerden çekilmesinde parmağı olduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte, İran bağlantılı Şii milis örgüt Ketaib Hizbullah Bağdat ve Beyrut’taki Birleşik Krallık büyükelçiliklerini el-Vezni suikasti sonrası gösterileri tahrik etmekle suçlamıştır. Irak parlamento seçimleri Ekim 2021’e ertelendi ancak seçim tarihi yaklaştıkça göstericiler ve geleneksel siyasi partiler ile İran bağlantılı gruplar arasında gerginlik artmaktadır. Bazı Şii alimlerin örtülü desteğini alan göstericiler Irak’ta İran’ın ideolojik ve siyasi nüfuzuna karşı çıkmalarının yanında ülke içinde siyasi ve ekonomik reform yapılmasını dile getirmektedirler. Nitekim, Şiilerin en büyük alimlerinden Ali el-Sistani, “hiçbir kişi ya da grup, hiçbir bölgesel veya küresel aktörün Iraklıların arzularını bastıramayacağını” ifade etmiştir. Bu anlamda, Irak’ta İran’a yönelik kızgınlığı besleyen sebeplere değinmek faydalı olacaktır. Göstericiler İran bağlantılı milisler tarafından mütemadiyen şiddete maruz kalmıştır. Birleşmiş Milletler, Ekim 2019’dan beri yüzlerce göstericinin öldüğünü, binlerce kişinin yaralandığı ya da kaçırıldığını açıklamıştır. Buna karşılık, Irak’ta peşi sıra gelen hükümetler İran bağlantılı milis örgütlere karşı ağırlığını koyamamıştır.

Göstericilerin bir diğer talebi parlamentoda geleneksel siyasi partilerin tekelini kıracak ve bağımsız adaylar ile yeni kurulan ve küçük partilerin parlamentoya girmesini kolaylaştıracak yeni bir seçim yasasının yürürlüğe konmasıydı. Bu minvalde, el-Sistani yeni bir seçim yasasının kabul edilmesine yönelik açıklamalarda bulunmuştur. Nihayetinde, yeni bir seçim yasası kabul edildi. Irak’ın önceki seçim yasaları büyük ve orta büyüklükteki parti ve koalisyonlarına bağımsız adaylar ve küçük partiler karşısında avantaj verirken, yeni seçim yasası Irak’ı 83 seçim bölgesine bölmüştür. Irak’ta seçim bölgelerini çoğaltmanın prensipte daha rekabetçi bir ortam oluşturması tahmin edilir. Dolayısıyla, küçük siyasi partilerin rekabet anlamında daha avantajlı konuma gelmesi beklenir. Bununla birlikte, yeni seçim yasası bazı tabanı güçlü siyasi partilerin nüfuzunu devam ettirecek ve seçimleri kazanmasına imkan verecektir.

Yeni seçim yasası bağımsız adaylar ve küçük siyasi partilerin olağan siyasi ve güvenlik durumunda rekabet etmelerine imkan tanısa da, pratikte Mukteda el-Sadr’ın liderliğini yaptığı Sadr Hareketi gibi güçlü yerel tabanı olan partilere avantaj sağlaması beklenmektedir. Geleneksel siyasi partiler kabile ya da dini geçmişi haiz ve yerel tabanı olan şahıs ya da grupları aday gösterebilir. Bu şahıs ya da gruplar geçmişte imtiyaz karşılığında geleneksel siyasi partilerin kazanmaları için bir enstrüman olmuştur. Dolayısıyla, yeni seçim yasası bazı parti adaylarının yerel tabanı güçlü kabile ya da dini şahıslar ile değişmesine imkan vereceği için ülkenin siyasi atmosferine değişim getirmeyecektir.

Irak’ta güvensizlik durumu gösterilerin Irak’ta İran nüfuzuna meydan okuyuşunu menfi yönde etkilemektedir. Bazı İran ile bağlantılı milis örgütlerin devlet dışında hareket etmesi bu güvensizliği beslemektedir. Ayrıca, Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi komutanlarından Ebu Mehdi el-Mühendis’in ölümü sonrasında İran ile bağlantılı gruplar arasında liderlik boşluğu oluşmuştur. İran’ın tercihi olarak El-Mühendis’in yerine getirilen Ebu Fedak el-Muhammedevi’nin liderlik boşluğunu dolduramaması, Kayz el-Hazali gibi önde gelen şahsiyetlerin liderlik arayışına imkan vermiştir. Dolayısıyla, İran’ın Süleymani ve el-Mühendis dönemindeki Haşdi Şabi üzerindeki otoritesi kaybolmuştur. Bunun yanında, el-Sadr’a yakın Barış Tugayları ve Fetih İttifakı’na yakın silahlı grupların bulunması siyasi partiler yasasını ihlal etmektedir. Bu partiler seçim sonuçlarını etkilemek için bu araçları kullanabilir. Son olarak, Irak’ta bakanlıkların bölüşülmesinde etnik-dinsel bölüşüm sistemi politik elitlerin hakim olduğu bir siyaseti hayatta tuttuğu için göstericilerin siyasette nüfuz elde etmesini engellemektedir. Bu durum aynı zamanda İran’ın Irak’ı zayıf bırakma stratejisine yaramaktadır. Son olarak, Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi Fetih İttifakı vekilleri ile bir araya geldiğinde “eski HŞ milislerinin göreve geri alınması için ayrılan bütçe Irak parlamentosu tarafından kısılsa da bunu yerine getireceği” sözünü verdi. Sonuç olarak, Irak’ta siyasi istikrarsızlık ve güvensizlik durumu göstericilerin geleneksel siyasi partiler ve İran’ın nüfuzuna meydan okumasını engelleyecektir. 

]]>
http://ayam.com.tr/analiz/irakta-gosteriler-degisim-getirebilir-mi/feed/ 0 2597
FİLİSTİN-İSRAİL GERGİNLİĞİ – YENİ DENGELER STRATEJİK HESAPLAR http://ayam.com.tr/analiz/filistin-israil-gerginligi-yeni-dengeler-stratejik-hesaplar/ http://ayam.com.tr/analiz/filistin-israil-gerginligi-yeni-dengeler-stratejik-hesaplar/#respond Thu, 03 Jun 2021 12:36:02 +0000 http://ayam.com.tr/?p=2505 Mayıs 2021’de İsrail Güvenlik Güçleri’nin Mescid’i Aksa’da yaptığı tahrikler sonrasında vuku bulan Filistin-İsrail gerginliği önceki çekişmelerden farklı olmuştur. Hamas’ın füze sistemlerinin kapasitesi ve menzillerinin gelişmişliği iki taraf arasındaki asimetrik dengeyi Hamas lehine çevirmiştir. Filistin-İsrail arasında yaşanan 11 günlük savaş ve akabinde yaşanan olaylar önümüzdeki günlerde bu problemin yeni gelişmelere gebe olduğunu göstermektedir. 14 yıldır abluka uygulanan Gazze’nin ciddi bir direniş sergilemesi, Gazze’de en önemli aktör olan Hamas’ın önümüzdeki süreçte uluslararası ve bölgesel aktörler tarafından dikkate alınacağını göstermektedir. Ayrıca, Donald Trump döneminde ABD’nin öncülüğünü yaptığı ve Arap devletlerinin İsrail ile normalleşmesini sağlayan “Yüzyılın Anlaşması” dahil Filistin’in yalnızlaştırılması projesinin çöktüğü görülmüştür. Yaşanan gelişmeler, bu ülkelerin hesaplarını tekrar gözden geçirmelerine zemin hazırlayacağı gibi İsrail’in hâlâ ciddi bir güvenlik zafiyeti içerisinde olduğunu göstermesi açısından önemli bir hadise olmuştur. Bu süreçte görünen; İsrail’in ve İsrail’i destekleyen tüm tarafların prestijlerini kaybetmiş olmalarıdır. Kısacası; kazanan, Filistin ve bileşenleri, kaybedenler ise İsrail ve İsrail’le normalleşme yönünde adım atanlar olmuştur. 

Yaşanan hadiseler her iki kesim üzerinde ciddi psikolojik etki bırakmıştır. Savaş tüm yıkımına rağmen Filistin halkında bir umut, İsrailliler arasında ise ciddi bir güvenlik endişesi oluşturmuştur. İki taraftaki bu endişe verici duygunun ileride yaşanacak olaylara yansıması, tüm güvenlik kaygılarının da temelini oluşturmaktadır. Bu yüzden Netanyahu ile Trump’ın öncülük ettiği Filistin’i yalnızlaştırma politikasının çöktüğü ve yerine konulabilecek alternatif bir politikanın da olmadığı ifade edilebilir. Ayrıca Şeyh Cerrah mahallesi olayları ve akabinde yaşanan Mescid-i Aksa saldırılarına karşı Gazze’nin kendini kalkan yapmış olması unutulacak bir tutum olmayacaktır. Bilakis tüm Filistinlilerin asıl konuya, yani “Filistin’in geleceğini, bütünlüğünü ve kutsallarını koruma” içgüdüsüne yönelmesine hizmet edecektir. 

Olayların diğer Filistin şehirlerinde gösterilere sebep olması, İsrail yönetimini çıkmaza sokan farklı bir gelişme olmasının yanı sıra tüm Filistinli gruplar nezdinde Hamas’ın kendini daha fazla kabul ettirmesi açısından Hamas adına bir güç gösterisi sayılacaktır. Bundan sonraki süreçte kendini uluslararası dengede kabul ettirecek bir kapı aralamış olması açısından Hamas, nitelikli bir siyasî mevzi kazanmış durumdadır. Bu minvalde, Batı Şeria’daki gelişmelerden dolayı Mahmut Abbas ve Fetih yönetimi de etkisiz bir pozisyona düşmüştür. 

Seçimlerden sonra hükümet kurma çabalarıyla boğuşan Binyamin Netanyahu’nun yürüttüğü gerginlik politikalarının başarısız olduğu görülmektedir. Netanyahu yönetiminin bu aşamada ortaya çıkardığı en büyük sonuç ise; İsrail’in artık dokunulabilir, başkent dahil tüm stratejik alanların vurulabilir bir tehdit altında olduğu sonucudur. Ateşkesin sağlanması aşamasında Mısır’ın devreye alınmış olması, bu girişimin ABD ve İsrail merkezli bir plan olduğunu gözler önüne sermektedir. Özellikle, Gazze’ye yönelik tüm yaptırımlarına rağmen Mısır’ın bu süreçte ön plana alınmış olması, bu ülkenin dünü ve bugünü açısından ciddi bir tezat oluşturmaktadır. Mısır iç kamuoyunda yükselen tepkileri bastırmak ve Sisi yönetiminin prestijini ön plana çıkarmak için yürütülen bu gelişmeler, gündeme getirilen Gazze’nin imarı sürecinde planlanacak bazı olaylar için bir ipucu olabilir. Zira yaşanan saldırılarda binlerce yaralı olmasına rağmen sadece 20’ye yakın yaralının Mısır’a getirilerek Sisi yönetimi lehine bir propagandaya dönüştürülmesi ve mecbur kalınan ateşkesin Mısır üzerinden yürütülmüş olması, Biden yönetiminin Mısır üzerinden Gazze ile ilgili bir planın eşiğinde olduğunu göstermektedir. Ayrıca Mısır’ın tüm ekonomik sıkıntılarına rağmen Sisi yönetimi tarafından 500 milyon dolarlık bir yardım paketi sözünün verilmiş olması da konu hakkında soru işaretlerini beraberinde getirmektedir. 

Bu gelişmeler önümüzdeki süreçte Biden yönetiminin direkt olmasa da Hamas’la temas halinde olacağı, İsrail’in ise oluşan güvenlik zaaflarını masaya yatıracağı ve Gazze’nin imarı söylemiyle bölgede (uzun) bir müddet sükûnetin yaşanacağı yönünde kanaatleri beraberinde getirmektedir. Nitekim, İsrail Demir Kubbe’nin tazmini için ABD’den 1 milyar dolarlık yardım talebinden bulunmuştur. Ancak her iki tarafın daha ciddi hazırlıklara yöneleceği bu sükûnet döneminden sonra daha kapsamlı bir gerilimin yaşanabileceği günler uzak olsa da bölgede tansiyonun düşmeyeceği bilinmektedir. Hamas’ın son dönemlerde çok nitelikli füzeleri ve askerî mühimmatı üretmiş olması tüm tarafları derinden düşündürmekte ve bu alt yapının çökertilmesine yönelik istihbarat faaliyetlerinin önümüzdeki süreçte hız kazanacağı öngörülmektedir. 

Hamas, hâlâ ABD terör listesinde olan bir örgüt. Bazı kaynaklar, ABD’nin Gazze’den İsrail’e yönelik gelişen tehditleri ortadan kaldırmak ya da hafifletmek amacıyla Mısır ve Katar üzerinden Hamas’la ilişki kurmayı düşünebileceği gibi, Hamas’ın İran destekli askerî kanadına karşı da Katar ve Türkiye’ye yakın siyasî kanadına dolaylı yollardan destek verebileceğini de dile getirmektedir. ABD ve İsrail güvenlik merkezlerinin tahmin etmediği bir şekilde gelişen son olayların güvenlik uzmanlarının kafasını ciddi bir şekilde karıştırdığı görülmekte olup bu kafa karışıklığının da uzun süre devam edeceği öngörülmektedir. 

Bütün güvenlik uzmanlarını düşünmeye sevk eden konuların başında, Hamas’ın silah gücünün ne kadar olduğu ve menzili her geçen gün artan füze tekniğini/teknolojisini nasıl elde ettiği ve bu üretimin, bütün dünyanın gözünün üzerinde olduğu 363 kilometrekarelik bir alan içinde nasıl yaptığı gelmektedir. Mursi döneminden başlayarak günümüz Sisi yönetimine kadar Mısır üzerinden bir destek sağlanmadığı kesin olduğuna göre bu gelişmelerin, Lübnan Hizbullah’ı, dolayısıyla İran’dan alınan bir destek olduğu da pek inandırıcı gelmemektedir. Görünen; fikir ve teknik destek olarak başta İran ve Irak gibi dış güçlerden yararlanılmış olsa da fizikî hazırlığın Gazze sınırları içinde olduğu yönündedir. Tüm bu gelişmelerle beraber bu süreçte Hamas’ın verdiği en önemli mesaj, Kudüs’e bir saldırı olursa Gazze’nin, Gazze’ye bir saldırı olursa da işgal edilen topraklardaki bütün Filistinlilerin ayaklanacağıdır.

Önümüzde duran en kritik sorular ise şunlardır:

Hamas, bilerek ve planlayarak mı bu savaşa girdi yoksa kendisi bile olayların bu şekilde gelişeceğini ya da sonuçlanacağını tahmin etmemekte miydi? Planlayarak yürütülen bir süreç ise, Hamas bundan sonraki süreçlere hazır mı? Planlanan bir şey değilse; Hamas bundan sonra yaşanabilecek tüm olayların sonuçlarına katlanabilecek mi ya da yaşanabilecek yeni trajedilere karşı Hamas’ın tavrı ne olacak?

]]>
http://ayam.com.tr/analiz/filistin-israil-gerginligi-yeni-dengeler-stratejik-hesaplar/feed/ 0 2505
ABD’deki Gösterilerin Analitik Özeti http://ayam.com.tr/analiz/abddeki-gosterilerin-analitik-ozeti/ http://ayam.com.tr/analiz/abddeki-gosterilerin-analitik-ozeti/#respond Wed, 10 Jun 2020 09:30:15 +0000 http://ayam.com.tr/?p=1151 XX Makale PDF’iİndir

Önsöz

Mayıs 2020’de ABD’li bir polisin siyahi vatandaş George Floyd’u öldürmesinin ardından ırkçılığa ve abartılı polis müdahalesine karşı geniş protesto dalgaları başladı. Olayın güvenlik kameraları ve bölgedeki vatandaşların çektiği videolarla belgelenmesi, protestoların tırmanmasına ve ABD sınırlarını aşarak, protestoları Almanya, İspanya ve Fransa’nın büyük şehirlerine ulaşan gerçek bir krize dönüştürdü.

4 kişilik bir ekip tarafından tutuklanmasının ardından, Derek Chauvin ismindeki bir polis dizini dokuz dakika boyunca Floyd’un ensesine bastırdı. George, nefes alamadığını söylerken polis, George’un ve çekim yapanların söylediklerine kulak asmadı. Derek’in diğer 3 meslektaşı da George’un söylemlerini önemsemeyip, ayağa kalkmasına izin vermedi. Bu da, George’un son 3 dakikada bilincini kaybetmesi, nabzının yavaşlaması ve daha sonra kaldırıldığı hastanede ölümünün duyulması ile sonuçlandı.

George’un polis tarafından öldürüldüğü anlara ilişkin video sosyal medya ve haber kanallarında yayılmasının ardından 26 Mayıs 2020’de Minneapolis’te protestolar düzenlendi. Göstericilerin kentteki dükkân ve karakolları yaktığı anlara ilişkin protesto dalgaları, altıncı gününde ABD’nin 75 kentine sıçrayarak hızlıca yayıldı. Bazı yerlerde polis ve göstericiler arasında çatışmalar çıktı ve olaylar New York gibi büyük şehirlere dahi ulaştı. Bazı şehirlerde yağma ve vandalizm olayları yaşandı. George’un tutuklanmasında görev alan 4 polis görevden alınırken, ikinci dereceden cinayet sorumlusu olan polis memuru Derek Chauven cinayetle, diğer 3 memur ise cinayete yardımla suçlandı. ABD Başkanı Donald Trump, protestoları durdurmak için orduyu (Ulusal Muhafız) sokağa çıkarmakla tehdit etti. Olay, Beyaz Saray yakınlarında bir kilisenin yakılmasına kadar uzanırken, bazı şehirlerde güvenliği sağlamak için ilan edilen sokağa çıkma yasağı ihlal edildi. Protesto günlerinde Beyaz Saray güvenlik gerekçesiyle kapatıldı. Daha sonra, ABD Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı, Trump’ın Ulusal Muhafızları kullanma talebini reddederek, vatandaşların anayasal haklarını gerekçe gösterdi. Barışçıl gösteri yapma hakkına vurgu yapan Genelkurmay Başkanı, gösterilere şiddet ve kaos eylemlerinin hâkim olmadığını belirtti. Gösteriler, ABD’de siyahilere yönelik polis şiddetini ve ırkçılık sorununu yeniden gündeme getirirken, ırkçılık karşıtı gösteriler Fransa, İspanya, Almanya ve İtalya gibi Avrupa ülkelerine ve Kanada’ya sıçradı.

Bu protestolar, analitik olarak ele alacağımız bir olgu haline gelmiştir. Ayrıca gerek cumhuriyetçiler gerekse demokratlar olarak her iki tarafın, bu protestoları seçim amaçlarına yönelik kullanmalarını da ele alacağız. Bu krizin ABD içinde ve dışındaki etkilerini, ABD derin devletindeki istikrar hali devam ederken, toplumsal kriz sınırlarını aşması beklenmeyen gösterilerin gelecek seçimlere doğrudan etkisini de inceleyeceğiz.

1. Protestolara iten ana sebepler

George Floyd’un öldürülmesi, protestoların fitilini ateşleyen çeşitli sosyal ve politik faktörler için küçük bir kıvılcımdan başka bir şey değildir.

Birinci faktör: ABD’de siyahilere karşı ırkçılığın tarihçesi

Siyahi Amerikalılara karşı ırkçı ayrımcılık, ABD siyasi sistemi içerisinde sosyal ve tarihsel bir meseledir. ABD’nin ayrımcılığı önlemek için aldığı tüm önlemlere rağmen, ırkçı uygulamalar kendini göstermektedir. Örneğin, ABD toplumunun azınlığını oluşturmasına rağmen siyahilerin, mahkumların çoğunluğunu oluşturması bunlardan birisidir. Bu faktör hala ABD toplumundaki siyahi (beyaz olmayanlar) azınlığın vicdanında güçlü bir şekilde mevcuttur. Bu durum Amerikan polisinin bazı üyeleri tarafından yürütülen ırkçı uygulamaların yanı sıra ABD’deki beyaz ırkın üstünlüğüne inanan aşırı sağcı örgütlerin sürekli varlığıyla körüklenmektedir.

İkinci faktör: Trump’ın Beyaz Hristiyan-Sağ yanlı manipülatif kişiliği

Hristiyan-sağ akımı, Donald Trump için seçim için stratejik ağırlık merkezini temsil ediyor. 2016 seçimlerinde bu akımın yüzde 75’inin oyu Trump’a gitti. Sadece yüzde 18’i Hillary Clinton’a oy verdi. Hristiyan-sağ akımı, beyaz ırkın üstünlüğü, İsrail’e desteği vahşi kapitalizme karşı hoşgörüsü ve ABD’nin dış politikasında şiddet yanlısı olmasıyla biliniyor.

Trump seçildiğinden bu yana, diğer akımlarla çekişme halinde olan politikalarının bir çoğu bu akımı razı etmeye dayalı. Bu politikalardan bazıları şöyle: Göç sorunlarını öne çıkarmak, mülteci dalgasını engellemek, Trump’ın “İslami terörizm”e karşı savaşı ve ABD toplumundaki azınlıklara karşı gösterdiği olumsuz muamele etmek. Bu protesto dalgalarının patlak vermesine sebep olan şey, azınlıklara yönelik baskılardır.

Üçüncü faktör: Korona salgınının ekonomik etkileri

ABD toplumunun büyük bir kesiminin Trump’ın korona yönetiminde başarısız olduğunu düşünmesi da bu faktörlerden biridir. Nitekim bu salgın 28 milyon ABD’linin işini kaybetmesine, işsizlik oranının yüzde 15’lere çıkmasına sebep olmuştur. Bu oran, ABD’deki çalışan nüfusun 4’te 1’ini oluşturmaktadır. Korona salgınının ekonomik etkileri George Floyd’un öldürülmesine ilişkin düzenlenen protestolarda da kendini gösterdi.

Dördüncü faktör: ABD polisinin şiddeti

ABD toplumunda silahlanmanın artmasıyla, ABD güvenlik güçleri, şiddet uygulayan birtakım silahlı çetelere karşı şiddet uygulamak durumunda kaldı. Bu durum, ABD polisi hakkında şiddetiyle öne çıkan bir kişilik oluşturdu. Özellikle de kendisine tehlikeli ya da potansiyel suçlu gözüyle bakılan siyahi ve Latin kökenlilere karşı.

Polis merkezlerindeki tutuklu azınlıklardan birisinin öldürülmesiyle sonuçlanan çok sayıda abartılı şiddet eylemi yaşanmıştır. Polis şiddeti haritası sitesi (https://mappingpoliceviolence.org) verilerine göre 2013-2019 yılları arasında özellikle Teksas, California ve Florida eyaletinde 7 binden fazla tutuklu, polis merkezlerinde hayatını kaybetti. Bu rakamda siyahi tutuklular, beyazların iki katı. İstatistiklere göre, hapishanelerdeki suçlu oranlarının yüzde 40’ı siyahilerden oluşuyor. Bazı eyaletlerde ise bu oran yüzde 50’ye kadar çıkıyor. Siyahilerin ABD toplumunun yüzde 13’ünü oluşturmalarına rağmen, hapishanedeki beyazların 5 katını temsil ediyor. Siyahi Amerikalılara karşı öfke ve polis şiddeti, medyaya yansıyan şiddet olaylarıyla beraber başlayan kronik protesto dalgalarına dönüştü.

Beşinci faktör: Derin devlet ve Trump karşıtı medya

Trump, medya organlarını ve derin devleti karşısına aldı. Bu tavrı, içeride ve dışarıda Trump karşıtı bir tutumun oluşmasına yol açtı. Bu da kendisine karşı toplumsal bir tavra dönüşürken, protesto eylemleri ABD toplumu içerisindeki kutuplaşmayı arttırdı.

2. Rakip partilerin gösterileri kullanması

Bu olayların iki rakip partiye seçimlerin yaklaştığı bir dönemde faydalarının olacağı düşünülüyor. Çünkü her iki taraf da bu olaylardan en iyi şekilde yararlanmaya çalışacaktır.

Birincisi: Trump ve Cumhuriyetçiler

Trump, korona salgınının ekonomiye yönelik etkilerinden ve ABD’lerin yüzleştiği işsizlik gibi sıkıntılardan uzaklaşmak zorunda. Bu nedenle, gösterilerin neticesindeki şiddet, isyan ve yağma eylemleri, ABD toplumunun dikkatini buraya çekerek ekonomik sorunlardan uzaklaşmak için bir fırsat oluşturuyor. Trump, seçim sürecinde güçlü bir lider olarak çıkma konusunda ısrarcı. Güç kullanarak güvenlik ve istikrarı oluşturmaya çalışıyor. Bu nedenle Trump, öfkeli sokağa, göstericileri de kapsayarak birlik mesajları verecek şekilde seslenerek bölünmüş toplumu birleştirme mesajı vererek gösterileri yatıştırmaya çalışmadı. Aksine, ordu birimlerine tehlikeli bir şekilde şehirlere müdahale etme çağırısında bulundu. Ancak ABD derin devleti, Genelkurmay Başkanı ile anlaşarak bunun uygulanmasına izin vermedi. Böylece Trump toplumun diğer kısmı ile daha fazla çatışarak, kendi tabanına yatırım yapmaya devam edecek. Protestoculara daha fazla şiddet ve baskı mesajları vererek, bu gösterilerin meşru ve barışçıl olmadığını göstermek için yağma ve vandalizm eylemlerini kullanacak. Bu olaylar, Trump ve tabanı için önemli bir seçim malzemesi.

İkincisi: Demokratlar

Protestolar ve Trump’ın kışkırtıcı yönetimi Demokratlar için Trump’ın imajının zedelenmesi ve bir başkan olarak hatalarını yakalamak için verimli bir fırsat. Aynı zamanda bu diğer dini azınlıkları, siyahileri ve mültecileri kendi saflarına çekmek için mükemmel bir fırsat. Medya ve derin devletin kışkırtması ve salgın karşısındaki gösterilen kötü yönetim, Trump yönetiminin olumsuz yönlerini öne çıkardı. Bu sebeple Demokratlar, Trump’ın geçmişteki ilişkilerini, vergi kaçaklarını, azınlıkların haklarından uzak duruşunu ve tüm hatalarını profesyonelliğe uzak, önyargılı yönetimine karşı kullanarak, öfkeli topluma bunlarla hitap edecektir.

3. Abd’deki Gösterilerinin İç ve Dış Yansımaları

1. Süreç

Gösterilerin büyüyerek bir devrim hareketi veya Amerikan baharı olarak karşımıza çıkması beklenmiyor. Ancak, özellikle de iki parti arasında seçim krizinin yaşandığı bir ortamda, olayların durulması da yakın zamanda mümkün görünmüyor. Gelecek haftalarda olayların şiddeti azalsa da büyük ihtimalle ABD’de istikrarsızlık Kasım ayına kadar sürecek. Yaz aylarına girmemiz, ekonomik durgunluk ve pandemi bu durumu tetikleyecektir. Gösterilerin devam etmesi halinde, zaten pandeminin etkisi altında olan ekonomik durumda büyük bir değişiklik olmaması bekleniyor. Kapsamlı bir kaos olması halinde, en kötü senaryo güvenliği tesis etmek amacıyla ulusal muhafız birimlerinin sokağa çıkması olacaktır.

2. ABD dışındaki etkileri

Gösteriler büyüyerek Fransa ve İspanya gibi Avrupa ülkelerine kadar uzandı. ABD’de başlayan gösteriler, dünyada sol akımın tekrardan yükselişinin başlangıç noktası olabilir, değişim-reform yanlısı gençlik hareketlerinin ortaya çıkışını tetikleyebilir.

Bazı Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin de bu gösterilerden etkilenmesi muhtemeldir ki, muhalefet yanlısı gruplar bu durumu kendi lehine kullanacaktır. Bu duruma paralel olarak, son yıllarda göçmen karşıtı nefret ve terör eylemlerinin etkisiyle, Avrupa’da sağ akım yükselecek.

3. ABD seçimlerine etkisi

Koronavirüs salgını ve protestolar öncesinde, Trump’ın ikinci dönemde seçilmesine kesin gözüyle bakılıyordu. Şimdi ise, bazı göstergeler, Cumhuriyetçiler arasında bile Trump’a destek verme konusunda görüş ayrılıklarının olduğunu ve kaybetme ihtimalinin bulunduğunu gösteriyor. Yapılan anketler, Trump’ın rakibi Biden’ın kazanma ihtimalinin artık daha gerçekçi olduğunu ortaya koyarken, bazı karar mekanizmaları, Biden’a Kasım ayının muhtemel kazananı gözüyle bakıyor.

4. ABD içine etkisi

ABD derin devleti ilk kez istikrarın bu denli düşmesine tanık olmuş durumda. Derin devlet, Trump’ın orduyu müdahaleye çağırana kadar olaylara izleyici kürsüsünden bakmayı tercih etti. Trump’ın bu talebi, savunma bakanlığı ve ordu komutanları tarafından engellendi. Bu şekilde dünyaya şu mesaj verildi, ABD’de yerleşik düzen büyük ölçüde istikrarını korumakta, köklü değişimden veya kaostan oldukça uzak durumdadır.

Bir başka açıdan, Trump ekonomiyi canlandırma yoluyla gösterilerin öfkesini bir nebze dindirmeye çalışacaktır. Bu doğrultuda gelecek yaz ve sonbahar aylarında müttefiklerinden silah alımı ve yatırım anlaşmaları konusunda baskı yapabilir.

5. Dünya genelindeki çatışma bölgelerine etkisi

Beyaz Saray’ı dizginleyerek ve devlet aklını Trump’ın yegâne hedefi olan seçim çıkarlarına karşı hâkim kılan derin devlet, ABD’nin çıkarları doğrultusunda dünyadaki çatışma alanlarında etkisini sürdürecektir. Nitekim, Trump ve yakın çevresindeki yetkilileri ilgilendiren çatışma ve politikalar hariç, ABD’nin önceliklerinde veya dış müdahalelerinde herhangi bir değişim olmayacak veya geri adım atılmayacaktır.

6. ABD’nin iç işlerine müdahale olasılığı

ABD’deki etnik ilişkiler, ırkçılık ve siyahilere yönelik tarihi adaletsizlikle ilgili yaşanan son olaylar, ABD toplumunda derin boşluklar olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum, bazı ülkelere (Rusya gibi) medya ve sosyal medya kullanılarak bu etnik farklılıkların üstüne gitme imkânı verecektir. Bu da ABD’nin toplumsal istikrarını dış saldırılara karşı savunmasız hale getirecektir.

7. Hristiyan sağ kanadın gerilemesi ve liberal solun yükselişi

Son olaylar, 11 Eylül sonrasında yükselişte olan Hristiyan sağ akımın gerileyerek, liberal gençlik hareketlerinin yükselmesine katkı sağlamıştır. Feminist ve benzeri bazı hareketler, (Trump’ın kaybetmesi durumunda) liderlik pozisyonlarını üstlenerek, Hristiyan sağ kanadın zayıflamasına yol açabilir. Tartışmalı silah yasasının kaldırılmasına potansiyel gözüyle bakılırken, polis teşkilatı ve hapishane sistemi de bu değişim baskısına boyun eğmek durumunda kalacaktır.

Sonuç

Mevcut protestoların Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerin seçim taleplerini karşıladığı görülüyor ve iki tarafın da bunu seçim fırsatına çevireceği görülmektedir. Liberal-sol hareket, ABD içinde ve dışında 11 Eylül 2001 olayları sonrasında uzun süren gerileyişinin ardından yeniden yükselişe geçmiştir. Ancak öte yandan, bir ‘Amerikan baharı’ veya ‘Yeni bir Amerikan devrimi’ seçeneği oldukça uzak görünmektedir. Zira ABD iç sistemi bu tür krizleri absorbe edebilmektedir. Nitekim, ABD sosyal sözleşmesi, vatandaşların değişim taleplerini karşılamaya yönelik gerekli icraatları yapma konusunda yeteri kadar esneklik sunmaktadır. Ayrıca, protestolar aylarca devam etse dahi derin devlet, ABD varlığını sürdürmek için yeterli güce sahiptir.

Mustafa Al-Wahaib

]]>
http://ayam.com.tr/analiz/abddeki-gosterilerin-analitik-ozeti/feed/ 0 1151
Haşdi Şabi Kuruluş Şartları ve ABD ile Savaşının Geleceği http://ayam.com.tr/analiz/hasdi-sabi-kurulus-sartlari-ve-abd-ile-savasinin-gelecegi/ http://ayam.com.tr/analiz/hasdi-sabi-kurulus-sartlari-ve-abd-ile-savasinin-gelecegi/#respond Tue, 25 Feb 2020 09:19:01 +0000 http://ayam.com.tr/?p=1133 Irak’ın kuzeyindeki Ninova bölgesinin merkezi ve Bağdat’tan sonra en büyük Irak kenti olan Musul, 10 Haziran 2014’te, Irak ordusu ve güvenlik güçleri ile yaşanan çatışmaların ardından birkaç yüz DEAŞ militanı tarafından ele geçirildi.

Musul’un dramatik düşüşü, DEAŞ’ı Irak’ın batı, doğu ve kuzey illerine doğru yöneltti. Salahaddin, Kerkük, Diyala ve Enbar şehirlerinin çoğunu ele geçiren DEAŞ daha sonra koalisyon güçleri tarafından Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ve Erbil’e doğru ilerlerken durduruldu.

Devlet güçlerinin başarısızlığı, Şii otoritesini DEAŞ’la yüzleşmek için halk direniş gruplarının kurulması yönünde çağrı yapmasına neden oldu. Bu gruplar ilerde Haşdi Şabi olarak anılacaktı. DEAŞ’ı hezimete uğrattıktan sonra kuruluş amacı sona eren bu gruplar, Haşdi Şabi adı altında birleşerek silahlı halk grubu olmaktan, hukuki bir statüye erişti. Resmi Irak güvenlik kurumunun bir parçası haline gelerek, milis gücünden, düzenli askeri gruplara evrildi. Bu gruplar genel literatürlerinde İran’a bağlılıklarını beyan ediyor. 

Beyaz Saray’a sağcı başkan Donald Trump’ın gelmesi ile İran-ABD arasında tırmanan ilişkiler neticesinde, Haşdi Şabi, bu çekişmenin tarafı oldu. Örgüt, İran Devrim Muhafızları’nın önde gelen komutanı Kasım Süleymani ile Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi El-Mühendis’in 3 Ocak 2020’de öldürülmesinin ardından bu pozisyonu daha net bir şekilde ortaya koydu.

İran Devrim Muhafızları Hava Kuvvetleri Komutanı’nın, 9 Ocak’ta yaptığı basın açıklamasında Haşdi Şabi bayrağı ve Ortadoğu’daki başka grupların bayrağının yer alması, Haşdi Şabi’nin siyasi görünümü açısından Washington ve Tahran arasındaki çatışmanın dönüm noktalarından birisi oldu.

Haşdi Şabi Kuruluş Koşulları

Irak Şii Dini Otoritesi lideri Ali Sistani, 13 Haziran 2014’te Irak’ın güneyindeki Necef’te verdiği Cuma hutbesinde gençleri DEAŞ’a karşı Irak’a savunmak için güvenlik kuvvetlerine katılmaya çağırdı. Sistani, bu çağrının “Cihad-ı Kifaye” olduğunu duyurdu.   

Bu fetva, o zamanki Irak Başbakanı Nuri El-Maliki’nin ‘Irak’ı çevreleyen tehlike ile savaşma’ gerekçesiyle alternatif bir düzenli ordu kurulmasını açıklamasından sonra verildi. Ancak, askeri milis kurmak Irak anayasasındaki 9’uncu maddeye binaen yasaktı. Buna karşın Maliki, bir kararname çıkararak silahlı grupların gönüllülük esasınca askeri grup oluşturma izni verdi.  

11 Haziran 2014’te Maliki’nin DEAŞ’la mücadele krizini yönetmek için kurduğu bakanlar komitesi tarafından yapılan basın açıklamasında, gönüllü silahlı grupların, güvenlik güçlerini desteklemek için ‘Haşdi Şabi’ adı altında birleştiğini duyurdu. Böylece Haşdi Şabi yönetimi oluşturuldu.

Başbakanlık divan kararının 47’inci maddesine göre, Haşdi Şabi, bağımsız bir kuruluş olarak tanınarak ‘Haşdi Şabi Müdürlüğü’ oluşturuldu.

Haşdi Şabi’ye ‘bağımsız’ sıfatı verilmesi, düzenli orduya alternatif bir ordu olarak Irak devleti mekanizmasına yerleşmesindeki ilk adımı oldu. 2005 yılında kabul edilen Irak’ın daimi anayasasının 4’üncü bölümüne göre bağımsız kuruluşlar, yasama, yürütme ve yargı gibi devlet organlarına paralel olarak kurulan yasal kuruluşlardır.

Bu idari kanunun aslı, Paul Bremer (2003-2004) dönemine dayanıyor. Bremer, Bazı devlet kuruluşlarının bağımsız kuruluşlar olduğuna dair bazı karar/ talimatlar yayınlamıştı. 56’ıncı ve 18’inci karar doğrultusunda bağımsız olarak tanınan bu kuruluşların en önemlileri şöyle: Irak Merkez Bankası, Irak Mali Denetim Ofisi, Medya Komisyonu.

Haşdi Şabi’nin devlet kurumları adı altında anılması için oy birliği ile çoğunluk sağlanarak, 26 Kasım 2016’da parlamentodaki oylama ile onaylandı. Irak Ulusal Güvenlik Danışmanı Falih Fayyad, Haşdi Şabi’nin başına getirilirken yardımcıslığına da Ebu Mehdi El-Mühendis getirildi. Bu iki isim Eski Başbakan Nuri Maliki’nin başkanlık yaptığı Davet Partisi’nin iki eski üyesiydi.

Haşdi Şabi’nin Devletle Entegrasyonu

Eski Irak Başbakanı Haydar İbadi’nin 9 Aralık 2017’deki açıklamasından sonra DEAŞ’a karşı tamamen zafer kazanıldığını açıklamasından sonra, 3 senedir devam eden çatışmaların ardından ve devlet ülkenin 3’te birini geri aldı. İbadi hükümeti, medyanın bu milislerinin devlet içindeki varlığının tehlikesini anlayarak özellikle medyanın Haşdi Şabi zaferi olarak lanse etmesinin ardından. İkinci sebep ise, siyasi arenada etkisi olan Şii grupların kendine rakip olarak Haşdi Şabi’den rahatsız olması. İbadi, gayriresmi kuruluşların silahlarını devlete teslim etmesine yönelik bir talimat verdi, ancak bu çağrısı karşılık bulmadı. Bunun nedeni, silahlı gruplar DEAŞ’ın halen uyuyan hücreleri olduğunu iddia ederek, genel kurmayın emrine itaat etmedi. İkinci sebep ise “cihad-ı kifaye” fetvasına dayanan dini kuruluş nedenini muhafaza etmekti. Haşdi Şabi’nin dağılmasının yeni bir Sistani fetvasına bağlı olarak gerçekleşmesini istediler ancak henüz böyle bir fetva verilmedi.

Hükümet, Şii merci ve Haşdi Şabi liderleri arasında geçen görüşmelerin sonucunda silahlı güçler ile güvenlik kurumlarının entegre olmasının zorunluluğuna ve terhis olan ve sivil hayata gönüllü olarak dönen savaşçılara ücret ödenmesi kararına varıldı. 

Siyasi Entegrasyon

2018 seçimleri, Irak işgalinden bu yana yaşanan en önemli siyasi olay olarak tarihe geçti. DEAŞ’ın Irak’da geniş toprakları ele geçirmesinin ve 3 sene süren savaş sonucunda hezimete uğraması, Haşdi Şabi’nin bu savaşta önemli bir rol oynayarak bir halk tabanı elde etmesi, örgüt liderlerini siyasi arenaya itti.

2015 yılında onaylanan siyasi partiler kanunu, askeri ya da buna benzeyen siyasi kuruluşların yasaklanmasını ve siyasi kuruluşların herhangi bir askeri güçle temas içinde olmasını yasaklıyordu. 

Haşdi Şabi liderlerinin siyasi arenaya girmesine hazırlık olarak askeri görevlerinden istifa ederek parlamento seçimlerine katılmalarının yolu açıldı. Büyük bir koalisyon oluşturarak “Fetih” çatısı altında toplanan bu gruba, İran’a yakınlığıyla bilinen Haşdi Şabi lideri Hadi El-Amiri liderlik etti. Bağımsız Seçim Kurulu verilerine göre, seçimlere katılan 116 partiden 23’ü  Haşdi Şabi’ye bağlı. Bunlardan en önemlileri; Bedr Örgütü, Ashab-ül Ehlül Hak, Harakat Hezbollah al-Nujaba, Irak Hizbullahı, Kaim Hareketi, 15 Şaban Hareketi, Risaliyyun Hareketi. Bağımsız seçim kurulu, bazı parti liderleri Haşdi Şabi’den istifasını açıklayarak askeri olaylara karışmayacaklarını taahhüt etti. 

Fetih Koalisyonu, parlamentodaki 329 sandalyeden 47’sini kazanarak, ikinci parti oldu. Mukteda Sadr liderliğindeki Sairun Koalisyonu’ndan sonra ikinci oldu. Eski Başbakan Nuri El-Maliki ve Haydar El-İbadi’nin liderlik ettiği Davet Partisi’nin iki kolu ise seçimlerin üçüncüsü oldu.

Bu şekilde Haşdi Şabi, her aktörün kendi menfaatleri için çalıştığı Irak siyasi sahasında, önemli bir aktör haline geldi.  Bu durum, Şii- Şii rekabetinin şeklini değiştiren yeni bir siyasi harita oluşturulmasına yol açtı.

Haşdi Şabi çatısı altındaki savaşçılar 3 kısma ayrılıyor. 

Birinci kısım:

Irak dışında kurulan gruplar, genel olarak İran’da oluştu veya 2003’te ABD’nin IRak’a girişiyle berbaer kuruldu. Dini mercii İran devrim lideri Ali Hamaney’e bağlı olan Irak’taki gruplar, bundan dolayı “Haşd-I Velayi” deniyor. Yani Haşdi Şabi’ye bağlı gruplar. Sayıları 20’yi bulan bu grupların en önemlileri şunlar: Hadi El-Amiri liderliğindeki Bedr Örgütü, Qais Khazali liderliğindeki Ashab-ül Ehlül Hak grubu, Ebu Mehdi El-Mühendis liderliğindeki Hizbullah Tugayları, Ali El-Yasiri komutasındaki Horasan Tugayları, Ali Kaabi liderliğindeki Hizbullah Al-Nujaba Hareketi, Şebl El-Zeydi komutasındaki İmam Ali Tugayları, Ebu Ala El-Velai komutasındaki Seyyid El-Şüheda Tugayı, Adnan El-Şehmani komutasındaki Risali Akımı Tugayları, Ebu Fatıma El-Musevi komutasındaki Esedallah El-Galip Bölüğü ve Ebu Avs El-Cefafi komutasındaki Ebu’l Fadl El-Abbas Güçleri.

İkinci Kısım:

“Cihad-i Kifaye” fetvasına binaen kurulak gruplar “Haşd-I Atabe” olarak biliniyor. Şii Merci Ali Sistani’ye bağlı olan bu gruplar, isimlerini Irak’ta kutsal olarak Kabul edilen Ehl-i Beyt türbe isimlerinden almıştır; 

Üçüncü Kısım:

Iraklı Şii siyasi partilere bağlı olan bu gruplar; Mukteda Sadr liderliğindeki Sadr Hareketi ve silahlı kanadı El-Selam Tugayı.

Ammar El-Hakim liderliğindeki, silahlı kanadı Bedr Örgütü olan Yüksek İslam Konseyi, 2007’de meclise girebilmek için askeri kolundan uzaklaştı. Ancak daha sonra bu konsey silahlı gruplar oluşturdu; El-Cihad Tugayı, El-AkideTugayı, Aşura Tugayı. Bu gruplar daha sonra Haşdi Şabi’ye katıldı.

Silahlanma ve askeri güç

ABD silahlandırması: Haşdi Şabi’nin silahlanmasının ana kaynağı Irak devleti ve ordunun cephanesidir. Özellikle de Haşdi Şabi’nin resmi olarak devlet güvenlik birimleri altında bir varlığa dönüşmesiyle birlikte. Özellikle başbakan ve genelkurmay başkanının emri ile buraya geçmesinin ardından. ABD silahlarının, Haşdi Şabi’ye ordu cephanesi üzerinden ulaştığını söylemek mümkün. Bu durum Washington’ı endişelendiren bir mesele haline geldi.

Örgüt, DEAŞ’la yaptığı savaşlarında ağır ve orta düzeydeki ABD yapımı silahlar kullandı. Sahadaki kaynaklara göre, kullanılan teçhizattan bazıları şöyle; ABD yapımı M1 Abrams tankları, 113M Zırhlı personel taşıyıcısı, 120 mm’lik Morta topları ve AT4 füzesavarları.

Şubat 2018’de ABD sitesi Past Daily, ABD yönetimi, 2008 yılında Irak hükümetine verdiği tanklarıni 9 tanesinin Haşdi Şabi’nin eline geçtiği için geri almak için çaba harcadığını yazdı.

Rus silahlandırması: ABD ve Rusya rekabeti ve Ortadoğu’daki çıkar çatışması, Rusya’nın Haşdi Şabi’yi kendine çekmesine sebep oldu. Washingrton’ın Haşdi Şabi’yi karşısına aldığı dönemde Moskova onunla yakınlaşmaya çalışarak İran desteği ve arabuluculuğuyla silah yolladı.

Haşdi Şabi’ye bağlı medya kuruluşları, örgütten Falih El-Fayyad liderliğindeki bir grubun 10 Haziran 2016 ve 20 Aralık 2016 tarihlerinde Moskova’ya gittiğini duyurdu. Ziyarette Rus Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Nikolay Patruşev ile görüşen Fayyad, Rus lideri Vladimir Putin’e yazılı bir mektup yolladı.

Haşdi Şabi bu ziyarette, Rusya’dan karşılıksız olarak RPG7 ve RPG9 gibi orta düzey ve hafif Rus silahları, füzeler, keskin nişancı silahları, kurşun geçirmez yelekler aldı.

Uluslararası Af Örgütü’nün 5 Ocak 2017’de yayınlanan rapora göre, Haşdi Şabi, 72T cinsi Rus tankları, Grad füzeleri, keşif İHA’ları ve diğer savaş ekipmanlarını kullandı.

Rapor, Haşdi Şabi’nin askeri tersanesinin birden çok kaynağı var: İran ve Avrupa ülkeleri. 16 ülkede üretilen silah taşımacılığından da istifade eden örgüt, tank, top ve hafif silahlar elde etti.  

DEAŞ’tan alınan silahlar: Haşdi Şabi DEAŞ’ın kamplarında bırakılan askeri mühimmatlardan faydalandı. Füzeler, orta düzeydeki silahlar, topçular, havan topları, çeşitli miktarda mühimmatlar, patlayıcılar, mayınlar. Basın kaynaklarından elde edilen bilgilere göre, Haşdi Şabi, Irak ordusuyla rekabete girerek, DEAŞ ‘ın elindeki şehirleri kurtardıktan sonra kamplardaki silahları ele geçirdi.

Olası çatışma senaryoları

ABD ile Haşdi Şabi karşılaşması muhtemel bir olay değil, gerçek bir vaka haline geldi. Haşdi Şabi’nin Irak ve Suriye’deki önemli unsurları ve karargahları hedef almasıyla başlayan ABD saldırıları, Haşdi Şabi’nin Başkan yardımcısı ve İran Kudüs Gücü Komutanı’nın öldürülmesiyle sonuçlandı.

Haşdi Şabi, Suriye topraklarındaki ilk darbeye 9 Eylül 2019’da maruz kaldı. Haşdi Şabi’nin Kasım Süleymani’ye yakınlığıyla bilinen Cafer El-Musevi’nin önderlik ettiği 39.Tugaya  bağlı olan İbdal Hareketi, resmi açıklamalara göre kime ait olduğu bilinmeyen uçaklarca saldırıya maruz kaldı. Ancak Haşdi Şabi kaynakları, uçakların İsrail’e ait olduğunu ve saldırı sonucu çok sayıda kişi hayatını kaybetti ve yaralananlar oldu.

11 Eylül 2019’da Irak Parlamentosu’ndaki Savunma ve Güvenlik Komitesi, Haşdi Şabi’ye ait karargah ve silah depolarının Temmuz ve Ağustos ayında 12 hava saldırısına maruz kaldığını duyurdu. 

Buna karşılık, Haşdi Şabi’ye bağlı gruplar Irak’taki ABD unsurlarına saldırı düzenledi. Bağdat’taki Büyükelçilik binasını hedef alan örgüt, ABD askerlerinin bulunduğu üs ve karargahlara da saldırdı.

27 Aralık 2019’da Kerkük’ün kuzeybatısında bulunan K-1 askeri üssüne saldırı düzenlendi. Saldırı sonucu bazı yetkili bir ABD güvenlik görevlisi öldürülürken, bazı askerler yaralandı. Buna karşılık ABD, Suriye sınırındaki El-Kaim şehrinde bulunan Irak Hizbullah kamplarını ve Suriye içinde bulunan kampları hedef aldı. Saldırılarda 25 kişi hayatını kaybederken, onlarca kişi yaralandı.

Haşdi Şabi, bu saldırıya 31 Aralık’ta Yeşil Bölge’deki 1979’daki Tahran’daki ABD Büyülelçiliği saldırısını anımsatan bir olayla, silahsız bir kitle toplayarak büyükelçilik binasını kuşatarak, kapılarını ateşe vererek karşılık verdi.

Bazı analistler, Kasım Süleymani suikastini ABD Başkanı Donald Trump’ın doğrudan talimat vererek, bu saldırıya cevap olarak gerçekleştirdiğini düşünüyor. Bu durum, İran destekli Haşdi Şabi ile Washington arasındaki ilan edilmeyen çatışmanın örgütün taraf olarak girerek artık aleni olarak görülmesine yol açtı.

İki taraf arasındaki çatışmaya ilişkin 3 senaryo bulunduğunu söylemek mümkün:

Birinci senaryo: İran ve ABD arasındaki çatışma kurallarının değişmemesi ve iki tarafın da potansiyel bir savaştan olabildiğince kaçınma senaryosuna dayalıdır. Özellikle de Kasım Süleymani suikastine karşılık olarak 8 Ocak 2020’deki İran’ın ABD üslerine yönelik tartışmalı saldırıları. Bu saldırılar, ABD tarafından makul karşılanırken, iki taraf arasında geçici sakinlik durumuna dönülmesine yol açtı.

Bu durum, vekalet savalarının devamı manasına geliyor. Haşdi Şabi, bu savaşın temel unsuru.  Haşdi Şabi’nin aralıklı olarak gerçekleşen kısıtlı taciz saldırılarına karşılık olarak bazen ABD, bazen İsrail karşılık vererek örgütü hedef alacaktır.

İkinci Senaryo: Süleymani ve El-Mühendis suikastlarına verilen tepkileri göz önüne alırsak, ikinci senaryonun İran ve Haşdi Şabi de dahil İran’a bağlı diğer silahlı grupların; bölgedeki ABD varlığını sona erdirmek üzere intikam vaatleri üzerine yoğunlaştığını görüyoruz.

ABD güçlerinin Irak’tan çıkarılmasında, 5 Ocak 2020’deki Irak parlamentosundaki kanunlara ve yasal yöntemlerin başarısızlığa uğramasına rağmen; İran’a bağlı milislerin ‘vur-kaç’ operasyonları ile bizi ABD varlığının zayıflatılması senaryosuna itiyor. Bu çatışma her halükarda güvenli olmadığı gibi; ABD vatandaşlarının öldürülmesi gibi büyük bir hatadır. Bu büyük hata, iki tarafın da kaçındığı kapsamlı bir çatışmaya dönüşebilir.

Kapsamlı çatışma; İran’daki 52 önemli hedefe yönelik tehdidini gerçekleştirebilir.  Böylece İran, kendisini ABD’nin karşısında bulacaktır. İki taraf arasındaki askeri güçlerin dengesizliği nedeniyle tek seçenek tüm bölgeyi, kendisine bağlı grupları kullanılarak çatışmaya sürükleyecektir. Haşdi Şabi, Suudi Arabistan ve Kuveyt’teki petrol sahalarını hedef alma gücüne sahip. Ayrıca Suriye’deki uzantısı Golan Cephesi’ni harekete geçirerek, İsrail ile çatışabilir. Hizbullah üzerinden de Güney Lübnan’ı harekete geöirebilir. Husilerle iş birliği yaparak, uluslararası Babul Mendeb ulaşım yolunu kapatabilir. Bu yol ile Körfez’de bulunan Hürmüz Boğazı’nın eş zamanlı olarak kapatılması durumunda; Tahran ve Washington çatışmasının başladığı anlamına gelir. Bu durum ise, ABD ile Rus-Çin ittifakı karşılaşmasının gölgesinde sonuçlarının ön görülemeyeceği bir çatışmaya dönüşebilir.

Üçüncü senaryo: Yeni bir nükleer anlaşma yapılabilir. Washington ve Tahran arasındaki sert açıklamalara rağmen Umman diplomasi hareketi, iki taraf arasındaki diyalogun kulisler ardında devam ettiğini gösteriyor.

İran’a karşı ABD yaptırımlarının en azami seviyeye ulaşmasıyla ve İran ekonomisini gerçek bir krize girmesi yeni bir anlaşma olasılığını mümkün kılıyor. Nitekim, karşılıklı açıklamalarda bunu gözlemleyebiliyoruz. Trump yönetiminin İran tarafı ile yapacağı herhangi bir uzlaşma, Haşdi Şabi’nin dağılma meselesini gündeme getirecektir. Haşdi Şabi’nin büyümesi, İsrail’in güvenliği için bir endişe kaynağıdır.

Haşdi Şabi’nin dağılması Irak siyasi gündeminde tartışmalı bir mesele haline geldi. Birçok taraf, DEAŞ’ın yenilgisinin ardından varlık nedeninin gereksiz olduğunu belirterek, örgütün dağılmasını istedi. Ancak İran vetosu bu talepleri bertaraf etti. Washington ve Tahran’ın yeni bir anlaşma yapması halinde, Haşdi Şabi’nin dağılması Irak siyasi mutabakatı çerçevesinde pazarlanabilir

Muhammed Sadık Emin

]]>
http://ayam.com.tr/analiz/hasdi-sabi-kurulus-sartlari-ve-abd-ile-savasinin-gelecegi/feed/ 0 1133